Habere bakış

Ahmet Varol

Haber genellikle olayların yalın bir şekilde, herhangi bir yorum katılmadan aktarılması olarak bilinir. Oysa gerçek böyle değildir.

Haberde olaylar tamamen yalın bir şekilde aktarılsa bile yine yorumdan ve taraflılıktan azade değildir. Bilgiler doğru olsa dahi seçilen ibareler, kullanılan kavramlar ve bilginin aktarılmasında tercih edilen üslup haberi veren kişinin ya da kurumun tercihine, siyasi duruşuna göre şekillenir. Özellikle siyasi boyutlu olayların aktarılmasında bu çok daha nettir.

Haberin veriliş tarzında tercih edilen üslup ve seçilen kavramlar zihinleri dolaylı bir şekilde işgal etmede ve düşünce reflekslerinin yönlendirilmesi için bir altyapı oluşturulmasında yararlanılan araçlardır. Bilgi ne kadar doğru olursa olsun söz konusu üslup ve kavramlar okuyucunun zihin yapısının şekillenmesinde etkili olur.

Internet haberciliğinde daha fazla dikkatsizlik var. Biz bu konuya daha önce “Kopyala Yapıştır Haberciliği” başlıklı yazımızda temas etmiştik. (Bkz. www.vahdet.com.tr) Haber sitelerinin sayısı oldukça arttığı gibi aynı oranda da pespayeleşti. Haberciliğin dar imkânlarla yapılmasından dolayı haberi ucuza getirme çabasının bunda etkisi olabilir. Ayrıca kullanılan üslubun arkasında duran amaç ve niyetleri iyi keşfedememenin de belli bir rolü var. Bazılarında da aynı üslubu tekrar etmekle bir haber entelektüelliğine kavuşulduğu zannının etkili olduğunu sanıyoruz.

Bilgilendirme çalışmasını İslâmî duyarlılıkla yapanların İslâmî bilinçle hareket etmeleri gerekir. Bu da çağdaş emperyalizmin hizmetindeki haber kaynaklarının verdiği bilgileri değerlendirirken en azından bir üslup tadilatından geçirmeyi ve zihin istilasına sebep olacak araçları etkisiz hale getirmeyi gerektirir. Bu belki biraz daha fazla eleman çalıştırmayı ve işi daha pahalıya yapmayı gerektirecektir. Ama eğer amaç kamuoyunun yanlış yönlendirilmesinin önüne geçmek için aktif rol almaksa bu imkânı oluşturmanın da yollarına başvurmak gerekir. Aksi takdirde o işi yapmanın herhangi bir anlamı olmayacaktır.

Birkaç örneği kısaca gözden geçirelim.

Son dönemde Gazze’de yaşanan olayların tümü uluslararası emperyalizmin hizmetindeki medya organları tarafından sürekli HAMAS’la başka grupların çatışması olarak lanse edildi. Oysa olayların tümü siyasi çatışmalar değildi. Son dönemde gerek siyasi ve gerekse adi güvenlik olaylarından kaynaklanan çatışmaların bir tarafında güvenlik görevlileri vardı. Onların HAMAS taraftarı olmaları örgütsel bir çatışma içinde olmalarının delili değildir. Ama hadiseler sürekli örgütsel çatışma gibi verildi.

Filistin Adalet Bakanı Dr. Ahmed Şuveydih lösemi tedavisi görüyordu ve ambargo yüzünden tedavisinin engellenmesi sebebiyle hayatını kaybetti. Emperyalizmin hizmetindeki medya organları bu ölüm olayında işgalci Siyonist devletin ambargosuna hiç temas etmezken hadiseyi “HAMAS’ın adalet bakanı öldü” diye verdi. İslâmî camiayı temsil eden bazı haber portalları da aynen aktardı. Oysa kullanılan üslupta, “HAMAS’ın bakanı” denirken emperyalizmin onu tecrit ve tanımama politikasının lanse edilmesi vardı. Haberin devamında bu amaç daha belirgin bir şekilde kendini gösteriyordu.

Emperyalizmin hizmetindeki medya organlarının Akka’da 9 Ekim Perşembe akşamı yaşanan olayları aktarmasında da ilginç yanıltmalar vardı. Olayların Yahudilerin Yom Kippur gününde bir “Arap” gencin gürültülü araba kullanması sebebiyle çıktığı iddiası başa oturtulmuştu. Oysa Yom Kippur’la ilgili yasak Yahudilere hastır. Ama bu yasağa uymayarak araba kullandığı gerekçesiyle Filistinli bir genç ve ailesi 500 kişilik Yahudi kalabalığın saldırısına uğramıştı. Ramazan’da gündüz yemek yiyen bir Yahudinin ailesine beş yüz Müslüman baskın düzenlemiş olsaydı olay acaba dünyaya nasıl aktarılır ve nasıl karşılanırdı? Ama emperyalizmin hizmetindeki medya Filistinli genci haksız çıkaran üslupla verdi, İslâmî haber portalları da kuzu kuzu aktardılar. Haberde “gürültülü araba kullanma” suçlaması da tamamen saptırmaydı; çünkü araba zaten gürültülüdür. Yahudilere eziyet etmek için egzosuna gürültü cihazı takacak değil. Haberde kullanılan kavramlar da Siyonistlerin politikalarına göre şekillenmişti. Oysa biz 1948’de işgal edilmiş bölgede kalan, İslâm’ın tertemiz beldelerinden Akka’yı “İsrail şehri” olarak tanımlamayı inancımıza, bilincimize ve İslâmî tavrımıza yakıştıramayız. O bölgede yaşayan Filistinli kardeşlerimizi de İsrail’in “Arap azınlığı” olarak görmeyiz. Duruşumuza ters kavramların kullanılmasını bir zihin istilası olarak görürüz ki toprak istilasından daha tehlikelidir.

VAKİT