Halk ayaklanmalarının yerel dinamiklerinin, hak ihlalleri boyutunun ve küresel sisteme etkilerinin konuşulduğu iki oturumlu programda öğrenci gruplarını temsilen Ceyda Atala giriş konuşmasını yaptı. Ceyda Atala, konuşmasında İslam coğrafyasındaki ayaklanmaları tarihin bir dönüm noktası olarak okuduklarını bundan dolayı sempozyumun ismini “Gündönümü” koyduklarını söyledi. “Sempozyum, öncelikle bölgedeki adalet arayışlarına bir katkı sunma amacını taşıyordu. Bu çaba, Müslüman öğrenciler olarak birlikte iş yapma pratiğimize de vesile oldu.” diyen Atala, konuşmasını Suriye ve Mısır için dua ederek sonlandırdı.
Giriş konuşmasının ardından ilk oturuma geçildi. Ahsen Sayan’ın yönettiği oturumun konuşmacıları Ahmet Emin Dağ, Yasin Şamlı, Ramazan Yıldırım ve Gülden Sönmez idi. İlk olarak sözü alan Ahmet Emin Dağ, Osmanlı’nın yıkılma süreci ile birlikte işgale uğrayan Arapların yoğunlukta olduğu topraklarda, sömürgecilerin fiili varlığının sona ermesinden sonra kurulan rejimlerin halka ait olmadığı vurgusuyla konuşmasına başladı. Küresel güçlerin sindirme politikası sonucunda diktatörlerce sürdürülen rejimler kurulduğunu söyleyen Dağ, bu düzenin 2010’a kadar bu şekilde devam ettiğine dile getirdi. Konuşmacı halk ayaklanmalarının ardından dengeleri yeniden kontrol etmek isteyen küresel güçlerin bölgede istikrarsız siyasi ortam oluşturma çabalarına dikkat çekti. Ahmet Emin Dağ, konuşmasında, küresel rekabetin en sıcak noktası olduğunu söylediği Suriye’de çözümsüzlüğe mahkûm edilmeye çalışılan süreci ve aktörleri tahlil etti.
Ahmet Emin Dağ’ın konuşmasından notlar:
-Suriye’de on yıllardır süren bir diktatörlük mevcut. Bu yapının siyasi, askeri ve ekonomik yapısında Esed ailesi başat rol oynuyor. Sosyalist-milliyetçi Baas Partisi siyasi yapının tek hâkimi. Askeri güçler ise Nusayri-Aleviler ile Şebbihalardan oluşuyor.
-Halk ayaklanmalarının ardından oluşan muhalif yapıda zamanla artış ve beraberinden farklılıklar meydana geldi. Cephede savaşanlar ile siyasiler arasında bir temsil sorunu var. Son dönemde gerçekleşen birlik çabaları, rejimin ömrünü uzatan bu sorunların kısmen çözülmesini sağladı.
-Esed ve Muhalifler arasında uzlaşma temelli bir çözüm mümkün görünmüyor. Çatışma daha uzun yıllar sürebilir. Süreç, insanlar üzerinde sosyo-ekonomik travmalar oluşturacak.
Dağ’ın ardından sözü alan Yasin Şamlı, Suriye’de hak ihlallerinin hukuki boyutunu değerlendirdi. Zulmün kalıcı olmadığı, adaletin asıl olduğu vurgusunu yapan Şamlı önemli olanın zulümler karşısında takınılan tavır olduğunu söyledi. Suriye’de hak ihlallerinin istatistiki boyutunun ancak astronomik rakamlarla ifade edilebileceğini belirten konuşmacı, uluslararası hukuk kuralları ve mekanizmalarının Suriye’deki sorunun çözülmesi için işletilmediğine dikkat çekti. Suriye’de sözün bittiği yerde olunduğunu hatırlatan Yasin Şamlı, bu bağlamda hukukun, hukukçunun kimliğinin, insan anlayışının, yeniden konuşulması gerektiğini dile getirdi.
Yasin Şamlı’nın konuşmasından notlar:
-Kadim dönemde savaşlar meydanlarda yapılırdı ve genellikle öldürülenler savaşçılardı. Oysa son 50 yılda 250 çeşitli bölgede silahlı çatışmalar sonucunda 86 milyon “muharip olmayan insan” öldürüldü.
