‘Güncel Meseleleri Fıkhetme Metodumuz’

Bartın Özgür-Der’in konuğu bu hafta Musa Üzer idi.

‘Güncel Meseleleri Fıkhetme Metodumuz’ konulu seminer sunumunda Musa Üzer özetle şunları ifade etti:

İslam Dünyası son 150 yıldır halen devam etmekte olan ciddi süreçlerden geçiyor. 1900’lü yıllardan itibaren Müslümanlar işgalcilere ve onların işbirlikçilerine karşı direniş göstermişler asla zulme boyun eğmemiştirler. Bu topraklar üzerinde yaşayan dedelerimiz laik Kemalist rejime karşı direndikleri veya bu sistemi benimsemedikleri için sistem dışında kaldılar. Demokrat Parti ile birlikte girilen çok partili dönemle İmam Hatip Liseleri açılmaya başlandı. Bu süreçte İslami duyarlılığa sahip çevreler nispeten siyasal arayışlara yöneldiler, insanlarımız gelecek tahayyülünde farklı hedefler belirmeye başladı. Devrim yapmak, devleti ele geçirmek gibi öngörüler de bu kabilden zikredilebilir. 1980’lerde bazı Müslümanlar fikri devinimle birlikte cemaatleşme sürecine de yöneldiler. İşte bu süreç İslami çevrelerde güncel meselelerin fıkhedilmeye başlandığı süreç olarak adlandırılabilir. Çok ideal düzeyde bir netlikten bahsedilemese de Müslümanların birliktelik bilincini geliştirip kitleleşmeye yönelmeleri dönemi açısından çok değerliydi.

Islah ve İnşa Müslümanın Tarihsel Sorumluluğudur

Allah, insanı eşrefi mahlûkat olarak adlandırıyor ve yeryüzünde insanın başıboş bırakılmadığını söylüyor. İnsana bu sorumluluğu üstlenebilecek akıl nimeti verdiğini, yol yordamı öğreten elçiler gönderdiğini ve kendisine hayat programı olarak Kitabı Mübin’i gönderdiğini söylüyor. Allah Teâla insanı yeryüzünün halifesi olarak adlandırıyor. İnsanın doğası gereği yükümlülüklerini idrak etmesi; onu yeryüzünde ‘Müslüman, şahit ve sorumlu şahsiyet’ konumuna yükseltiyor. ‘Usvetün hasene’ olan Rasulullah (s) ve beraberindeki ilk Müslüman nesille birlikte modelleştirdikleri usul bizlerin de takipçisi olduğu çizginin ilk örneğidir. Artık biz onun izini Kur’an’ın rehberliğinde tanıklaştıracağız ve Rabbimize hayırlı kullar olmaya çalışacağız.

Günümüzde ne yazık ki Müslümanlar, gizli bir laiklik psikozuna saplanmış bir görüntü vermekteler. Yaşadıkları hayat “kendi dünyaları” ile sınırlı ve dinin birkaç pratiğine indirgenen hususlarla sürüyor. Müslüman sanki çevresinde olan bitenle ilgilenmiyor, fahşaya söz söylemiyor. Büyük Müslüman kitleler içerisinde mesela; Şiilerin bir kısmı 1400 yıl önce Kerbela'da şehit edilen Müslümanlar için gözyaşı dökerken, bugün aynı adaletsizliğin ve ceberut zulmün sürdüğü ve buna karşı hak arayışına yönelmiş Suriye’deki Müslüman kardeşleri için aynı tavrı taşımıyor hatta Müslüman olmayan unsurlarla birlikte oradaki Müslüman kardeşlerini öldürmeye yöneliyorlar. Bu nasıl bir akıl tutulmasıdır, nasıl çelişkili bir durumdur? Tekfir edip işin çıkmak kolaydır ama doğru değildir. Küçük ölçeklere indirgediğimizde günlük yaşantımızda aslında benzer çelişkiyi ne yazık ki bizde kendi örnekliğimizde minimize etmiş durumdayız. Modern hayat hızlı bir şekilde devam ederken bizleri belirli kalıplar içerisinde tutarak olmamız gereken yerden uzaklaştırıyor. Yani sanki zulme sessiz kalıyor ya da onu meşrulaştırıyoruz. Bu haleti ruhiye ile yaşanan süreçte nimeti kaybettik. Peki, bu yoksunluğumuzu giderebilmek için neler yapmalıyız? Yeniden Allah’ın dinine yönelmek ve onu hayatımızın yegâne dini haline getirebilmek konusunda nasıl bir sorumluluk örneği ortaya koyacağız? 

