Giderek yoğunlaşan çok yönlü saldırıların hedefi olan bir ülkede yaşamak hiç de kolay değil. Sürekli yenilenen tehdit, şantaj, sabotaj, kumpas ve kuşatma girişimlerinin hayatın olağan akışını bozması sürpriz sayılmaz. Ancak buna rağmen esas olan toplumsal ve siyasal aklın dengesini muhafaza ederek ilerlemesi ve kendini olgunlaştırmasıdır. Çünkü saldırıların öncelikli hedefi makul söylem ve yapıcı hareket tarzını hızla çökertmektir.
Türkiye son dönemde hangi sorunların çözümüne öncelikle odaklanacağına dair ciddi bir stres yaşıyor. Zorluk katsayısı her geçen gün geometrik olarak büyüyen ağır ve ölümcül darbeleri savuştururken bazı ilkelerin göz ardı edilmesi veya çiğnenmesi çözümü kolaylaştırıcı bir yol olarak görülmemeli. Aksine Türkiye AK Parti’nin Hükümet olduğu dönemden itibaren özellikle temel hak ve özgürlükler alanında ciddi, köklü ve kuşatıcı adımlar atarak en ağır sorunların çözülmesi yönünde kazanımlar elde etti.
İşkenceye Tolerans Tanınamaz
AK Parti Hükümetlerinin itibar, meşruiyet ve desteği devletin ceberrut perspektifini değiştiren, güvenlik kuvvetlerinin toplumla ilişkilerini hukuk merkezli olarak tanzim eden siyasal pratiklerine dayanmaktadır çok büyük oranda. İşkenceye sıfır tolerans, gözaltı sürelerin kısaltılması, mahkemelerde savunmanın güçlendirilmesi, ayrımcılık ve dayatmalar içeren kanunların değiştirilmesi, yasaların birey ve toplum lehine esnetilmesi, etnik ve dini kimliğe yönelik baskı ve yasakların kaldırılması gibi alanlarda çok güçlü kazanımlar elde edildi. Bunlar zaten bilinen daha doğrusu bütün bir toplum tarafından yaşayarak tecrübe edilen şeyler. Değişim, dönüşüm, kazanım gibi hususların altını çizmekte fayda olur. Özellikle muhasebe etme ve daha iyi bir pratik oluşturma alanında.
Neden bu kadar uzattık girizgâhı? Belli ki sıkıntılı bir konuyu, can sıkıcı bir takım gelişmeleri gündem etmek için. Öyle ki kimi yanlışları dile getirmek, işleyiş ve usulde çiğnenen ilke ve prensipleri hatırlatmak teferruatlarla zaman kaybetmek, büyük işlerin önüne setler koymak gibi algılanır oldu. Oysa hassaten şu dönemler temel hak ve özgürlüklere dair hiçbir şey teferruat kabilinden görülemez. Velev ki söz konusu vatan, devlet veya başka bir şey namına hareket edilmiş olsun.
Örnek olay şu: Van Gevaş’ta bir hafta önce iftar vaktine birkaç dakika kala İlçe Emniyet Amirliğine roketatarlı bir saldırı düzenlendi. O esnada Belediye ve Valilik tarafından düzenlenen iftar programı için meydanda toplanan kalabalığın üzerinden geçen roketler büyük bir paniğe de sebep oldu. Saldırı tabii ki PKK’nın işiydi. Güvenlik kuvvetleri saldırıya hızla karşılık verip süratle takip başlattılar. Birkaç saat sonra Van Valiliği saldırıyı gerçekleştiren 3 teröristin sağ ele geçirildiği bilgisini kamuoyuyla paylaştı.
Van Valiliği tarafından yapılan açıklamanın tam metni şöyleydi: "Bugün saat 19.32 sıralarında Van ili Gevaş İlçesi Bahçelievler Mahallesi Cumhuriyet Caddesi üzerinde bulunan Gevaş Polis Merkezi Amirliği'ne roketli saldırı düzenlenmiştir. Polis merkezi ile aynı bölgedeki toplu iftar programı sırasında gerçekleşen saldırıda, herhangi bir can kaybı ve yaralanma meydana gelmemiştir. Saldırının ardından kaçan 3 terörist, güvenlik güçlerinin takibi sonucunda yakalanmış olup, saldırıyı gerçekleştirdiklerini itiraf etmişlerdir."
O İşler Tarihe Gömülmemiş miydi?
Buraya kadar her şey normal görülüyordu. Lakin ilerleyen zaman ağzı burnu kan içerisinde, yüzü gözü morarmış üç kişiye ait fotoğrafların medyaya servis edilmesiyle bir anda işin rengi değişmişti. “Eylemi gerçekleştiren kişilerin itirafları” denilerek kamuoyuna eski Türkiye’den gayet iyi bildiğimiz işkence fotoğrafları boca ediliyordu. Şöyle böyle değildi fotoğraflara yansıyanlar. Zaten fotoğrafları yayınlayan gazeteler, haber portalları, sosyal medya hesapları “gözaltı sırasında bu adamlara ne yapıldı, neden bu muamele?” tarzında şeyler sormayı abes saymış olmalılar. Ne de olsa bunlar katildiler, teröristtiler ve her tülü fazlasıyla muameleyi hak etmişlerdi!
Cemal, Halil ve Abdüsselam Aslan isimli üç kişi bir hafta sonra mahkeme tarafından serbest bırakıldılar çünkü mahkeme heyeti onların mantar toplamaktan geldiklerine, roketli saldırıyla alakaları olmadığına kanaat getirmişti. Geriye ağzı burnu kan içindeyken servis edilmiş fotoğrafları, kamuoyuna ilan edilen katil ve terörist sıfatları, aile boyu yaşadıkları büyük dramdan daha fazlası kaldı elbette: Hukuk, hukukun ilke ve prensipleri, kamuoyu vicdanının yerle bir edilmesi. İdareye ve emniyete duyulan öfkeyi de ekleyelim buraya. Kaldı ki bu üç kişi yakalandıkları anda zanlı olmaktan öteye bir şey ifade etmezler. Bu yöntemler 1990’lı yıllara değin devletin birey ve toplumu eze eze, söve söve, döve döve itirafa zorladığı yöntemleri hatırlattıkça yazının başında onurla zikrettiğimiz kazanımları berhava edecektir.
Emniyet sorgusu böyle mi yapılıyor, Valilik bu sorgu yöntemleriyle elde edilen ‘itirafları’ mı kamuoyuna bilgi-belge diye takdim ediyor? Bu çirkin ve barbarca işleyişin hem adli hem de idari olarak hesabının sorulması icap ediyor. Burada ülke ve toplum adına en sevindirici ve ümit verici gelişmenin kahramanını da anmak gerekir. Meclis İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu fotoğrafların basına yansımasının akabinde suç duyurusunda bulunarak işkenceye geçit verilemeyeceğine deklare etmiştir.
Bize 1990’lara kadar süren ceberrut devlet mantığı, asker ve polis eziyeti, mülki idarenin resmi yalanları, Susurluk ve JİTEM çetelerinin oluşturduğu karanlık hiç ama hiç lazım değil. Siyaset ve toplum olarak bunları ve bu işleri yapan bürokratik oligarşinin kadrolarını tarihin derinliklerine gömme kararı vermiştik, kararımızda bir değişiklik yok!
Yeni Akit