-2011 Mart ile başlayan çatışmalarda öldürülenlerin sayısı 125.000. Tutuklu sayısı 500.000. Bu durum, Suriye’de bir azınlığın, çoğunluğu baskı ile yönettiğinin göstergesidir.
-Cenevre sözleşmesinde yer alan, yasak silahların kullanılmaması, muharip-muharip olamayan ayrımı yapılması, halka açlık çektirilmemesi kuralları ihlal edilmiştir. İşkenceye karşı sözleşmenin bulunmasına rağmen Suriye’de, tespit edilen yaklaşık 11.000 kişi işkence ile öldürüldü. İşkence ile öldürülme şekilleri arasında dayak, iple bağlama, gözlerin çıkarılması, yakma, elektriğe bağlama, aç bırakma ve kemiklerin kırılması yer alıyor.
-Çağımızın insan ve hukuk anlayışında sorun var. Bu sebeple mevcut uluslararası hukuk kurumları ile adalet sağlanamaz.
Bir sonraki konuşmacı Ramazan Yıldırım oldu. Halk ayaklanmaları ile birlikte korku duvarının yıkıldığını söyleyerek sözlerine başlayan Yıldırım, bu hareketlenmelerin Türkiye’de de yeni bir sayfa açtığını, canlılık getirdiğini, ümmetin sorunları üzerinde ortak zeminde konuşma yollarını açtığını dile getirdi. Yıldırım, İkinci Dünya Savaşı sonrasında bölgede ortaya çıkan, ölümü sistematik hale getirmiş lider tipolojisinin devrilmesi ile birlikte yeni bir mücadele döneminin başladığını söyledi. Konuşmasında Mısır’ın tarihi sürecini ve özel şartlarını tahlil eden Ramazan yıldırım, son dönemde İhvan-ı Müslimin’e karşı gerçekleştirilen darbeyi ve girişilen operasyonu değerlendirdi.
-Müslümanlar arasında birliğin sembolü olan hilafetin ortadan kalkması ile ne yapılması sorusu gündeme geldi. Mısır’da bu sorunun cevabı İhvan’dı. İhvan İslami kimlikli siyasi bir hareket olmasına rağmen kendisine siyaset imkânı verilmediği için varlığını cemaat olarak sürdürmüştür. İhvan 20. asırda İslam topraklarındaki en büyük harekettir.
-Devrimden sonra yapılan seçimlerde, partileşmeye giden İhvan oyların yüzde kırkını, selefi Nur Partisi ise yüzde yirmisini aldı. Böylece parlamentonun yüzde yetmiş beşini İslamcılar oluşturmaktaydı.
-Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında ve daha sonrasında İhvan-ı Müslimin olabildiğince engellenmeye çalışıldı. Seçimi kazanmasının ardından, Mursi Sürekli itibarsızlaştırılmaya çalışıldı. Ekonomik ve idari başarısızlıkla itham edildi ve basında bunun yoğun propagandası yapıldı.
- Gelinen nokta itibariyle çatışma, darbeciler ve darbe karşıtları üzerinden okunmalıdır.
-İslam dünyasında iyiye doğru bir gidiş vardır. Gündönümü başlamıştır. Yeni bir gündoğumu başlayacaktır.
Ramazan Yıldırım’ın ardından sözü alan Gülden Sönmez, halk ayaklanmaları birlikte İslam dünyasında bir özgüven oluştuğunu vurgusuyla söze başladı. Adil, onurlu, bir yaşam biçimini isteyen insanların bu şekilde belirleyici bir aktör olabileceğinin fark edildiğinin altını çizen Sönmez sürecin tamamlanabilmesi için Müslümanların üzerine düşen sorumlulukları hatırlattı. Mısır’daki devirm ve darbe süreciyle ilgili “Devrim realitelerle gelir, darbeler oluşturulan algılarla gerçekleşir” diyen konuşmacı Algı yönetiminin merkezi bir yerde durduğunu vurguladı. Sönme, darbe ve sonrasında ortaya çıkan hukuksuzlukları ve bu duruma karşı uluslararası yapının suskunluğunu hukuki açıdan değerlendirdi.