Modern Cahiliyeyi Iskalayan Kur’an Çalışması Olamaz!

Kur’an, içinde yaşadığımız toplumda Allah’a hamdolsun, hayatımıza yön vermesi, kitleleşmesi noktasında; toplumun önceki haline nispetle çok daha iyi bir konumda algılanıyor. Yani insanlarda Kur’an’a doğru bir yöneliş başladı, bu çok değerli bir pratik. Fakat ne yazık ki Kur’an ile olan ilişki az önce zikrettiğimiz eksikliğe atfen haftada bir okunmakla yaşanan bir kitap konumuna indirgenmiş hissini veriyor. Kur’an çalışması yapan insanların İslam dünyası ile Müslümanların gündemi ile alakadar olmadıklarını görüyoruz. Kur’an’ın kimliksel sorumluluğunu dert edindiğini söyleyen kesimler geleneksel kesimlerin yaşattıkları hurafelere karşı çıkıyorlar ama daha büyük etki alanına sahip bir hurafe olan laik Kemalist vesayete herhangi bir tepki geliştirmiyorlar hatta muhatap kitle ayrıştırması ile o kesimlerin daha rasyonel olduklarını bile söyleyebiliyorlar. Bu bir çelişki değil mi? Yanlış şefaat anlayışının eleştirilmesi ile toplumsal değişim gerçekleşmiş mi oluyor?

Uydurulmuş Din Tanımlamaları Hikmetten Uzak Yanlış Tanımlamalardır

Bu noktada bir diğer husus olarak üslup meselesi devreye giriyor. Müslümanların ıslah ediciler olma vasfını göz önüne aldığımızda teorik ve pratik bütünlüğünü saplamış bir Müslümanın uyarıcı bir kimse olarak “en güzel söz ile” kendisini anlatması, toplumun yanlışlarını gene aynı şekilde düzeltmeye gayret göstermesi gerekiyor. Bu bahisten Müslümanların kendi iç meselelerinde artık uydurulmuş din-indirilmiş din gibi tasnif tanımlamalardan kaçınması gerektiğini düşünüyoruz. Zira siz kendisini Müslüman olarak adlandırılmış bir kimsenin eksiklik olarak gördüğünüz kusurunu, uydurulmuşluk ile itham ederek nasıl düzeltebileceksiniz ki? Neticede kişilerin yaptığı içtihatlar, tefsirler, fıkhi yorumlar da felsefi yapısı itibariyle uydurulmuştur. Kendi sözünü vahyin gereği, muhatabınınkini tamamen vahyin dışında görmek çok tehlikeli bir tutumdur.

Uydurulmuş din ya da büyük kopuş gibi tanımlamalar özü itibariyle tekfircilik içerir ki bunu kabul etmek doğru değildir. Müslümanlar mütevazi olmak zorundadır. Kim neyden kopuyor? Özellikle son yıllardaki siyasal sürecin de katkısıyla İslami aidiyet ve duyarlılığı geçmişle kıyaslanamayacak kadar yükselen, ümmetin sorunlarıyla hemhal olan bir toplum vasatı yakalanmış iken büyük kopuş vs gibi tanımlamalar hikmetten uzak nitelemelerdir. Sadece AK Parti’nin Türkiye toplumunun siyasal yaklaşımında meydana getirdiği değişimi bile göz önünde bulundurursak bile bu tanımlamalar hakkaniyetten uzaktırlar.

