Gündüz kuşağı programlarının kararttığı hayatlarımız(!)

Mehmet Ödemiş gündüz kuşağı programlarının içeriğine dair önemli detaylar aktarırken topluma etkisini de inceliyor.

Dr. Mehmet Ödemiş / Star Açık Görüş

Gündüz kuşağı programlarının kararttığı hayatlarımız

Kinsey raporuna bakılırsa neredeyse her birey, toplumca kınanan yasaklı davranışları birden çok kez yapmıştı. Nihayetinde toplum "aslında ne kadar ahlaksız olduğuna" inandırıldı. Şimdi soru şu: Gündüz kuşağı TV programları, Kinsey raporu etkisi yapar mı, yoksa çoktan yaptı mı? Sizce?.. Türkiye'nin çok uzak olmayan tarihinde "mahrem şeyler" en yakındakine bile anlatılmazken şimdi en uzaktakilerle nasıl paylaşılabilir hâle geldi? Bir araya gelindiğinde Dede Korkut'ların anlatıldığı, Siyer-i Nebi'lerin dinlendiği bir muştulu toplumdan Allah'ın kapattıklarını bile; bile isteye ifşa edip ortalığa saçanların mahremlerinin izlendiği bir noktaya nasıl geldik? İnsanı "gelişmiş bir hayvan" olarak gören Alfred C. Kinsey öyle şeyler söylüyordu ki ona göre bebeklerin ağlaması bile bir tür orgazmı ifade ediyordu. Yetinmiyor, Amerikan toplumunun yarıdan fazlasının eşcinsel olduğunu yazıyordu.

Evvela tanımla başlayalım... "Gündüz Kuşağı Programları"yla sabahtan başlayıp neredeyse akşama kadar devam eden ve kanallarda birbirine yakın ya da ardışık olarak sıralanan, moderatörlerin zaman zaman uzmanlar (!) yardımıyla kimin elinin kimin cebinde olduğunu bulmaya çalıştığı, Reality Show tadında, biraz kurgu fakat fazlasıyla gerçek, evden kaçan kızların, kaçamayıp türlü dramlar yaşamak zorunda kalan kadınların, kadınlar tarafından ayartılan erkeklerin yahut erkekler tarafından taciz ve istismara uğrayan kadınların, aldatan eşlerin, cinayetlerin, bilumum gayr-i ahlaki ilişkilerin teşhir edildiği, gayr-i meşru çocukların kimliklerinin ortaya saçıldığı, reşit olmayanların haklarının istismar edildiği, çoğu zaman psikolojik ya da fiziksel şiddetle sona eren, muhtelif insan öykülerinin anlatıldığı programları kastediyoruz.

Öncelikle bağımlılık yapan bu programların, beynin hangi mekanizmasını tetiklediğini, eleştirenler hatta tiksinerek seyredenlerin bile kendini TV'nin karşısından alamama nedenini sorguladım. "İnsanlar, kendileri yapmaya cesaret edemedikleri ya da herhangi bir ilke/öğreti nedeniyle yapmaktan kaçındıkları ahlaka mugayir durum ve tutumları başkalarının üstünde görünce ne hissediyor?" Bunu merak ettim. Özel olanın, özelde kalması gerekenin teşhir edilerek "halka açıldığı" eylemlere şahitlik etmenin pornografiyle ilişkisi üzerinde düşündüm. Sonra bu kısa yazıya sığmayacak detaylarla okuyucuyu meşgul etmek yerine, meselenin nirengi noktalarına değinmenin yerinde olacağına karar verdim. Birinci nokta; bu ve benzeri programlarla mahremiyet kavramının hayatımızdan reverans yaparak çekildiğidir.

Ahhh mahremiyet, ahh!

TDK'ya göre gizlilik ile eş anlamlı olan mahremiyet (privacy) ve mahrem, hürmet/saygı kelimesiyle aynı kökten lakin sözcüğün familyası epey geniş. Haram, harem, muhterem, namahrem, muharrem, tahrim... Yaygın anlamının dışında bir manayla harman bile aynı kökten geliyor. Mahremiyete namahrem elinin değdiği bu programlar, eğer kaldıysa Türk/İslam aile yapısını tahrip etmekle kalmıyor, kökünü kazıyor. Merak ettiğim haremde işlenenin, mahrem ve haram olanın afişe edilerek geleneksel hürmet sınırlarının korozyona uğratıldığı bu programlara neden, niçin tahammül ediliyor? Mevcut kanunlar dahi bu içeriğe müdahale için fazlasıyla yeterli iken ve yıllardır yarattığı tahribat dillendirilmesine rağmen neden önlem alınmıyor? Çok temel bir ahlak ve hukuk felsefesi ilkesi olan "Tasvir-i masiyet saf zihinleri idlal eder." kuralını, RTÜK başkanı ve üyeleri başta olmak üzere mezkûr kurumun icra yasasını yapanlar bilmiyor mu? Değilse bu ülkeye bu kasıt niye?

