Mustafa Balbay’ın günlüklerini okuyunca içim acıdı.
Bu tür olaylarla her karşılaştığımda aklıma takılan o basit soru gene canlandı zihnimde.
Niye yetmiyor?
Balbay, genç bir gazeteci, Cumhuriyet Gazetesi’nin Ankara temsilcisi, sütunu, okuyucuları, hayranları var, televizyon programları yapıyor.
Onun yaşındaki bir gazeteci başka ne ister?
Mesleğinde yükselmiş, başarılı olmuş.
Fikirlerini her gün, her mecrada söyleme imkânına sahip.
Niye gidip darbecilerle işbirliği yapar, toplantılar düzenler, fikirler verir?
Düşüncenin sınırları içinde kalmasına engel ne?
Aynı soru İlhan Selçuk için de geçerli.
Yılların İlhan Bey’i.
Cumhuriyet gazetesinin ve okuyucularının nerdeyse tapındığı efsane.
Neden yetmiyor?
Niye başka şeyler istiyor?
Bu soruyu medya patronları için de sorabilirsiniz.
Onca gazete, televizyon, dergi sahibi insanlar neden hayatları boyunca harcayamayacakları paraları kazanabilmek için başka alanlara geçip, oralarda başarılı olabilmek için karışık ilişkiler kurarlar?
Bu tür insanlar, hayatın kendilerine armağan ettikleriyle yetinemiyorlar bir türlü.
Daha fazlasını istiyorlar.
Ve, istediklerini gerçekleştirebilmek için “gizli” ilişkilere bulaşıyorlar.
Gizli toplantılar yapıyorlar.
Gizlilik tehlikelidir.
Bana göre gizliliğin mubah ve kutsal olduğu tek bir yer vardır, o da insanın özel hayatı.
Kendi özel hayatının dışına adım attığın andan itibaren her türlü gizlilik ilerde başına bela olabilecek bir tehlike demektir.
Bu insanlar bu tehlikeyi kabulleniyorlar.
Ne için?
Ülkeleri için mi?
Kendi halkına karşı çıkarak, kendi halkından gizli işler yaparak ülkeye nasıl hizmet edilebilir?
Hizmet edilemez.
Halkına ihanet ederek ülkeye yararlı olamazsın.
Bir ülkenin “menfaatlerini” o ülkenin halkının “menfaatleri” belirler.
“Bu halk aptal, ben bu aptalları kendilerine rağmen kurtaracağım” dedin mi faşizmin karasularına girersin.
Ondan sonrası zulüm ve felakettir.
Eğer Atatürk, “halka rağmen bu ülkeyi kurtardı” derseniz, “bu ülkeye hizmetlerini halka rağmen gerçekleştirdi” derseniz, size tek bir soru sorarım.
“Neden Atatürk’ü koruma kanunu var?”
Ülkesine o kadar faydalı olduğuna inandığınız birini “halkın” eleştirilerinden korumak için kanuna ihtiyaç duyulması biraz tuhaf değil mi?
Halkı tarafından o kadar çok sevildiğine inandığınız birini daha fazla sevdirmek için niye her yana onun adını veriyor, niye her yana onun resimlerini asıyorsunuz?
Siz, diktatörlük olmayan herhangi bir ülkede, bir lidere ait o kadar çok resim, heykel gördünüz mü?
Bir halkın, tarihî liderini zorlamasız ve yasasız sevemeyeceğini düşünüyorsanız, zaten bir sorun olduğunu kabul ediyorsunuz demektir.
Zaten de sorun var.
Atatürk yaptıklarını “halka rağmen” yapmasaydı bugün Kürt meselesi de, din meselesi de olmazdı bu ülkede.
O meseleleri hallederek ilerlerdik.
Belki Atatürk iktidarda o kadar uzun kalmazdı o zaman ama burası daha doğal ve daha mutlu bir toplum olabilirdi.
Bugün Atatürk’ü “örnek” aldıklarını söyleyen bu darbecilere baktığınızda hep Atatürk adıyla birlikte bir “gizlilik” ve “halka rağmen” davranma eğilimi görüyorsunuz.
Halkın önünde, halkla birlikte ulaştıkları yerler, mevkiler, başarılar onlara yetmiyor.
Daha fazlasını istiyorlar.
Bunu isteyenlerin açgözlü oldukları, kolayından doymadıkları doğru...
Ama sanırım bir başka gerçek daha var:
O da, bu toplumun Osmanlı’dan bu yana ve Cumhuriyet tarihi boyunca sadece “silahlı bir iktidara” mutlak saygı göstermesi.
Saygı ancak korkuyla beslendiğinde ortaya çıkıyor galiba burada.
Bu ülkenin geleneği, göreneği, eğitimi sadece “devlet gücünü” yükseltiyor, burada kimse “koskoca yazar”,”koskoca şair,” koskoca ressam” olamıyor, burada sadece “koskoca” generaller, valiler, kaymakamlar var.
Bu gazeteciler, patronlar, işadamları da o “içi korkuyla doldurulmuş” şişkin saygıyı elde etmek istiyorlar.
Sadece saygı görmek değil, korkutacak güce de sahip olmak istiyorlar.
Emirler verebilmek, tayinler yapabilmek istiyorlar.
Artık hiçbir çağdaş ülkede bulunmayan bir “korkutuculuğun” parçası haline gelebilmek istiyorlar.
Bütün bu gizli işler, toplantılar sanırım bunun için.
Kendi halkını “korkutarak” bir yere varamaz insan.
Varsa da orada fazla kalamaz.
Bir yere varılacaksa, oraya ancak halkınızla, insanlarınızla, içinde korkuya hiç yer olmayan bir saygınlıkla varabilirsiniz.
Buna inanmadınız mı her şeyi, elinizdeki o hak edilmiş saygınlığı da kaybedersiniz.
TARAF