Önce bayramınızı tebrik ediyorum. Dilerim bu günler İslâm dünyası için, insanlık için hayırlara vesile olur.
Biz Ahir Zaman Peygamberi’nin ümmetiyiz. Zor bir zamanda yaşıyoruz..
Bayramlar kardeşler arasında tefrikanın sona ermesi, tevbe ve dua için bir fırsattır.
Sabretmeyi öğrenmemiz gerekir..
Tarihin belki de en sıkıntılı dönemlerinden birinde yaşıyoruz..
En azından tarihin kavşak noktalarından birinde..
Bu süreçten nasıl çıkacağımızı Allah bilir, ama esbabı açısından zekamız, performansımız ve cesaretimiz ya şansımızı ya da riskimizi artıracak..
Ama bugün ülkemizde bazı temel konulardaki tartışmanın seviyesine bakınca bazan insan umudunu kaybeder gibi oluyorsa da, bana kalırsa bu bize sorumluluğumuzun büyüklüğünü hatırlatmalı..
Ece Temelkuran’ın başını örtmesi için, bizim kızlarımızın da kendisi ile birlikte, sembolik de olsa başını açması gibi..
Bu konuya daha sonra değineceğim değinmesine de, Ertuğrul Günay’ın sözleri beni daha derinden düşündürdü..
Beni üzen haber şöyle: Binlerce kişi bayram nedeniyle 'kurban kesmeye' hazırlanırken, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’dan ilginç bir açıklama geldi. Bayramlarda kurban kesmek yerine bağış yapmayı tercih ettiğini belirten Günay, “Artık bu çağda kurban kesip dağıtmak çok acil bir ihtiyaç olmaktan çıktı. Ben, onu karşılayan başka türlü yardımlar yapılabilir inancındayım” dedi. Umarım bu haber doğru değildir..
Bir kişinin kesip kesmeyeceği kendi bileceği bir iş.. Hanefi fıkhına göre farz değil vacib. Sünnet olduğunu söyleyen alimler de var. Dolayısı ile “kesmedi” diye kimseye bir şey diyemeyiz..
Önce şu bayramlarda “kurban kesmek yerine bağış yapmayı tercih etme” işine gelelim.. Bu cenazeye çelenk gönderme işi değil ki, gazetelerde çıkan cenaze ilanlarının sonuna eklendiği gibi “Hayır kuruluşlarına yardım ediyorum” demekle geçiştirilecek bir iş olsun..
“Kurban” farklı, “hayır yapmak” farklı.. Mesela “zekat” tek başına bir hayır yapmak değil, dini bir zorunluluk şeklinde borç ödemektir. Ama bu herhangi bir borç da değil! “Sadaka” daha farklı bir şeydir. “Sadaka-i fıtr” yine farklı bir ibadet..
Hayrı bayramda da yaparsınız, bayramdan önce de, sonra da..
Kurban ne tek başına hayır yapmaktır ve ne de kebap-kavurma, et ya da kasaplar bayramı..
İşi “yardımlaşma” ya indirgemek, “dini olan” bir uygulamayı, ritüeli vicdani boyuta çekmektir. Dini “religio”laştırmaktır.. Bunun bir başka versiyonu, namaz kılmayı sağlıklı yaşam için spor yapmaya benzetmektir..
Kurbanın arkasında ilahi bir hüküm var. Onu doğrulayan bir tarih var.. Onu yok sayamazsınız..
Mesela, “Sabahın o vaktinde 2 rekat sabah namazı kılacağıma, gün doğduktan sonra 4 rekat kılayım” diyemezsiniz. Ya da “2 değil 3 rekat kılayım” da diyemezsiniz..
“Kurbanın bu çağda acil bir ihtiyaç olmaktan çıktığı” iddiasını kabul etmemiz mümkün değil.. Önce bu çağlar üstü. İnsanların dünyaya gelişleri ile başlayan ve kıyamete kadar devam edecek bir ibadet şekli.
