Ramazan’dayız..
Bir kısımlarımız, ‘sadece yemek-içmek ve sair fizyolojik ihtiyaçlardan kendimizi belirli bir süre uzak tutmaya çalışmak’ sanmaktalar, Ramazan ve orucu..
Elbette o sınırlamalar da basit ve küçümsenecek şeyler değildir, çünkü insanın kendisini frenlemesinin en zor olduğu alanlardır. Ama, bu ibadet, bizi irade imtihanına tâbi tutmaktadır. Asıl olan, bu ilahî sınırlamaların hikmetini kavrayabilmektir.
Muhakkak ki, sabahtan akşama kadar aç ve susuz kalıp, akşam olunca tıka-basa yemek, kendimize ziyafet çekmek değildir, oruç tutmanın hikmeti.. Ki, nicelerimiz bu hikmetten uzak düştüklerinden, Ramazan’da terkettikleri veya sınırlayabildikleri zararlı veya kötü alışkanlıklarını iftardan ve hele de Ramazan’dan sonra aynıyla devam ettirmekteler.. Yazık, onlara..
*
Bir hadis-i nebevî rivayeti vardır, ‘insanoğlunun doldurduğu en kötü kab, kendi midesidir.’ meâlinde..
Buna karşı, ‘Yiyelim- içelim kâm alalım dünyadan..’; ya da, ‘Sen yeme ben yiyem..’ laflarına göre şekillenmiş ve insanı sadece behimî isteklerinin esiri haline getiren ve ‘sîreten’ değil, sadece ‘sûreten’ insan şeklinde değerlendiren materyalist anlayışlar vardır ki; bu, dünyayı yaşanmaz ve hedefsiz, gayesiz, bir noktaya doğru sürüklemektedir..
Yazının devamı için: Günahlardan arınmayı hedef alan bir hayat tarzı için.. - SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL