Bugün Türkiye siyasetine liderlik eden ideoloji muhafazakar düşünce geleneğinin devamı olarak nitelendirilmektedir. Söylemin muhatapları bu ideolojiyi kabul etmiş olsalar da, son dönemlerde yaşanan değişim ve dönüşüm realitenin böyle olmadığını düşündürmektedir.
Muhafazakarlık kelime olarak; “Düzeni korumak”, “Varolanı muhafaza etmek” fikirlerini barındırır. Akla güvenmez, değişime kuşku ile bakar. Değişim kaçınılmaz ise bu değişim baba, lider, rahip, öğretmen, devlet gibi otorite eli ile aile, eğitim, kültür ve din gibi değerler korunarak yapılır. Mevcut hukuki durumu (statüko) korumak gerekir. Toplumda çatışma, kargaşa ve kaos olmaması için bu şarttır!
İdeoloji, toplumsal alan ve politik alanda akıldışı kaynaklara aşırı önem verir. Geleneği tabulaştırarak taassup haline getirir. Gelenekle özdeşleştirilen ön yargıya göre eylemde bulunanlar için,“Ne yapmak gerektiğini bilmek” tir. Bu atalardan devralınan mirasdır, korunmalı ve yeni kuşaklara aktarılmalıdır.
Ancak bu geleneğin, yanlışlığı ya da doğruluğu üzerinde durulmaz. Sahih veya muharref ayrımı yapılmaz. Amaç toplumun değerleri ile çatışmamak, kaos ve kargaşa yaratmamaktır. Bunun en güzel örneği; Mekke cahiliye toplumudur. Bu toplum atalar dinine sıkı sıkıya bağlı muhafazakar bir toplumdur. Gönderilen Resul ve getirdiği mesaj toplumun tüm değer yargılarına dokunan, değişmesi gerekeni değiştiren, ıslah edilmesi gerekeni ıslah eden bir mesajdır ve bu müspet çatışma kaçınılmazdır.
İdeoloji; zengin bir tarih tasarımına, tarihe çok önemli bir rol yüklemeye, tarihte teolojik açıdan derin ve manevi bir amacı cisimleştirmeye ihtiyaç duyar. Kemalist ideolojinin tarih tasavvurunda yer alan “Kurtuluş savaşı” miti ile “Karizmatik lider” tasarımı bu amaca matuftur.
Kemalist ideoloji kendini modernist, aklın gücü ile değişime inanan, bunun yanında geleneğe, yerel kültüre ve dini dogmalara karşı olan bir cephede konumlandırırken, bugünün cahliyesi olarak değişime en çok direnç gösteren ideoloji olma realitesindedir.
Öyle ki; muhalefet etme vazifesini yerine getirmek adına, diyanet işleri başkanlığının “geleneğe ait dinsel dogmalarına karşı mücadelesinde” bile geleneğin yanında yer alanlar; gerçekten “Gökten indiği zannedilen dogmalara sarılmaktalar!”
29 Ekim kutlamalarında gerçekleştirilen akıldışı, pagan ve fetişizme varan ritüeller bir kere daha şunu ortaya koymakta ki; muhafazakarlık hemen her ideolojide bulunan bir özelliktir. Bu durumda, Kemalist, sosyalist, liberal, ya da “Rabbani” metod (!) muhafazakarlığından bahsetmek abartılı bir yaklaşım olmayacaktır.
Bir çoğumuz meclis görüşmelerinde; “Bu durum teamüllere aykırı” sözünü duymuşuzdur. Bu itiraz mevcut olan bir geleneğin gözardı edildiği ya da yeni bir uygulamanın getirildiği zamanlarda yapılır. Bugün değişime karşı teamülleri en fazla savunan Kemalizm’dir. Bu
yüzden muhafazakarlık onu sahiplenenlerin yanında karşı çıkanların da üzerinde hayat bulan bir özelliktir. Mevcut durumu koruma eğilimi olarak değerlendirilen bu durum, insan doğasının temel özelliklerinden biridir. Samuel Huntington bu davranışı; “Durumsal muhafazakarlık” olarak tanımlar.
Muhafazakar düşünce genel olarak birey ve topluma yüklenen rol üzerinden anlaşılmaya çalışılır. Bireyi en temel gerçeklik, en yüce değer olarak ele alanların yanında en yüce değerin toplum olduğunu söyleyenler ve bu toplumda devlet gibi kurumları kutsamaya kadar işi götürenler görülmektedir.
Kutsal dine ait bir kavram olmakla beraber devleti bir tabu olarak görüp liderini, sistemini ve anayasasını değiştirmek isteyenlere karşı şiddetle karşı çıkanların yenilenmeye, değişime, akla ve bilime değer verdiklerini bunun yanında duyguları, dini ve kültürel değerleri, sembolleri ve mistik sezgi formlarını reddettiklerini söylemeleri, söylemden öte geçmeyen soyut dogmalardır!
Bununla beraber muhafazakarlığın bizim için önem arzeden boyutları da söz konusudur. Bunlar akla yüklenen aşırı misyon ile dini devredışı bırakmak isteyen müstağnilik ve bu sürecin sonunda ortaya çıkan, Modernizm ideolojisin egemen saldırısına karşı sığınılacak bir liman olmasıdır. Müslümanlar bu saldırıya yıllarca “karşıtına sığınarak” karşılık verir.