Allah resullerinden örnek veriyor, hepsinin İbrahim’in, Yakup’un, Musa’nın, İsa’nın ve son nebi Muhammed Aleyhisselam’ın İslam’ı bir bütün olarak  kavradığını, İslam dışı cahiliye hayatını değiştirmek talebi ile toplumdaki zulüm odaklarına yöneldiklerini, zalime karşı çıkmak ve zulüm sistemine müdahale etmek kaygısını güttüklerini bizzat Kur’an’dan öğreniyoruz. Bugün içinde yaşadığımız toplum ise öylesine modernitenin etkisinde kalıyor ki; batıda propaganda edilen algının ve yaşam biçiminin cehalet rüzgârları öylesine etkili ve kuşatıcı olabiliyor ki cinsel sapkınlıklar, şeytanileştiren özgürlük talepleri, kişinin kendisini haşa rab yerine koyması ve Allah’a ait olan mutlak egemenliğin beşeri odaklara yakıştırılması bizim toplumumuzu da etkiliyor ve batıla meyil ettiriyor. Müslümanın nefsinden başlayan İslami kimliksel mücadelesinin bu alanda da şahitlik vasfını kuşanması gerekiyor.

Kitab-ı Kerim’de Rabbimiz bizlere ehl-i kitabı nasıl tarif ediyor: Diyor ki onlar kitaba inanırlar, vahyi bilirler, elçileri tanırlar, helalleri haramları bilirler ama içlerinde zaaf taşıyanlar var, kendine zulmedenler var, kendi nefsini ve kötülükleri kitaba onaylatmak isteyenler var hatta kitabı tahrif edenler, peygamberlerin arasını ayıranlar var. Ama öldükten sonra dirilmeye inanan, kendilerine Allah hatırlatıldığında gözyaşı döken, bildiği kadarıyla doğruya yönelmeye çalışan kullar da var. Bizim görevimiz içinde yaşadığımız –ekseriyetini dindarların oluşturduğu- toplumu toptancılık yaparak dışlamak olamaz. Hele ehl-i kitap mukayesesi ile geleneksel camiayı dışlamak ya da inkâr etmek pozisyonunda olmamalıyız. Peki, ne yapacağız? Allah’ın elçisi ve ilk öncü neslin Kur’an merkezli geliştirdikleri mücadele yöntemi ile var olan olumsuzlukları ıslah etme kaygısıyla çalışmalıyız. Eğer siz küresel cahiliyeye karşı bir fıkıh üretemez iseniz bugün taban tabana zıt düşüncelere sahip olduğunuz bir sürü çevre sizi kuşatacak ve hatta sizin çocuklarınızı elinizden kolaylıkla çekip alacaktır. İster katılın ister katılmayın bu, din anlayışını onaylamadığınız bir etkin yapılanmanın etkisi ile bile olabilir.

Bütüncül Perspektifle Varoluşu Anlamlandırma Çabası

İslam hayatı bireysel ve kamusal diye ikiye ayırmaz aksine İslam dini hayatı müthiş bir bütünlük içerisinde tanzim etmiştir. Sosyal, siyasal, kültürel tüm alanları ile hayatı İslami ölçülere bağlamıştır. Bizlerde bu perspektifle iş hayatında ve kültür alanında da etkin olmaya çalışmalıyız. Hatta kendi kültürümüzü inşa etmeye çalışmalıyız. Peki, bu nasıl olacak? Hayata İslam’ın değerleriyle müdahale ederek. Hikmet ve basiret perspektifiyle Resullerin örnekliğini göz ardı etmeden, akl-ı selimi esas alarak meselelere eğilmeliyiz. Eğer ki bizler az önce değindiğimiz hikmet ve basiret ile donatılmış güncel fıkhımızı kuşanmazsak bugünün realitesinde etkin düşünceler olan liberal ve sosyalist biçimleriyle modernite; kültürüyle, hayat formuyla bizi kuşatacaktır. Bu durumun örnekleri ne yazık ki yaşamaktayız. Örneğin; modern hayatın mahrem anlayışı var mı? Yok, o halde modern kadınının kafasına, bedeninin “kendi”sine olduğunu ve buna kimsenin karışamayacağı yerleştiriyorlar sonra travmalar, aile bağlarının iflası, fahşanın yaygınlaşmasının önü alınamıyor. Bireylerden oluşan toplumsal ve bizleri asıl ilgilendiren cemaatsel bağlar böylece zayıflıyor. Bu durumun Müslümanlar açısından çok büyük bir problem olduğu aşikârdır.