Aciliyetini bırakın, bu iman edenler için bir mecburiyet, ihtiyaç değil! Ya da kurban kesmeye kurban kesenin fıtri açıdan ihtiyacı, kurban eti bekleyen yokslulun ihtiyacından çok daha büyük ve acil! Aynı mantıkla haccın da bu gün için acil bir ihtiyaç olmaktan çıktığını söyleyebiliriz o zaman.. Mesela Safa-Merve arasını koşmaya ne gerek var, hızlı mini araçlar koyabiliriz.. Kabe’nin enrafında dönmeye gerek yok. Kabe sabit kalsın, biz dönen bir platform yerleştirelim, 5 dakikada tavaf..
Ya da sanal olarak ya da uydudan o mekanları görebilir ve oradaki etkinliklere buradan katılabiliriz.. Buna hac demek mümkün mü?
Günay diyor ki: “Ben, onu karşılayan başka türlü yardımlar yapılabilir inancındayım.” Onu karşılayan başka hiçbir şey olmaz.. 2 rekat farz namazın yerini, bin kurban karşılamaz.. Özrünüz varsa, bağışlanma umudu ile şükran ifadesi olarak evet ama, mazeretsiz olarak yok! “Ben yaptım oldu” derseniz, bu kişinin kendi kanaatidir.. Düşünmekle inanmak arasında fark vardır. Gerçekle hakikat arasındaki fark gibi.. Gerçek, belli bir zamanda, belli bir mekanda, belli bir olay, olgu, nesne karşısında bireyin idrakinde oluşan değeri ifade eder. Hakikat ise, onu yaratanın o şey hakkındaki hükmünü, yani Hakk’a ait olan değeri ifade eder.. Gerçek bireysel ve sekülerdir.. Hakikat ise ilahidir.. Neyin hakikat olduğunu anlamak için ise vahyin rehberliğinde ilmi ve tecrübeyi araç olarak kullanan faal, muhakkik (tahkik eden/sorgulayan/araştıran) ve mümeyyiz (varılan sonucu tekrar inceleyen/temyiz eden) bir akla ihtiyaç vardır..
Bu yanlışın arkasında Prof. Dr. Zekeriya Beyaz gibi adamlar var.. Ve bu iddiaların sahipleri komik duruma düşüyorlar.. Yine de elbette kendi bilecekleri bir şey.. Bu tür tartışmalar, toplumda birçok kişinin aklının karışmasına sebep oluyor.. Sonra da birileri bir şey uyduruyor, sonra 40 akıllı, 40 gün o yanlışı düzeltmek için uğraşıyorsunuz!
Hani, bu sözler ilk kez söylenen söyler değil.. Ama bir kez de, değer verdiğim ve çok eskiden beri tanıdığım bir politikacı olan Günay gibi bir kişi tarafından da söylenince, oradan yola çıkarak bu duruma ilişkin düşüncelerimi açıklamaya çalıştım. Yoksa Günay’ı hedef alan bir eleştiri yazısı yazmaktan çok, “galat-ı meşhur” haline gelen bir duruma bu vesile ile açıklık getirmeye çalıştım.. Bu gün Baykal’ın yapmaya çalıştığını CHP içinde yıllar önce daha usturuplu şekilde ve sessizce yapmaya çalışan bir isimdi Ertuğrul Günay.. Zaten bugüne de o kimlikle ve o çizginin sonunda geldi..
Ben bayramlarda hep sık sık ve tekrar tekrar hatırlatıyorum: Herkes yaptığı ve yapması gerekirken yapmadığı, söylediği ve söylemesi gerekirken söylemediği her sözün hesabını verecek, aynı şekilde işlerimiz ve sözlerimizle, ya kendi cennetimize sırtımızda tuğla, ya da kendi cehennemimize sırtımızda tuğla taşıyacağız.. Din gününde bu dünyada tartışıp durduğumuz şeylerin hakikati bize gösterilecek!
Dilerim o gün başları çaresiz bir şekilde önlerine eğilenlerden olmayız.
Rabbimiz ve ilahımız olan Allah’ımız! Bize hakkı hak, batılı batıl göster, hakta toplanmayı nasib et.. Selam ve dua ile..
VAKİT