Bilindiği gibi cumhuriyetin ilk yıllarında İslam’a dair birçok reform yapılmış ve bunlar arasında ezan yasağı da bulunmaktadır.
Yine genç ve yeni Türkiye’yi muhitinden koparabilmek ve tecrit edebilmek için hacca gidişler engellenmiş ve Türklerin Araplarla ve Müslümanlarla temasının kesilmesi için azami dikkat ve gayret gösterilmiştir. İlginçtir, bu politikaların bir biçimde sömürge idareleri tarafından işgal edilen İslam ülkelerinde de uygulandığını görmekteyiz. Bu çerçevede sözgelimi, İspanya’da Endülüs hakimiyeti kırıldıktan sonra Müslümanların asimile edilmesi ve Hıristiyanlaştırılması için denize inmeleri yasaklanmış ve böylece kaçmalarının önü kesilmiş ve ölümle Hıristiyanlık arasında çaresiz bırakılmışlardır. Benzeri politikalar, 1550’li yıllardan itibaren Ruslar tarafından icra edilmiş ve Ruslar da kendilerine ‘kayıp Endülüs’ü örnek ve model olarak almışlardır. Bu bağlamda, Tatarların Volga kıyılarına inmeleri ve akarsu münasebetiyle diğer Müslümanlarla ve Türklerle teşrik-i münasebetleri zoraki olarak kesilmeye çalışılmıştır. Dolayısıyla Müslümanların birlik ve beraberlikleri ihtimali, sömürgecilerin uykusunu kaçırmaktadır. Bu bağlamda, Halil Halid Bey’in Hece tarafından yayınlanan Cezayir Hatıratını okuyorum. Halil Halid Bey Cambridge’de öğretim üyesi iken Cezayir’de müsteşrikler kongresine gönderiliyor ve burada bir tebliğ sunuyor. Bu arada izlenimlerini de Mısır’da münteşir Türk adlı Türkçe gazetelerde neşrediyor. Şayanı dikkattir, o dönemde Mehmet Akif gibi bir takım zevat da yakın dönemlerde Ezher’de hocalık yaparken yine İttihatçı zümrelere yakın olan Halil Halid Bey de Camridge’de hocalığını sürdürmektedir. Cezayir işgalinden (1930) yaklaşık 80 yıl sonra Cezayir’e tebliğ sunmaya ve müsteşrikler kongresine katılmaya gidiyor. Enfes tarzda izlenimlerini yazıyor.
¥
Bu izlenimlerden birisi de hac yasağına dairdir. Kongrede bazı Fransız oryantalist/müsteşriklerin de dile getirdiği gibi Fransa, Cezayirlilere dil sınırlaması getirdiği gibi aynı zamanda hac sınırlaması da getirmiş ve 8 yıl boyunca haccı yasaklamıştır. Daha sonra yasak gereksiz görülerek kaldırılmıştır. İlginçtir, bize en çok benzeyen milletlerden olan Cezayirlilere Fransızca dayatıldığı ve Arapça körleşmeye ve nisyana terk edildiği gibi bizde de alfabe ve Latince devrimi yapılmıştır. Esas mevzuumuza dönecek olursak; 8 yıllık bir sınırlama süresinden sonra yasak kaldırılmıştır. Acaba neden? Daha doğrusu neden yasaklanmış ve sonrasında bu yasak neden kaldırılmıştır? Müsteşrik Bronaz bu yasağın gerekçesini şöyle ifade ediyor: Hac vesilesiyle Cezayirli Müslümanlara İttihad-ı İslam fikri bulaşabilir ve hacılar dönüşlerinde çevrelerine İttihad-ı İslam fikrini aşılayabilir ve yayabilirlerdi. Kaldırılması da aynı sebeptendir. Fransızlar bakarlar ki, korkulacak bir şey yok ve hacılar gittikleri fikirlerle geri dönmektedirler ve bu durumda yasak da gereksiz görülerek kaldırılır. Halil Halid Bey bunu şöyle yorumlar: “Zannımca Cezayir Müslümanlarının Hicaz’a gitmemeleri için konulan yasaklamanın daha sonra kaldırılmasından maksat başkadır. Yani Cezayir’den Hicaz’a giden kimselerin umumiyetle münevver düşüncelerden mahrum, ihtiyar ve ümmi olduklarının anlaşılması yasağın kaldırılmasının asli sebebi olsa gerektir...” Halil Halid Bey aynen isabet etmiştir ve kaldırılmasının temel nedeni, korkularının yersizliğidir.
¥
Günümüzde Endonezyalılar hacca çok ehemmiyet vermekte ve özellikle de evlenmeden önce genç kuşaklar hacca gitmektedir. Belki de bu, uzun yıllar hac yasağı ile gelen mahrumiyetten kurtulmanın bir nişanesi ve şükran ifadesi olsa gerektir. Cezayir’de Fransızların getirdiği yasağı maalesef Endonezya’da da bu ülkeyi 400 yıl boyunca sömüren Hollandalılar getirmiştir. Özellikle de 18’inci yüzyılda aralıklarla bu yasak sıkı bir biçimde uygulanmış ve Endonezyalı Müslümanlarla Hicaz’ın arası kesilmiş ve araya engeller konulmuştur. Bu yasak daha sonra Cezayir’dekiyle aynı nedenlerden dolayı kaldırılmıştır. Lawrance ve Massingnon gibi müstemlekeler/sömürgeler bakanlığı danışmanlarından olan ve Hollanda’nın İslam politikasını tayin eden Christiaan Snouck Hurgronje (8 Şubat 1857 - 26 Haziran 1936) bu yasağın kaldırılmasını tavsiye etmiştir. Bir dönem Cidde’de yaşayan ve Endonezyalı hacılarla temas eden ve hac hatıralarını yayınlayan bu zat Vambery gibi sahte bir Müslüman kılığına bürünerek Abdulgaffar adıyla da anılmış ve Müslümanlar arasında dolaşmıştır. Halbuki, adam Açeliler tarafından en azılı düşman olarak tasvir edilmektedir. Bu sahte muhtedi, düşmanlarının geleneksel İslam olmadığını (Cherly Benard’ın RAND’a tavsiyeleriyle mukayese edilebilir), aksine İslam’ı doktrin haline getiren düşünce ve ideoloji olduğunu söylemiş ve mücadele edilmesi gereken hususların İttihad-ı İslam düşüncesi ve politikası ve hilafet ve yandaşlığı olduğunu ifade etmiştir. Bu bağlamda, İttihad-ı İslam nokta-i nazarından tehdidin hacılardan değil Haremeyn’deki mukim/yerleşik Endonezyalılardan geldiğini ifade etmektedir. Zaten Osmanlı’dan sonra kurulan Suudi Arabistan, milli politikalar çerçevesinde Endonezya gibi ülkelerin bağımsızlıklarını dert etmemiştir. 1891 ile 1904 yılları arasında Hollanda’nın Endonezya İslam danışmanı olan bu zat bu ülkede Hollanda’ya bağlı kurumsal bir İslam üretilmesi (Established Islam) siyasetinin benimsenmesini istemiştir.
Demek ki Batılılar, İttihad-ı İslam’ın mühim bir rüknü olarak haccın önemini kavrıyorlar da biz kavrayamıyoruz. Bizim pısırıklığımız ve altın fırsatı ve münasebeti heder etmemiz, korkularının karşılıksız kalmasına neden olmaktadır.
VAKİT