İnsanların toplu olarak yaşadıkları yerlerde düzene, müeyyideye, çeşitli teşkilatlara ihtiyaç vardır; bunlardan biri de iç ve dış güvenliği sağlamakla vazifeli olan güvenlik güçleridir; asker, jandarma, polis vb. dir.
Güvenlik güçlerinin maaşını ve silahını veren halktır; silahın nasıl, ne maksatla ve nerede kullanılacağını da halkın temsilcisi olan meclis, çıkardığı kanunlar ve aldığı kararlarla belirler. Silahlı güçler, bu kanun ve kararları hiçe sayarak mesela darbe yapmaya kalkışırlarsa, yetkilerini ve sınırlarını aşarak siyasete müdahale ederlerse, hukuk çerçevesinde de olsa vazifelerini yaparken vatandaşa, gereği dışında sert davranır, zaruri olan güvenlik tedbirlerini aşan tedbirler almaya yönelir, insanları manen veya maddi olarak incitirlerse, insanlara etnik, dini, ideolojik, ekonomik durumlarına göre farklı davranırlarsa suç işlemiş, hadlerini aşmış, emanet olan vazifelerine ihanet etmiş olurlar.
Biz çocukluk yıllarımızda askerden pek korkmazdık, ama polisten korkardık, bekçiler ise bize çok yakın gelirdi. Şimdi ise polisten daha az korkuluyor, askerden ise daha çok korkuluyor. Her iki sınıf da bu durumu bilmeli ve kendilerinden masum vatandaşın korkmadığı, onları en yakın dost ve koruyucu bildiği, suçluların ve hainlerin ise korkulu rüyaları oldukları bir ortamı yeniden tesis etmeleri gerekiyor.
Askerden yalnızca sağcı veya İslamcılar korkmuyorlar, solcular, hatta liberaller de korkuyorlar veya çekiniyorlar; bunun sebebinin "askerin siyasete karışması" olduğunu düşünüyorum. Asker siyasete karışmasa, kanunların kendilerine verdiği ve evrensel, demokratik ilkelere uygun bulunan yetkileri dahilinde meşru düzenin (hukuk devletinin) bekçileri olsalar, devlet içinde devlet değil, devlet içinde sınırları belli bir unsur olsalar meşru yolda olan vatandaşların onlardan çekinmeleri, onlardan kaynaklanan bir endişe içinde olmaları için sebep kalmaz.
Jandarma ve polis için de durum aynıdır.
Nasreddin Hoca'nın diliyle konuşursak "Hırsızın hiçbir suçu yok mu?" diye sorabiliriz.
Askeri ve polisi –elbette genel olarak değil, yanlış yapanları kastediyorum- yanlışa, sertliğe, sınırı aşmaya tahrik ve teşvik edenler de bazen siviller oluyor. Onlar da bizler gibi etten kemikten yapılmış insanlar, onların vazifeleri gereği stresleri ve karşılarında duran tehlikeler başkalarından daha fazla, birçoğunun ailevi veya ekonomik problemleri var… Halkın bunları göz önünde tutması, güvenlik güçlerini yoldan çıkaracak davranışlarda bulunmaması da bir vazifedir.
Hz. Ebu Bekir devlet başkanı (halife) seçilince şöyle demişti:
"En güçlünüz eğer haksız ise bana göre en zayıfınızdır, en zayıfınız da eğer haklı ise benim katımda en güçlü olandır; onun hakkını, haksızdan –bu ne kadar güçlü olursa olsun- alırım."
Hem güvenlik güçleri hem de bizlerin ölçümüz hak ve hukuk olmalıdır; haklı olan, hukukun içinde kalan her kim ise onun yanında, haksızın ise karşısında olmak, ama haksızı da hukukun çerçevesini aşmadan engellemek ilke olursa birçok problem daha doğmadan engellenmiş olur.
YENİ ŞAFAK