Ha Gayret Ahmet Hakan, Sinan Ogan’laşmaya Az Kaldı!

Daha önce köşesinde Sinan Ogan’ı eleştiren Ahmet Hakan’ın son yazısında dillendirdiği yaklaşımı, aslında Ogangillerin propagandalarından etkilenmişlik ve İdlib konusundaki dezenformasyonlarla yakından ilintili.

BAHADIR KURBANOĞLU / HAKSÖZ-HABER

Ahmet Hakan, Hürriyet’teki dünkü köşesinde mültecilerle ilgili şu satırları karalamış:

“KAPIMIZA DAYANANLAR MÜLTECİ FALAN DEĞİL

İDLİB’den Türkiye’ye doğru gelenlere bakıyorum:

Hepsi yetişkin erkek...

İçlerinde kadın yok... İçlerinde çocuk yok... İçlerinde yaşlı yok...

Yani yerini yurdunu bırakmak zorunda kalan, ölümden kaçan, sığınacak bir liman arayan insanlara benzemiyorlar.

Peki neye benziyorlar?

Polis kuşatmasını kırarak planladıkları korsan eylemi gerçekleştirmeye çalışan ateşli militanlara benziyorlar.”

Daha önce köşesinde Sinan Ogan’ı eleştiren Ahmet Hakan’ın mültecilere ilişkin bu yaklaşımı, aslında Ogangillerin propagandalarından etkilenmişlik ve İdlib konusundaki dezenformasyonlarla yakından ilintili. Tabii bir de “İdlib sorunu”nun kaynağını bizatihi Rusya-İran-Esed güçlerine karşı mücadele eden gruplarda gören çarpık bakış açısının.

Öncelikle ifade etmek gerekir ki; art niyetli yaklaşımlar bir tarafa, bu bakış açısı genel anlamda mücadelesini vermemiz gereken geniş bir önyargı sorununa tekabül etmekte. İyi niyetli ama kafası karışık çevrelerden de sadır olması muhtemel bu perspektif, mülteci dendiğinde miskin, aç, sefil, bitap, yaşlı, kadın, çocuk ya da dilencileri anlayan yaygın bir anlayışa tekabül etmekte. Ve maalesef bu algı, art niyetlilerin “yetişkin erkeğin sığınmacı olamayacağı ve ülkemizdeki yetişkin erkeklerin sınırdışı edilmesi gerektiği” propagandasını da beslemekte.

Ahmet Hakan gibilerin bu cümleleri sarfedebilmekteki cesareti ise kısmen mülteciler ve mülteci hukukuna ilişkin cehaletten, kısmen de “İdlib’te bizim de ayağımıza dolanan teröristler var” genel geçer varsayımından almakta.

Her ne olursa olsun, A.Hakan’ın yaptığı sonuçta meselelerin künhünü kavramak ve kavratmaktan uzak, kolay yoldan popülist vicdansızlığa kapı aralayan bir tür hedef gösterme.

İçinde zımnen;

1)            Savaşmayıp kaçan erkeklerin sınırlarımızda ne işi var

2)            Aslında hepinizden bıktık, düşün artık yakamızdan. Ne haliniz varsa kendi ülkenizde görün ve bizim için sorun olmaktan çıkın

3)            Sınırlarımızda bir takım provokatörler var, bizi karıştırmaya çalışıyorlar! (İlginçtir ki bunların kimler olduğu söyleyenin pozisyonuna göre değişiyor. Rusya-Esed-İran mı yoksa ABD, Körfez yanlıları mı? Aslında hükümet yanlısı da olan bir takım medyatörlere de baktığımızda sorumlular bunlardan öte güruhları içeriyor. Öyle ya, bizatihi “İdlib’te kaç terörist grup var?” diye KJ yazan medya unsurları merkezi sorumluluğu kim(ler)de görmüş oluyorlar! Doğrusu insana “8 yıldır bu medya ile bugünlere ulaşabilmek bile bir mucize!” dedirten türden bir durum bu.)   

Dikkat edilirse A.Hakan bunların kadın, çocuk yaşlısıyla bombalar altında yaşamaya mahkum İdlib halkını temsilen orada bulunan yetişkin erkekler olma ihtimalinden hiç bahsetmiyor. Ya da -farzı muhal- provokatif yönlendirilmiş suiistimalci çevreler olabileceği ihtimali üzerinde hiç durmuyor, durma ihtiyacı da hissetmiyor. İdlib trajedisinin o insanları sınırlarda eylemler yapma zorunluluğuna itmiş olabileceğine dair bir ihtimal üzerinde de fazla kafa yormaya çalışmıyor. Tıpkı “gitsinler savaşsınlar, savaşsalar çocuklar ölmez” paradoksuna ve dezenformasyonuna sığınmaktan bir an olsun geri adım atmayan Ogangiller’de olduğu gibi.

Şuuraltı, muhalif gruplar ve mücahidlerin oradaki büyük güçlere teslim olmayışlarının Türkiye’nin de başını ağrıtmaya devam ettiği ve hatta zımnen, bu direniş bittiğinde ve teslimiyet gerçekleştiğinde bunun Suriye halkının da işine geleceği, Türkiye’deki mültecilerin de geri dönüşünü kolaylaştıracağı varsayımı üzerine dayanıyor. Yani sorunun merkezinde inatçı direnişçiler (cihatçı güruhlar) ve Suriye’nin bugünlere gelmesinde merkez ülkenin Türkiye olduğu iç sesi var!

Her nasıl okunursa okunsun sonuçta bu marazlı bakış açısının, buradaki ve Suriye’de mülteci haline dönüşmüş Suriyeli mazlumların aleyhine bir işlevsellik içerdiğini, vicdanları kanarttığını, aynı vicdanlara susturucu takılabilmesini kolaylaştırdığını görememeleri. Büyük güçler, Türkiye, Esed rejimi ve izlenen siyasetlerden uzak ve bağımsız olmak kaydıyla süreci izleyen milyonların sahip olmaları gereken insani-vicdani-ahlaki argümanları zayıflatan, gerileten, kitleleri popülerleştirilen zalimane bakış açılarına sürükleyen algıların beslenmesine yarıyor.

Oysa sığınmacı, mülteci, muhacir nasıl isimlendirirsek isimlendirelim öncelikli durum bu insanların “yolda kalmışlık” ve muhtaçlık halidir. Hepsinden önemlisi şu anda bu insanların kar, kış, şimşek, fırtına değil bombaların altında bir sıkışmışlık içine itilmiş oldukları ve en doğal fıtri ve evrensel haklarından yararlanamamalarıdır.

Öncelikli olan İdlib’teki bu insanların yaşam ve barınma haklarıdır. Nesillerinin güven altına alınmasıdır. Belki bombaları durdurmaya gücümüz yetmeyebilir ama elbirliğiyle sınırların açılması ve bu insanların barınma ve yaşam haklarından istifade edilmeleri bir an önce sağlanmalıdır. Ogan’lar, Hakan’lar vb’lerinin değil, Vahyin ve evrensel insanlık değerlerinin sesine kulak verilmelidir.

Yorum Analiz Haberleri

Yapay zeka statükocu mu?: ChatGPT'de cevaplar neye göre değişiyor?
Devrim ile derinleşen kardeşlik: Suriye & Türkiye
Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm