Günah Keçisi Avına Fuat Uğur da Davutoğlu’na İftira Atarak Katılmış!

Bugünlerde, seçim hezimetinin baş sorumlularından gösterilen iktidara yakın medyada, eleştirilerin kendilerine bakan yüzünü püskürtüp “suçu ve suçluları” başka adreslerde arama yarışı hızlanmış durumda.

HAKSÖZ-HABER

Hilal Kaplan, Salih Tuna derken Türkiye gazetesi yazarı ve TGRT’de program yapan Fuat Uğur da kervana katılmış. Uğur’un bugünkü Davutoğlu ve Suriye politikasını hedef alan “Erdoğan’ın En Büyük Hatası; Davutoğu” başlıklı yazısı, sorunları adam gibi masaya yatırmaktansa iftiralarla karışık günah keçileri üretmeye çalışan bir gayrı ahlakiliğe de veciz bir örnek olmuş.

Kendini sahici bir şekilde konuşmak, özeleştiriye kapı aralamaktansa saha dışından sorumlular üretip, yeni girişimleri de boğmak gibi bir taşla iki kuş siyasetinin kendisi ise daha baştan yaş tahtaya basma üzerine kurulu. Hakikaten de, iktidar medyasının kafatasının oldukça sağlam olduğunu da yeri gelmişken belirtmek lazım. Toslayacak duvar bırakmadıkları halde, aynı yöntem-mantıkla yola devam etmekten taviz vermediler bugüne dek. Ne diyelim, bunları yol kenarlarına dikenler takkeyi öne koyup bir kez daha düşünsün!

Havuzun Medyasının Tetikçilerinden Uğur Acem Palavralarıyla Anlamadığı İşlere Girmiş!

Uğur yazısında, filmi klasik biçimde başa sararak, Suriye meselesinde aslında Esed ve İran’ın olayların büyümemesi için çaba gösterdiklerini ama Davutoğlu’nun bu iyi niyetli çabaları(!) akamete uğrattığını “bakan hanımı dedikoduları” üzerinden ispata kalkışmakta. Esed her iki tarafa da (Türkiye ve İran) altı imzalı boş birer kağıt uzatıyor ve “içini siz doldurun, ne yazacaksanız uyacağım” taahhüdünde bulunuyor. İran tarafı kağıdı alıp uzuyor ama Davutoğlu bunu Erdoğan’a ulaştırmadan buruşturup atıyor!! (“Peki, aynı kağıdı(!) İran tarafı nasıl doldurdu acaba, merak eden kalmış mıdır?” sorusunu sormak bile, bu mantık(sızlığ)ın dolduruşuna gelmek olurdu herhalde) 

Böylelikle bir nevi, Türkiye bugün bu hale gelmişse, sorumlular bugünkü kadrolar değil, daha önce trenden haklı olarak indirilenler demeye getiriyor. Tabii bunda önemli ölçüde sorumluluğu olan Davutoğlu’nun bugünkü girişimlerinin de Türkiye için ne derece marazlı olacağını anlatmaya çalışıp, sevabına kamuoyunu uyarıyor! Uğur bunları yaparken, şahit kıldığı Fazıl Duygun üzerinden kendisine acar gazetecilik payesi de çıkarıyor. Fatih Altaylı vb. şahsiyetlerin yeni parti oluşumlarıyla ilgili yazılarında yer alan bilgilerin eski ve incir çekirdeğini doldurmayacak kıvamda olduğunu meallendirirken, kendisinin Davutoğlu’yla ilgili “hiç kimsenin bilmediği” bilgileri paylaştığını da izhar etmiş oluyor.

Lakin Uğur’un şark kurnazlığı şurada: Sadece iktidara ve kendilerine yönelecek eleştirilere falso yaptırıp projeksiyonları Davutoğlu’na çevirmesine vesile olacak “bilgi dediği dedikoduyu” paylaşmıyor; aynı zamanda geçmişte (2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin hemen öncesinde) ON4 TV gibi İrancı kanallarda boy gösterip Erdoğan, Mursi, Meşal gibiler hakkında ağzına geleni sıralayıp İran ve Hizbullah’a direnişçilik payesi biçen, (ilgili sözler ve daha fazlası bu linkte: https://www.youtube.com/watch?v=EuXiJAwz80g ), bilahare üçüncü sınıf pelikan rütbesiyle kale muhafızı konumuna erişen Duygun’a Mursi’nin Amerikancılığına dair Farısi ve temerrüdcü tezleri uzun uzun dillendirebilmesi imkanı sunuyor. (https://www.youtube.com/watch?v=TXRFZa9Qx9Y) Hem de tam da Mursi’nin vefatının ardından, yas ve taziye ikliminin havasının halen solunduğu bir ortamda.

Görüldüğü üzere şahidi açısından bir değişiklik yok. O, Erdoğan ve Mursi’ye hakaret ederken de temerrüdcülerin ve İran’ın dış politika analizlerine yaslanıyordu, Pelikan çetesine kapı kulu olduğunda da!

Ama değişen bir şeyler var.

Cumhurbaşkanına geçilen (ve aslında karabatak gibi uzunca bir zamandır görünüp kaybolan) mesaj şu:

“Geçmişte ümmetten sandığımız iç ve dış Amerikancılara yaslanmakla ve akıl vermekle iyi yapmadık. Bunu yapanların başında da, Mısır’da pekçok hataya imza atan Amerikancı Mursi’ye ve Amerika karşıtı Esad’a yanlış yaptıran, İran’ı da kandıran, dolayısıyla bizim bugün dar boğaza girmemize sebebiyet veren kirli aktörlerden Davutoğlu gelmektedir”!!

Yani Erdoğan, dış politikada bugünkü dar boğazlara girişimizi de inşa eden “geçmişte” de aldatılmıştı!

Mursi’nin vefatının hemen ardından, İran dış politika tezlerini dillendiren 3. sınıf bir “politik analizci”ye, hem de tek başına (yani bu tezlerin bir başka uzman tarafından sorgulanmasına izin vermeyerek) neden program yaptırılır ki.

Evet, Uğur’un yazısı, sadece seçim eleştirilerini medyadan savurmakla; sadece “bakan hanımı dedikodusuyla” Davutoğlu’nun yeni siyasi yürüyüşünü hedef almakla kalmayıp; aynı zamanda ulusalcı tezlere arka kapıdan yol verip, talep ettiği dış politika değişiminin az hasarla atlatılması için “günahı paylaştırmayıp” hedefi tekleştirmek gibi bir amacı da var. E geçmişi tümden bir günah galerisi ilan edecekseniz, elbette günahkarları ve aldatılmışları da konumlandırmanız gerekir.

Bir taşla bayağı kuş oldu. Ama bilinmeli ki; bu tayfanın elinden bu sapanlar alınmazsa, doğa hepten yaşanmaz hale gelecek!        

*

Fuat Uğur’un yazısının ilgili bölümlerini ilginize sunuyoruz:

ERDOĞAN’IN EN BÜYÜK HATASI; DAVUTOĞU

İkincisi de Abdullah Gül.

Ama nereden bileceksin ki? Dava arkadaşı olarak yola çıkıyorsun, bir de geriye dönüp bakıyorsun ki birlikte yola çıktıkların yarı yolda seni ekmişler, civarda buldukları yeni sevgililerle cilveleşmekteler. Aldatıldığını anladığında iş işten geçmiştir. Ama gerçek bambaşkadır. Esasında onlar baştan beri seninle değildi.

Defalarca yazdık zaten ama dün Fatih Altaylı da eski bilgileri yeniymiş gibi pazarlamış, oradan aklıma geldi. Ahmet Davutoğlu’nun eski İstanbul İl Başkanı Selim Temurci ile birlikte parti kurma çalışmalarını yürüttüğü sır da değil yeni bilgi de. Keza Abdullah Gül ile Ali Babacan’ın çalışmaları da öyle. Fatih Altaylı pirelere yarış yaptırırken Türkiye’nin Ankara temsilcisi Batuhan Yaşar, Ali Babacan’ın Ankara’daki çalışmalarını anlatmıştı.

Mesele o değil.

Ahlaki bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu geçen ay da yazmıştım.

“Partiden atılmayı bekleme, istifa et” diye çağrıda bulunmuştum Sayın Davutoğlu’na. Hakikaten inanamıyorum buna. Tamam, Abdullah Gül parti üyesi değil ama bildiğim kadarıyla Ali Babacan hâlâ parti üyesi. Neyi bekliyorlar acaba?

Geçtiğimiz günlerde Ali Karahasanoğlu bir televizyon programında “Davutoğlu piyangodan çıktı” demişti.

