Güvensizlik, Endişe ve Korkunun Küreselleşmesi

“Korku, güvensizlik hissi ve endişe halinde bir ortaklaşma, kaderdaş hale bürünme durumu hasıl oldu, hem de bir anda. Zaman durdu ve herkesi eşitledi.”

Bahadır Kurbanoğlu’nun yorumu:

Küreselleşme-Korona ilişkisine dayalı ziyadesiyle bir literatür oluşmaya başladı. Daha da artarak devam edecek. Sorular çok fazla. Pesimist, optimist yaklaşımlar, karma teoriler birbirini izliyor.

Neoliberal dogmaların sorgulanmasından otoriteryanist övgülere; “Küreselleşmenin sonu mu?” tartışmalarından “nasıl bir şekil değiştireceğine” ilişkin sorulara kadar bir dizi tartışma sürüyor.

Küreselleşme tezlerinde zaten başat kavramlar olan ‘risk’, ‘belirsizlik’, ‘hız’ elbette sadece ekonomiyle ilgili değildi. Bireysel, toplumsal ve politik varoluş halleri ve pratiklerine dönüşmüş ama bazı krizler yaşasa da kendinden emin, alternatifsiz bir şekilde çözümlerini üretip yoluna devam etmekteydi.

Hercümerci ve türbülansı sorgulama ve anlamlandırmaya; yani üzerinde tefekkür etmeye, hayatın içindeki rekabet alanları ve o alanların içiçeliği izin vermiyordu. Bu açıdan salgın şoku, adeta “zamana es verdi”. Yani durdurdu. Hem de bütün bir insanlık adına, aynı anda. Yani zaman, sadece bir bölge, bir ülke, bir kıta adına değil, bütün bir insanlık için düdüğü aynı anda çaldı!  

Korona salgınının yarattığı güvensizlik-endişe-korku üçlüsü aslında, 3. Dünya ya da gelişmiş ülkeler dışında kalan evren için zaten geçerliydi. Bu üçlü hissiyatı zerrelerine kadar yaşayan insanlar, hele ki savaş bölgelerinde uzun yıllardır emperyalizm ve yerel despotlar virüslerine karşı korunmasız ve çaresizdi. Korona yüzü suyu hürmetine şimdilerde azalma göstermesine rağmen, o bölgelerin insanlarının her günkü ruh halleri, yaşam biçimleriydi bu durum ve halen de devam etmekte. Yani; korku, güvensizlik hissi ve endişe halinde bir ortaklaşma, kaderdaş hale bürünme durumu hasıl oldu, hem de bir anda. Zaman durdu ve herkesi eşitledi.      

***

Öncelikle bunun çok da kötü (şer) bir durum olup olmadığı üzerinde düşünmek gerek. Bütün bir insanlığın aynı hislerle, aynı acıları, aynı anda yaşıyor olması belki dünya tarihinde de bir ilke tekabül etmekte. Bu açıdan küreselleşmeye sitemle değil, sitayişle yaklaşmak gerekir belki de. Peki ama bundan sonra ne olacak? 

Elbette ki bugünden yarına konuşmak çok kolay değil. Sadece hiçbir şeyin aynı olmayacağı üzerine küçük bir kehanette bulunmak belki mümkün. Kehaneti büyütmek istersek, felsefeden siyasete, ekonomik dogmalardan devlet, sivil toplum vb. algılara kadar çok şeyin değişmeye açık hale geldiği/geleceği söylenebilir sanırım.

Değişime açık hale gelmek, eski dünyayı, insanını, mekanizmalarını beğenmeyenler açısından kulağa olumlu gelebilir ama sorumluluk sahiplerinin sorusu şu olmalı kanımca:

“Bu hale bakıp, ‘zaten güçlüler, yine onlar çözsünler, biz de yeni kurulan düzende yerimizi alırız’ mı diyeceğiz, yoksa muhtemel yeni bir dünyanın kuruluşuna katkı sağlama gayretine mi soyunmamız gerek?

Sadece üretim-tüketim mekanizması, finansal boyut vb değil, bütün bunların yeniden inşasını ne tür bir felsefe/dünya görüşü üzerine oturması gerektiği somut çözüm önerileri eşliğinde gündemleşebilmeli, diye bir hayalimiz olabilmeli mesela. Üstelik eski dünyanın tüm kültürel hegemonik gücünün öyle çok da kolay sarsılmayacağını görüyor olsak da. Daralan zamana da güvenen bir özgüvenle atılmalıyız sahaya.

Madem ki, Güvensizlik-Endişe-Korku üçlüsünde eşitlenip ortaklaştık o halde (muktedirler bilinmez ama) dünya halklarına bunu anlatmaya gayret etmek gerek.

Önce ‘defi mefsedet’ yani kötülüklerin defi teklifiyle gidebiliriz dünyaya. Yani savaş bölgelerinde ateşkeslerin olmazsa olmaz kabulünü, varolan beğenmediğimiz kurumlar eşliğinde de olsa dayatmalıyız taraflara. Yani önce “insan”a odaklanmalıyız.

Beraberinde ‘isar’, ‘infak’ gibi onlarca medeniyetsel-fıtri ama insanlığın unuttuğu kavramları onlara hatırlatarak ikinci bir atağa geçmeliyiz. Bunları hem entelektüel dolaşıma sokmak, hem de pratik mecralarda ekonomiden sosyo-politiğe yeni öneriler eşliğinde, yeni bir dil ve zihnin inşası için tartışma alanlarına dahil etmek, bunlarla birlikte oluşacak kurumsallaşma önerilerimizle birlikte gelmeli.

Şimdi değilse ne zaman? Öyle ki, insanlığın ortak dua seansları düzenlemesi değil sadece, karşılıklı işbirliği, iletişim ve etkileşime hiçbir zaman olmadığı kadar ihtiyaç duyduğu bir zamandan geçmekteyiz. Hatta o zaman, adeta bizim adımıza ‘stop etmiş’ durumda. Öyleyse, hazır insanlık durmuşken, bir an evvel biz kendi zaman algımızı harekete geçirmekle yükümlüyüz. Ne de olsa, zamana -üzerine- yemin eden bir kitaptan haberdar olmak gibi bir avantaja sahibiz.

Unutmamak gerekir ki değişim, Korona emrettiği için değil, bizler irade ortaya koyduğumuzda pozitif anlam kazanacak bir olgudur (Rad, 11)

Değişim kaçınılmaz olacak ama iradi yönünü kim ve nasıl belirleyecek? Bu soruları şimdiden sorup cevaplar üretmeye kafa yormamız gerek.

Hele ki, “Korona ile mücadeleyi otoriter ya da neoliberal değil, halkına güven veren, organize, planlı hareket edebilmeyi beceren sistemler rasyonel biçimde başarıyor” tespitlerinin yükseldiği ve bizden olmayan birilerinin ‘Sosyal Devlet’ ve ‘Adil Küreselleşme’ kehanetlerinde bulundukları bir zaman diliminde, orada biz olmazsak olmaz!

Kaynak: https://ankaraekspresi.com/

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!