Haberlere bak...

Ahmet Altan

Bazen mahalle arasında karanlık girişli, toz kokan dükkânlara rastlarsınız.

İçerisi eski eşyalarla doludur.

Ayağı kırık komodinler, çatlamış aynalar, emaye sürahiler, içi boş mücevher kutuları, ressamı belirsiz yağlıboya tablolar, kapısı sökülmüş gardıroplar, paslı çay kaşıkları öyle rastgele üst üste atılmıştır.

Meraklıları o dükkânların içinde kaybolurlar, tozlu eşyaların altında, sahipsiz tablolarda, komodinlerin içinde kıymetli bir parça ararlar.

Bizdeki siyasi haberler de genellikle böyle oluyor.

Bir hırdavat kalabalığı.

İçine girip değerli bir olay bakınıyorsunuz, bazen buluyorsunuz bazen bulamıyorsunuz.

Dün Meclis’te mayın savaşı vardı.

Kimsenin pek anlamadığı bir savaş bu.

“Ordu gömdüğü mayınları niye çıkartamıyor” diye soruyor insanlar.

Metin Münir, Milliyet gazetesinde, “ordu savaş sırasında düşmanın gömdüğü mayınları çıkartmak için eğitilmiştir, geniş mayınlı sahaları temizleyemez” diye yazdı.

Ben, başka bir şeyi merak ediyorum.

Suriye sınırındaki mayınlı bölgenin “mayın haritası” var mı?

Yoksa o haritayı kayıp mı ettiler?

Normalde, o haritanın bir yerlerde duruyor olması lazım.

Ama kimse bu kuşkulara karşı, “o harita bizde var” demiyor.

O mayınlı arazinin temizlendikten sonra kime verileceği de tartışma konusu.

Bazıları, “İsrail’e verilecek” diyor.

Başbakan, “bunu da nereden uyduruyorsunuz” diye cevaplıyor.

O arazi, mayınları temizlendikten sonra ne olacak?

Bunun net cevabı da daha bulunamadı.

Biraz kör dövüşünü andırıyor sanki bu mayın çatışması.

Her zaman olduğu gibi iş çoktan “ihanet” suçlamalarına gelip dayandı.

Bu “hainlik” suçlaması da bizim hırdavat dükkânlarının vazgeçilmez parçasıdır.

Herkes sırayla birbirini “hainlikle” suçlar.

Bana sorarsanız, dünkü “dükkândaki” en kıymetli iki parçadan biri AKP Başkanı Erdoğan’ın partisinin ismiyle ilgili sert çıkışıydı.

Erdoğan AKP’ye AKP diyenlerin “edepsiz” olduğunu söyledi.

AKP’nin adı Ak Parti imiş.

Bunun yazılması da söylenmesi de zor, başbakan “edepsiz” demesin diye insanların kendilerini zorlayarak Ak Parti diyeceklerini sanmam.

Diyenler var ama ben demem.

Adının ne olduğunun benim için hiçbir önemi yok, şu barışı sağlasın, anayasayı sivilleştirsin, 12 Eylül yasalarını değiştirsin de adı ne olursa olsun.

Zaten bunları yapsa, herhalde parti adının nasıl söyleneceği üzerinden “edepsizlik” polemiğine girmezdi başbakan.

Ben lisedeyken bir gün iriyarı Kürt bir oğlan tahtaya kalkmıştı, şivesi pek iyi değildi, o konuştuğunda gülüşenler oldu, ben yanımdaki kızla kırıştırıyordum ve çocukla ilgili değildim ama o sırada biz bambaşka bir şakaya gülüyorduk.

İriyarı oğlan sinirlenip yerine oturdu, teneffüste de hoca sınıftan çıkar çıkmaz kapıyı kapatıp, “ben konuşurken kim güldü” diye bağırdı.

“Bana kim güldü” deseydi mesele yoktu ama “ben konuşurken kim güldü” deyince mesele değişti.

“Ben güldüm” dedim.

Sonrasını tahmin edersiniz, aslında benimle hiç ilgisi olmayan bir konu yüzünden kavganın göbeğinde buldum kendimi.

Şimdi de Erdoğan’ın aklında bir “edepsiz” tanımı olduğunu, bunun da bizi pek hedef almadığını sanıyorum ama sırf AKP dediğim için konu birdenbire bizi de ilgilendirdi.

Sırf bir parti adını kullanma biçimi yüzünden karşıdan “edepsiz” diye bir ses yükselince kaçınılmaz olarak, bizden de “edep haricine o kadar kolay çıkma” sesi yükselecek.

Herkes edebin sınırları içinde kalsın, suçlamalar bu kadar kolay olmasın, bunca işin arasında bir de “kim edepli” tartışmasıyla uğraşmayalım.

Bu dükkânın “eğlenceli” parçasıydı.

Ama asıl önemli olan, Kahire’den gelen haberdi.

Dünyadaki en önemli din okullardan biri olan El Ezher, “Ilımlı İslam’ı anlatan” bir televizyon kanalı açıyordu.

Bizde neredeyse herkesi kızdıran “Ilımlı İslam” tanımına Kahire sahip çıkıyordu.

“Ilımlı İslam” lafına müminler kızar, “İslam İslam’dır, ılımlısı ılımsızı yoktur” diye, “laikçiler” kızar, “ılımlı diyerek şeriatçıların amaçlarını sempatik gösteriyorsunuz” diye.

Ilımlı İslam’ın ne olduğu da pek bilinmez ama herkes bu laftan uzak durur.

Benim anladığım, “savaşçı” olmayan, uzlaşmaya önem veren, kendi inancını silahla kabul ettirmeye çalışmayan, başkalarını zorlamayan ve demokrasiyle birarada varolabilecek bir İslam modeline “ılımlı İslam” deniyor.

El Ezher’in bu kavrama sahip çıkması herhalde İslam âleminde yeni bir tartışma başlatacak.

Epeydir kendisine “cüzamlı” muamelesi yapılan bu laf belli bir meşruiyet kazanacak.

İslam’ın modern dünyada varolma biçimi de yeniden değerlendirilecek.

Bir de yapılan araştırmalar, bizim halkın “sivil toplum” örgütlerine diğer toplumlara kıyasla çok kuşkulu yaklaştığını ortaya koyuyordu.

Sanırım bu “sivil toplum örgütlerini” kullanan Ergenekon’un ve “bu örgütleri nasıl kullanırız” diye planlar yaparken yakalanan ordunun etkisi.

Deniz Feneri skandalının da bunda bir payı olabilir ama sanırım kuşkunun ana gövdesini Ergenekon oluşturuyor.

Bir de “eski” siyasetçilerin yeni bir “merkez sağ” inşa etme projesi vardı ki...

Ona “antikacı” kılıklı bütün hırdavatçı dükkânlarında rastlanır.

Dikkatli bakarsanız, hemen emaye leğenlerin yanında dururlar.

TARAF