Saha deneyimi olmayan birini üniversiteden alıp Dışişleri Bakanı yapmak zaten uluslararası ilişkilerde bazı handikaplara yol açabiliyor. Kimi ABD dışişleri bakanlarının Orta Doğu’da saha elemanı (siz ajan da diyebilirsiniz) çalıştığını, bölgeyi avucunun içi gibi bildiğini düşünürsek bunun ne denli önemli olduğunu daha kolay anlayabiliriz.

Davutoğlu bakanlığı süresince Türkiye’yi çok ciddi sıkıntılara soktu. Stratejik Derinlik adlı kitabın yazarı olan birinden beklenmeyecek bir durum. Her hatasını Tayyip Erdoğan göğüslemek zorunda kaldı ve Davutoğlu da hep onun arkasına saklandı.

Erdoğan, Suriye meselesi patlak verdiği ilk zamanlarda Davutoğlu’nu defalarca Beşar Esad ile görüşmeye gönderdi. Beşar Esad ile iyi bir dostluk kuran Erdoğan, Suriye Devlet Başkanı’nı demokratik sürece geçişi kabul ettirebileceklerini umuyordu. Davutoğlu’na da güvenmişti. Geçtiğimiz yıllarda biz sandık ki Davutoğlu Beşar Esad’ı ikna edemedi. Bir dost olarak güvenilebilecek kişi olan Esad’ın içinden canavar çıkmış, bir milyona yakın insanı katletmişti. Bu olgu görüşmelere ilişkin kanaatimizi de pekiştirdi.

Şimdi aradan yıllar geçti pek çok çarpıcı gerçekle yüz yüze kalıyoruz.

Bir bakan eşinin gazeteci dostlarımdan birine anlattıklarından aktarıyorum.

Davutoğlu’nun Beşar Esad ile yaptıkları toplantılardan birine İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad'ın Dışişleri Bakanı da katılmıştı.

Beşar Esad onlara bu ayaklanma çıkmasaydı (O zamanlar henüz küçük çaplı devam ediyordu) bir sonraki yıl zaten bir anayasa taslağı hazırlayıp ülkeyi tedrici bir demokratikleşmeye götüreceklerini anlattı önce. Ahmet Davutoğlu’na da dönerek “Siz bir başörtüsü sorununu bile 12 yıldır çözemediniz, bizden böyle devasa bir sorunu bir günde bitirmemizi istiyorsunuz” dedi.

Esad görüşme devam ederken hem İran hem de Türkiye Dışişleri Bakanlarına altına imza attığı boş bir kâğıdı uzattı ve şöyle konuştu:

“Bu boş kâğıdı Sayın Erdoğan ve Sayın Ahmedinecad’a götürün. Ne yapmam gerektiği konusunda üzerini doldursunlar, ben razıyım.”

Peki, ne oldu o kâğıt? Ahmedinecad’a ulaştı mı bilmiyorum ama bana bu bilgileri aktaran kişiye göre Tayyip Erdoğan’a ulaşmadı. Çünkü  Davutoğlu o kâğıdı buruşturup attı.

O toplantılarda bulunan Suriyeli temsilcilerin daha sonra söyledikleri ise şuydu:

“Sayın Davutoğlu burada Erdoğan’ın temsilcisi değil de sanki ABD’nin Büyükelçisi sıfatıyla oturuyordu.”

Tuhaf ama onunla ilgili bu söz Mısır devrimi gerçekleştiğinde  İhvan hareketi ile liderleri Mursi’nin seçime katılması yolunda Türkiye tarafından ikna edilmesi sırasında da işitildi. Katılmasalardı her şey farklı olabilirdi. Mursi ve İhvan neredeyse zorla seçimlere itildi ve sonuç ortada. Üstelik İHH Başkanı Bülent Yıldırım ve gazeteci Turan Kışlakçı bu konuda sürekli uyarılarda bulunmasına rağmen. (*)

Kısaca Ahmet Davutoğlu ile ilgili söylenebilecek tek şey aslında bir şarkı:

“Sen de benim hatalarımdan birisin/Sen en büyük günahların bedelisin/Senin için harcanan zamana yazık/Sen en güzel duyguların katilisin”

(*) Gazeteci-Yazar Fazıl Duygun ATV Avrupa/Avrupa'da Gündem programı

https://www.youtube.com/watch?v=TXRFZa9Qx9Y

 

 

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!