Bugünkü Nimetlerin Hakkını Vermek Mücadelenin İçinde Olmak Demektir

Bizler 28 Şubat sürecini hep birlikte yaşadık. O zaman zihnimizde öyle sanılar oluşuyordu ki, bir daha İslam’ın güzelliklerini hayatımızda hayal bile edemeyeceğimizi zannediyorduk. Allah’a şükür bugün verdiğimiz mücadele, belki İslami anlamda Sünnetullah’a dayalı bir toplumsal dönüşümü gerçekleştiremese de toplumda İslam’ı belli alanlarda yaşanabilir hale getirdi. Örneğin; başörtülü bacılarımız toplumun her alanında var olabiliyorlar.

Eğitim gören, üniversiteye giden insanlarımızı iki eğilim etkisi altına alabiliyor;  liberal ya da sosyalist yaklaşım tarzları. Örneğin gezi olayları gerçekleştiğinde, toplumdaki genç kitlenin gösterdikleri tepki bu iki eğilim üzerinden gerçekleşti. Biz henüz üniversitelerde ve toplumda kitlesel bir tabana sahip değiliz. Fakat Allah’a hamdolsun, İslami duruş sahibi yapılar ve hükümetin bu konuda dik durması sayesinde kazanımlarımızı korumuş olduk. Tabi ki bu noktada savrulmalar yaşayanlar, gösterdikleri tepkilerde tutarsız ve derinlikten yoksun bir şekilde olayları değerlendirenler de yok değildi. Şimdi bizler; akademik, sosyal, ekonomik alanlarda çok etkin olamasak dahi cami, Kur’an kursları, imam hatipler ve cemaatlerin kendilerine tahsis ettikleri alanlarda var olmamız bizi hayatın sol ve liberal yaklaşım biçimlerinin etkisiyle kuşatılmış günümüz insanının yaşam alanlarında etkin kılacak diyebilir miyiz?

İslam düşmanları gece gündüz demeden çalışıyorlar. Sosyal, siyasal, ahlaki, kültürel tüm alanlarda aktifler ve hayat formu üretiyorlar. Kendi dünyalarının insanlığa yegâne kurtuluş reçetesi olduğunu vehmediyorlar. Hayır! Bizler Müslümanız, küresel ve yerel bağlamda toplumumuzu ilgilendiren hatta insanlığı ilgilendiren tüm meselelerde İslam’ın çözümlerini fıkhetme ve ilkesel bakış açımızı Müslüman duruşumuzu vazetme zorunluluğumuzun var olduğunun farkındayız… Rabbimiz bizi Müslümanca yaşatsın ve Müslümanca hayatını tamamlayanlardan eylesin.

 

Etkinlik-Eylem Haberleri

Bursa’da Suriye devrimi ve Gazze konuşuldu
"Sürünün İçinde Dijital Dünyaya Bakışlar"
Başakşehir’den Gazze direnişine bin selam!
Adana Özgür-Der’de “Emperyalizm ve Siyonizm İlişkisi” konferansı düzenlendi
Özgür-Der Gençliği “İslami Perspektiften Psikoloji” kitabını değerlendirdi