18.yy’dan 19.yy’la geçerken neredeyse tüm “Aydınlanmış” düşünürler, dinin 20.yy’da tamamen yok olacağı kanaatindeydiler. Bu kanaatleri de “aklın gücüne” olan inançlarından kaynaklanmaktaydı. Onlara göre din hurafelerden, fetişizimden, kanıtlanamayan inançlardan oluşan ve insanların tıpkı bir çocuk gibi korkuları karşısında sığındıkları bir mekanizma idi. Kısacası Daniel Bell’in dediği gibi; “din, insanlığın çocukluk evresine ait bir olguydu!”
Aklın evrensel değerler ürettiğini iddia edenler, aslında egemen kültürü yani modern batı kültürünü meşrulaştırmak isterler. Dünyanın farklı yerlerinde farklı mantıklar gelişebilir, farklı tarihsel koşullarda alternatif yaşam tarzları, yöntemleri geliştirilebilir. İşte bu politik söylem, siyasal atmosferde muhafazakarlık olarak hayat bulmuştur.
Aslında muhafazakarlığın akla büsbütün karşı çıkmak yerine aklın iki türü olan teorik akıl ile pratik akıl arasında ayrım yaptığını söyleyebiliriz. Teorik aklın soyut söylemleri, ilkeleri kaçınılmaz olarak çarpıtmaya ve bozulmaya meyyaldir. Bu yüzden siyasetin, makul ve gerçek temelini özgürlük, eşitlik, adalet benzeri soyut ilkelerden çok tecrübe ve tarih oluşturur. Bu soyut söylemlerin hiçbir zaman hayat bulamaması üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur.
Aydınlanmacı, bireyci ve ilerlemeci toplum ve insan anlayışlarına tepkidir, muhafazakarlık. İdeolojinin ortaya çıkmasını tetikleyen siyasal olgu “Fransız Devrimi” ve onun arka planında yer alan “Aydınlanma” felsefesinin sorgulanmasıdır. Edmund Burke tezlerini bu devrimi çıkış noktası yaparak ortaya koymuştur. O toplumun soyut ilkeler ve akıl yoluyla jakoben bir şekilde düzenleneceğine ve toplumsal değişimin hızlandırılabileceğine inanmaz.
Burke’ye göre; liberalizm, sosyalizm ve milliyetçilik gibi ideolojiler akıl yoluyla toplumu değiştirmeye yönelen toplumsal mühendislik projeleridir. Bu projelere karşı olmak mevcut bir durumu muhafaza etmek anlamına gelir ki; “Bu bir ideoloji değildir” der.
Kavramın savunucuları, toplumsal değişimi kaçınılmaz olarak görür. Ancak hızlı değişim, özellikle devrim tarzı tepeden inmeci, jakoben bir değişim kabul edilmez. Korumak için değişmek, değişime katlanmak gerekir. “Değişerek aynı kalmak” bu düşüncenin temel sloganıdır. Geleneği koruyarak değişmek. İngiltere değerlerinden kopmadan modernitesini gerçekleştiren, muhafazakar değişimin en tipik örneğidir.
Osmanlı’da muhafazakarlık ideolojisi, modern olan ile modern olmayan ikileminin algılanışı sonucu ortaya çıkar. Değişerek aynı kalmak istenir. Modernleşme ile sorunlu değildir. Onun sorunu teknoloji vs. konularında değil din ve kültürün muhafazasındadır. Örn; fes takma zorunluluğuna karşı direnç gösterenler, yaklaşık yüz yıl sonra aynı fesin kaldırılmasına tepki göstereceklerdir. Bilime evet, kültüre hayır diyenler başarılı olamaz.
Sonuçta, Modermizm ile kurulan dikey ilişki tepeden inmeci, jakaoben bir devrim ile Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini atar. Kurucu kadrolar “Aydınlanmış”, insanlığın çocukluk evresini atlatarak doğaya, bilinmeyene ve dogmalara karşı galip gelmiş “Modern” insanlardır! Ancak çatışma kaçınılmazdır. Katledilerek “Adam” edilmek istenen dedelerimiz, çareyi karşıtına sığınıp, muhafazakarlaşmakta bulurlar.
Bugün gelinen noktada yönetme makamında olanlar, muhafazakar söylemi dillendirmekle beraber, Kemalist muhafazakarların jakoben dogmalarına, dinsel muhafazakarların geleneksel ruhbanlığına, liberal muhafazakarların seküler yaşam tarzına, milliyetçi muhafazakarların tek ırk taassubuna, “Rabbani” metod muhafazakarların tekfirci yaklaşımlarına karşı değişimi ve dönüşümü savunma pozisyonundalar.
Aldıkları pozisyon, izledikleri yöntem ve varmak istedikleri hedef tartışılabilir ancak muhafazakar düşüncenin statükodan yana, durağan ve her yeniliğe kuşku ile bakan tavrını takınmadıkları kesin!
Biz müslümanlar; değişimin yönüne göre tavır belirlemekle mükellefiz. Değişim insanın meyyal olduğu zalimlik ve cahillik boyutuna götürüyorsa, toplumu ifsad edip, ekini ve nesli yok ediyorsa; nimeti ve emaneti muhafaza etmek zorundayız. Tersine değişim cahiliye dönemini yaşayan bir toplumun değişimi ve ıslahına yönelik ise; muhafazakar bir tutum takınmamak gerekmektedir. Mümin için; “iyiliği emretmek, kötülükten nehy etmek” adına, Hz. Muhammed’in; “İki günü aynı olan ziyandır” ilkesi bizlere kavramı anlamlandırma konusunda ışık tutmalıdır.