Aslında bugünkü yazımızda üzerinde duracağımız konular her biri tek başına ve ayrıntılı bir şekilde ele alınması gereken müstakil konular. Ancak ikisi farklı zamanlarda ele alındığı için bugün sadece son hadiseler münasebetiyle tekrar ele almak ve duygularımızı ifade etmek istiyoruz.
İki tanesinden de bugün gelişmelerle bağlantılı olarak sadece kısa notlarla söz etmeyi tercih ediyorum. Allah izin verirse fırsat bulduğumuzda ayrıca ayrıntılı olarak da üzerinde durmaya çalışırız.
Camiler de Tutuklu: Bugünlerde malum olduğu üzere çağdaş emperyalizm, yenli haçlılık ve uluslararası siyonizm üçlüsünün Allah’ın insanlığı hidayete, doğru yola iletmek üzere gönderdiği Yüce Kitabı’na karşı bir savaşı var. Fakat onların yerli işbirlikçileri de geri kalmıyor. Hatta diyebiliriz ki söz konusu üçlüyü cesaretlendirenler büyük ölçüde bu yerli işbirlikçileri oldu. Çünkü yerliler muhtelif zamanlarda Müslümanların kutsal değerlerini aşağılayan, hedef alan saldırı, yıkım, tahribat denemeleri yaparak o değerlere saygı duyanların tepkilerini ölçmeye ve yine Müslümanların evlatlarının arasından istihdam ettikleri elemanlarla nasıl bastırabileceklerini denemeye çalıştılar.
Geçtiğimiz günlerde Tunus’taki dikta yönetiminin “restorasyon” iddiasıyla ibadete kapattığı camilerden gizlice çekilmiş görüntülerin bir videosu yayınlandı. Görüntüler Tunus diktasının sadece insanları inançlarından ve ilkelerinden dolayı tutuklamakla kalmayıp onların Allah’a kulluk görevlerini yerine getirdiği mabetleri de tutuklu hale getirdiğini gözler önüne seriyor. Gerekçesi ise restorasyon yani onarım ve bakım.
Tunus’un tarihi sembolü ve bir ulucamisi niteliğinde olan Zeytun Camisi söz konusu iddiayla ibadete kapatılanların başında geliyor. Bu iddiayla kapatılan tarihi bir camide en azından bir bakım ve onarım çalışmasının olması gerekir. Ama caminin içi her tarafından dökülüyor. Tarihi mushafları yerlere atılmış. Kitaplıkları dağıtılmış. İnsanların namaz ve ibadet için giremediği camiye sarhoşlar akşam karanlık çöktükten sonra bir delik bulup girebiliyor ve kafayı çekebiliyorlar.
Zeytun Camisi’nin tarihi ve sembolik bir yönü olmasından dolayı ondan bir örnek olarak söz ettik. Aynı iddiayla ibadete kapatılan daha nice cami var. Diğerlerinin durumunun farklı olmayacağını hatta daha kötü olabileceğini tahmin edebilirsiniz.
Tunus’taki işbirlikçi diktanın dine karşı yürüttüğü bu maskeli savaştan biraz daha ayrıntıyla ve farklı boyutlarıyla söz etmek gerektiğini düşünüyorum.
ABD Sadece Kan Kusuyor: İşgale karşı sürdürülen kararlı direnişe rağmen Afganistan’daki işgal güçlerini çekmemekte ısrar eden ABD ve onun paralelindeki NATO gerek bu ülkeye ve gerekse lojistik destek vermekle suçlayarak mahkûm ettiği bazı Pakistan bölgelerine kan kusmaya devam ediyor. Gerçekleştirdikleri saldırılarda büyük çoğunlukla sivilleri hedef aldıkları artık iyice biliniyor. Buna rağmen yine de saldırıların Taliban’la çatışma esnasında gerçekleştirildiği iddiasında bulunma yüzsüzlüğünü gösteriyorlar. Oysa Taliban’la çatışmada sürekli kan kaybediyorlar. Buna karşılık Taliban’ın esasta Afganistan halkıyla bütün oluşturduğunu bildikleri için intikam amacıyla savunmasız sivil insanlara yönelik hava saldırıları gerçekleştiriyorlar. Son saldırılarında da aynı taktiği uygulayarak aralarında çocukların da bulunduğu birçok insanı vahşice katlettiler.
Irak’ta Yine Fitne Bombaları: ABD askerî güçlerini Irak’tan çekmiş gibi görünüyor. Ama siyasi planlarını çekmediği biliniyor. Fakat asıl önemli olan ektiği fitne tohumlarının can almaya, insanları toplu halde katletmeye devam ediyor olması. Irak’ta bir yandan seçim sonrasında oluşan siyasi manzarayla ilgili bir yapı oluşturulamadığı için istikrar sağlanamazken bir yandan da işgal güçlerinin ektiği fitne tohumlarından neşet eden bombaların patlatılması sonucu insanlar topluca katlediliyor.
“İsrail’in Yahudiliği” Pazarlığı: Siyonist işgal yönetimi Başbakanı Netanyahu’nun Abbas’la masabaşı görüşmelerinde dayattığı “İsrail’in yahudiliğinin itiraf edilmesi” şartı ile neyi kastettiğini bir iki cümleyle izah etmek mümkün olmadığından biraz tafsilatlı izahına ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz. Fakat meselenin asıl düşündüren yanı Abbas’ın göstermelik birtakım isteklerine karşı Netanyahu’nun da onun önüne böyle kocaman bir kazığı koymasıdır. “Eğer sen bizim o iğnelere oturmamızı istiyorsan sen de işte buna oturacaksın!” demek istiyor. İşgalci siyonistle masabaşına oturmanın sonunun buraya çıkacağını Abbas çok iyi biliyordu. Ama ABD emperyalizminin ve uluslararası güçlerin verdiği görevleri yerine getirmenin ötesinde bir şey yapmıyor.
VAKİT