Gülden Sönmez’in konuşmasından notlar:
-Rabia Meydanı ve başka meydanlarda katliamlar meydana geldi. 7000’in üzerinde insan öldürüldü, 10.000 insan yaralı, 20.000 insan hapiste tutuluyor.
-Meydanlarda öldürülen insanlar yakılarak ve tanklarla ezilerek tanınmaz hale getirildi. Gözaltına alınan binlerce insan yargı önüne çıkarılmıyor. İşkence, cinsel taciz, onur kırıcı muamele gibi ihlaller mevcut. Bununla beraber iletişim ve haberleşme engelleniyor.
-Mısır yargısından veya uluslararası mahkemelerden adil tutum beklemek hayalciliktir. Bu durumda bize de düşen sorumluluklar vardır. İslam dünyası Mısır ve diğer bölgelerdeki hukuksuzlukları gündemde tutmalıdır.
-Müslümanların insan tasavvuru ile batılıların insan tasavvuru birbirinden farklıdır. İslam, her şeyi hukuk üzere olan bir dindir. Müslüman dünyanın kendi adalet mekanizmasını oluşturmaya çabalaması gerekmektedir.
Birinci oturum soru-cevap kısmı ile sona erdi.
Ardından konuşan Berdal Aral, Batının halk ayaklanmalarını ve değişimi destekleyen bir tavır göstermediğini belirterek sözlerine başladı. Sarkozy’nin Tunus’taki değişime karşı tavır sergilediğinin, ABD’nin Hüsnü Mübarek rejimini yıkılacağının kaçınılmaz olduğu anlaşılana kadar desteklediğini hatırlatan Aral, AB ve ABD’nin ikiyüzlü süreç boyunca ikiyüzlü davrandığını söyledi. NATO’nun Libya’ya müdahalesinin sebebinin halkı korumak değil Kaddafi’yi devirmek olduğunu dile getiren konuşmacı, ABD’nin Mısır’daki askeri darbeye darbe diyemediğini ve maddi olarak desteklediğini hatırlattı. BM’nin kendi yayınladığı doktrine göre vahim insan hakları ihlalleri yaşandığında müdahale etmesi gerekmesine rağmen yüzbinlerce kişinin katledildiği Suriye’ye müdahale etmemesini ikiyüzlülük olarak değerlendirdi. BM Güvenlik Konseyi’nin 5‘li yapısını eleştiren Berdal Aral Batılı Kurum ve devletlerin demokrasiyi menfaatlerine uygun yönetimlerin gelmesi olarak algıladığını vurguladı. Batılı ülkelerin bölgede her şeyden evvel İsrail’in güvenliğini ve çıkarlarını düşündüğünü belirte Berdal Aral meseleyi tutarlılık ve çelişkiler bağlamında irdeledi.
-Mantıklı ve adil tutum ayaklanmalara olumlu yaklaşımı gerektirmeli yahut bu insanları harekete geçiren saiklerin Batı olduğunu söyleyen olumsuz yaklaşımı gerektirmemeli.
-Müslümanlar açısından ciddi kazanımlar elde edildi. Siyasa İslam’ın iflas ettiği tezlerinden buralara gelindi. Statüko elindeki mevzileri korumaya çalışıyor, savunmaya geçti.
-1952’den beri kesintisiz diktatörlüğün yarattığı korku duvarı yıkılmıştır. Şu an zulüm ortamından bahsetmek mümkün değil. Müslümanlar kendi düzenlerini inşa etmeye çalışıyorlar ve halk diktatörleri özlemiyor.
-Direnişin başarısızlığa uğradığı söylenemez. Bombalarla Suriye’yi tarümar edip bir odaya sıkışmış bir rejimin henüz yıkılmamış olması başarısızlık değildir. Rejimin yıkılmamış olması tüm yeryüzünün suçudur Suriye halkının değil. Suriye’de kıyam edenler yeni tattıkları özgürlüğü kölelikle değişmezler. Köleliği bir daha asla Kabul etmeyeceklerdir.
Sempozyum soru-cevap bahsinin ardından sona erdi.
Fotoğraf: M. Furkan Olgun