Türkiye'nin çok uzak olmayan tarihinde "mahrem şeyler" en yakındakine bile anlatılmazken şimdi en uzaktakilerle nasıl paylaşılabilir hâle geldi? Bir araya gelindiğinde Dede Korkut'ların anlatıldığı, Siyer-i Nebi'lerin dinlendiği bir muştulu toplumdan Allah'ın kapattıklarını bile; bile isteye ifşa edip ortalığa saçanların mahremlerinin izlendiği bir noktaya nasıl geldik? O derece ki izleyenler, kendilerini adeta bir katarsisi deneyimlercesine hikâyenin içerisinde hissedebiliyor. Bu sadece beyaz camın etkisi mi yoksa başkalarının özel hayatındaki pornografinin cazibesiyle mi ilgili? Yaşayanlar stüdyoda, izleyenler evlerinde toplu bir ayini ya da grup terapisini deneyimler gibi nasıl da olan biteni içlerine çekiyor! Hazreti Nebi'nin "Allah tüm insanların günahlarını affedecek fakat günahlarını anlatanları affetmeyecek" sözü aklıma geliyor. Herkes hata yapabilir, günah ve çirkin işler yapabilir. Maddi ve manevi anlamda kirlenmek, yaşamakla eştir nihayet. Fakat bunu uluorta konuşarak, göstererek alenileştirmek; günahın meşrulaştırılması, anormalin normalleştirilmesi ve "şerrin enfekte edilmesi" anlamına geliyor. Tikel olan, zihinsel virüsler eliyle tümele dönüştürülüp kamusal bir problem hâline geliyor. Asıl tehlike de burada başlıyor.

Kinsey raporu ile münasebeti

Kinsey raporu; aslında "ne kadar ahlaksız olduğu"nu (!) Amerikan halkının gözüne sokan, elmanın dışardan göründüğünün aksine içinin ne kadar çürüdüğü masalını yutturan ve böylece Amerikan toplumunda on yıllar içerisinde LGBT'nin meşrulaşması ve pedofilinin yaygınlaşması da dahil büyük bir ahlaki erozyona yol açan -büyük oranda- kurmaca bir araştırmadan ibarettir. Aslında bir böcek bilimci olan Kinsey'in, kadın ve erkek cinselliğini incelediği kitapları yayımlandığında (1948 ve 1953) gazeteler "Amerika'ya atom bombası" düştü şeklinde manşetler atıyorlardı. Yayımlanan rapor, Amerika ve Avrupa ülkelerinde cinsel devrim olarak takdim edilip alkışlanıyordu. Oysa Kinsey'in binlerce kişi ile birebir görüşerek yaptığını iddia ettiği araştırmanın istatistik bilimi açısından parametreleri -olması gerekenin aksine- hiçbir zaman bilinemedi. Rockefeller Vakfı tarafından fonlanan araştırma, toplumu dönüştürmek için girişilmiş büyük bir projenin ilk aşamasıydı. Araştırma -dışarıdan görünenin aksine- Amerikan toplumunda homoseksüel ilişkilerin, pedofilinin, eşler arası sadakatsizliğin, evlilik dışı ilişkilerin ne kadar yaygın olduğunu ortaya koyuyordu. Kısacası toplum, zannedilenin aksine kendi kurallarını alabildiğine iğfal ve ihlal eden bir toplumdu.

İnsanı "gelişmiş bir hayvan" olarak gören Alfred C. Kinsey öyle şeyler söylüyordu ki ona göre bebeklerin ağlaması bile bir tür orgazmı ifade ediyordu. Yetinmiyor, Amerikan toplumunun yarıdan fazlasının eşcinsel olduğunu yazıyordu. Plana bağlı olarak rapor yayımlandıktan sonra gazeteler, dergiler ve televizyonlarda konu aylar hatta yıllarca aralıklı bir şekilde işlendi ve ne kadar değerli olduğu ve bilimsel bir gerçeğe ışık tuttuğu anlatıldı. Böylece kitlelerin zihninde yer etmesi sağlandı. Rapor sosyal gerçeklikle toplumsal normların (gelenek ve yasaların) örtüşmediğini açığa çıkarıyordu. Daha sonradan araştırmanın iddia edildiği gibi bütünüyle gerçek kişilerle görüşülerek yapılmadığı ve niceliksel olarak kabartıldığı anlaşılsa da raporla amaçlanan elde edilmiş oldu. Ahlak, aile, çocuk, evlilik, kadın, erkek gibi kavramlar yavaş yavaş anlam değişimine uğrarken mahremiyet ve cinsel değerler demode hatta gulyabani mefhumlara dönüştü. Özellikle 19. yüzyıldan itibaren hızlı bir değişim sürecine giren toplumda aile, bir melce görevi üstlenmişti. Fakat şimdi tüm geleneksel sığınaklar imha ediliyor ve alenilikle mahremiyet paradoksu arasındaki gerilim artıyordu. 

Şurasını tekrar vurgulayalım ki Kinsey raporu, Batı toplumlarında geleneksel ve dinî değerlerden kopuş ve yeni bir toplum inşası anlamında büyük bir deprem etkisi yarattı. Kurmaca raporun içeriğinin günlerce kitle iletişim araçlarında işlenmesi, gayr-i meşru ilişkilerin yaygınlığına dair travma etkisi yarattı. Rakamlara bakılırsa neredeyse her birey, toplumca kınanan yasaklı davranışları birden çok yapmıştı. Kimse dışarıdan göründüğü gibi ahlaklı değildi. Nihayetinde toplum "aslında ne kadar ahlaksız olduğuna" inandırıldı.

Şimdi soru şu: Yazının girişinde tarif ettiğimiz TV programları, Kinsey raporu etkisi yapar mı, yoksa çoktan yaptı mı? Sizce?..

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!