Müslümanların varoluşlarını baştan sorgulamaları gerektiğini, biz kimiz, ne için yaşıyoruz, insanın yaratılış gayesine göre durumunun bir kez daha yeni baştan sorgulanması gerektiğini vurgulayan Musa Üzer, Müslümanların siyasetle ilgili ççıkarımlarını da bu perspektif doğrultusunda yeniden sorgulamaları gerektiğini dile getirdi.
İnsan Yeryüzünün Halifeliğine Talip Oldu...
Allah insana sorumluluk verdi ve insan yeryüzünün halifeliğine talip oldu. Bizim siyaset tasavvurumuz buradan başlar diyerek siyaset tasavvurumuzu anlatan Üzer şöyle devam etti:
Batı merkezli uzun bir tarihsel süreç sonrasında hayatın her alanını kapsayan yeni bir dünya oluşturuldu. Siyasal düzlemde ise adeta cetvellerle sınırlar çizildi ve herkes kendi sınırlarının içine yeryüzü cenneti gözüyle bakmaya başladı, oraya vatan diyerek onu kutsallaştırdı. Ulus devletin oluşturmuş olduğu toplumsal yapıyı yalnızca kardeş ve muteber bildi, diğer herkesi ayrı, yabancı sınıfına tabi tuttu. Maalesef en acı yanı da bu dünya, Müslümanların kabul ettiği bir yer haline geldi. İşte bu, yaşadığımız yüzyılın cahiliyesidir diyerek Müslümanların ağır bir sınavdan geçtiğini dile getirdi.
Biz Bir Mirası Devraldık...
Müslümanlar olarak bizlerin bir mirası devraldığımızı belirten Musa Üzer, bu mirasla çok ciddi deneyimlerin ve bilgilerin aktarıldığını belirtti. Musa Üzer avantajları sıraladıktan sonra en büyük dezavantajın, aynı mirasın bu modern dünyada nasıl yaşayacağımızı öğretecek donanıma sahip olmadığına dikkat çekti. Özellikle Kuran merkezli çalışma yapan cemaat ve camialarda görülen bir zaaf. Kuran çalışması yapan çevreler sanki din yalnızca dar teorik meselelermiş gibi sabah akşam şefaat, kabir azabı gibi konularla varlık gösteriyorlar. Geleneksel hurafelere karşı olmayı dinin kendisi sayıyorlar. Din bu değil ki. Üstelik modern dünyanın asıl hurafeleri bunlar değil. Kültürel, ekonomik, siyasi her boyutuyla tahakküm kurmuş bir modern dünya var. Bugünün fıkhı, bugünün siyaseti esas bununla mücadele etmektir. Hayatın bizzat içinde, hayatın her alanında tahakküm kurmuş bu düzenle mücadele etmektir din.
Bir Kur'an ayetini nasıl analiz edeceğimizi gesteren birçok usül ve metodumuz var lakin siyasal olayları nasıl bir bakış açısıyla analiz edeceğimizi gösteren bir usülümüz yok. Bu yüzden de başkalarıın ağızlarıyla konuşuyoruz, diyen Musa Üzer şöyle devam etti:
"Modern dönemde siyasal sosyal olayları yorumlamada hakim olan iki görüş ortaya çıktı; biri sosyalizm diğeri liberalizm, bunlara yerelde milliyetçiliği de ekleyebiliriz. Ne yazık ki müslümanlar da bu ideolojik yaklaşımların etkisiyle hayatı yorumluyorlar."
Müslüman Sorgulamalı...
Mevcut hükümet iktidara geldiğinde devrim niteliğinde düzenlemeler, reformlar gerçekleştirdi. Müslümanlar da hakkaniyetle destek verdiler. Kemalist sistemle hesaplaşma ve kronik sorunların çözümü gibi konularda destek vermek zaten beklenen bir şey ancak İslami hassasiyeti olan idareci hata yaptığında, Müslümanlar ne yapacaklarını henüz tam bilmiyorlar. Bunun fıkhı oluşmuş değil. Eleştirel yaklaşma, muhakeme etme geleneğimiz yok. Oysa yapmamız gereken şey; hayırlı bir iş yapıldığında desteklememiz, adalete ve hakkaniyete uymayan bir iş yapıldığında da eleştirmemiz, uyarmamızdır. Bu minvalde ne yazık ki son süreçte üç önemli problemle karşı karşıyayız:
Birincisi 15 Temmuz sonrası sürecin doğru ve adil yönetilememiş olması. Öyle bir tablo ortaya çıktı ki, İslami hassasiyeti olmayan kadroların doldurduğu istihbarat, emniyet ve yargı eliyle pek çok mağduriyet yaşandı. Bu mağduriyetler karşısında ne yazık ki İslami camia sesini çıkaramadığı gibi başlangıçta tasvip etti.
İkincisi referanslarda eksen kayması yaşanıyor. Hayata yalnızca Allah (C.C) merkezli, onun buyurduğu ilkesel perspektif doğrultusunda bakma bilincine ulaşmış Müslümanlarda güncel gelişmeleri “devlet, vatan, iktidar” gibi unsurları önceleyerek bakma pratiklerinin ciddi manada yaşandığını belirterek bu durumun başlı başına bir tehlike içerdiğini vurguladı.
Üçüncüsü resmi kemalist ideolojinin biçim değiştirerek yeniden tahakkümü meselesi. Malesef tam da resmi ideoloji ile hesaplaşılıyor derken Kemalist ulusalcı Aydınlıkçı ve Türk milliyetçisi kadroların bürokrasideki ağırlığı yetmiyormuş gibi Hükümetin ve ona bağlı medyanın dili, milliyetçi bir hal aldı.