“Türkiye’yi korkunç bir gelecek bekliyor.” Uluslararası çapta saygın entelektüellerden biri olan Noam Chomsky’nin son dönemlerde sıkça tekrar edilen bu tezi gerçekten iç karartıyor, insanı endişelendiriyor. Gerçi Türkiye’de Erdoğan-Davutoğlu çizgisindeki siyaset tarzı derinlik kazandıkça Chomsky’nin bu görüşünü paylaşan aydın, entelektüel, akademisyen, sanatçı sayısı giderek artıyor.
Bu sebeple olacak ki büyük düşünür Chomsky bize şanına yaraşır bir iyilik yaparak sürüklenmekte olduğumuz korkunç geleceği önlemek üzere iki ayaklı bir kurtuluş reçetesi yazıyor.
Chomsky’nin bizim için deklare ettiği kurtuluş reçetesi şöyle: “Türkiye içinde güçlü bir halk tepkisi ve müttefiklerden önemli bir baskı olmadıkça gelecek korkunç görünüyor”. Halk tepkisi ve müttefik ülke ve kurumlardan önemli bir baskı eş zamanlı olarak işletilmezse bizi bekleyen büyük bir felaket olacak. Yeni bir Gezi Ruhu veya 6-8 Ekim Ruhu siyasal ve toplumsal hayatı sıkıca presleyecek ve tam bu dönemde AB, ABD, NATO gibi müttefikler devreye girerek maruz kaldığımız otoriter ve totaliter gidişatı durduracak.
Esasen hepimiz biliyoruz ki Chomsky’in tezi Türkiye’deki seküler-Batıcı kadroların da temel söylem biçimidir. Askeri darbe imkânı ortadan kalktıkça, klasik devlet sınıflarının siyaseti ipotek altında tutma araçları işlevini yitirdikçe bu söylem tavan yapıyor.
Henüz Depresyonda Değilsiniz!
Her ne kadar arka arkaya ortak imzalı bildiriler kaleme alıyorlar, makale yazıp kimi rapor ve röportajlar veriyorlarsa da bunların çoğu toplumsal bir karşılık bulmuyor. Nakarata dönüşen “dipteyim, sondayım, depresyondayım” tarzı bohem ruh halleri toplumdan ziyade belli güç merkezlerine gönderilen sinyallerden ibaret. Mesela romancı kimliğiyle bilinen ve sadece Türkiye’de değil pek çok ülkede okunan Elif Şafak’ın İngiltere, Almanya, İtalya gibi ülkelerin önemli gazete ve dergilerinde çıkan makale ve röportajlarına bir de bu bağlamda bakmakta fayda olur.
Der Spiegel, La Repubblica’nın ardından Guardian için kaleme aldığı bir makalede Elif Şafak Türkiye’ye dair son derece depresif bir toplumsal ruh hali çiziyor. Yanlış anlaşılmasın “neden Türkiye’yi yurtdışında şikâyet ediyor? Milli gururumuz inciniyor!” tarzı milliyetçi bir refleksle itiraz etmeyeceğim söylenenlere.
Burada ilgili olduğumuz konu kesinlikle milli duygular filan değil. Tersine kim tarafından ve ne maksatla yapılıyor olursa olsun hakikatin tahrifi konusunda üstlenilen çirkin misyonun ta kendisidir bizi rahatsız eden.
Guardian okurları elbette Türkiye’nin kaygı verici gidişatına ilişkin pek çok makale okumuştur. Ancak Elif Şafak’ın makalesi İslam toplumu içerisinde “kozmopolit bir güzergâh” tutmuş, Fransa devleti nezdinde “Sanat ve Edebiyat Şövalyesi Nişanı” ödülüne layık görülmüş bir sanatçı olarak elbette ki büyük bir önem taşımaktadır. Elif Şafak’ın büyük endişesi AB sürecinden uzaklaşmak ve Suriye başta olmak üzere Orta Doğu’ya müdahil olmak. Bunun sonucu ona göre şöyle tezahür ediyor: “Açık olan bir şey var ki kolektif olarak depresyondayız. Mutsuz bir topluma dönüştük”. Ne zaman başladı ve belirginleşti bu depresyon ve mutsuzluk hali sorusunun cevabı çok net: “Gezi eylemlerinden sonra yükselen kutuplaşma, insanların kendini aynı topluma ait hissetmedikleri kritik bir seviyeye erişti.”
Ülke ve toplumu kim kutuplaştırdı, kimin sayesinde ülke birliğini yitirdi? Elbette ki Tayyip Erdoğan sayesinde oldu bütün bunlar. Çünkü Elif Şafak’a göre büyük kriz alanlarından biri “Türkiye’nin dış politikasını diplomasiden çok ideoloji şekillendiriyor” olması. Ne olmalıydı peki? “Türkiye seküler, modern ve uluslararası toplumla entegrasyonunu sağlamış bir ulus devlet olmayı sürdürmeliydi.” Seküler, modern, Batıcı ulus devlet modeli ve rotası hiç ideolojik değil ama pekâlâ objektif ve bilimsel oluyor demek ki romancı hanımefendi nezdinde.
Kozmopolitan ve Göçebe Değiliz!
Kendilerini yalnız ve mutsuz hisseden, umutsuzluk ve paranoya iklimine duçar olan Türkiye’nin demokratları için nasıl bir normalleşme süreci münasip görülüyor? Elif Şafak’ın cevabı şöyle: “Türkiye Suriye veya Ortadoğu’ya karışmak yerine, derhal kendine bakmalıdır”. İfade özgürlüğünün bu süreçte yok edildiği de altını kalınca çizerek söylüyor. Mesela “Eskiden politikacılar ve iktidardakilerle dalga geçilebilirdi. Bugün bunlar mümkün değil, gülmeyi unuttuk” diyor. Bir başka yerde “Beni en çok kaygılandıran başka bir şey de mizah duygusunu yitiriyor olmamız. Birçok karikatüristin başları çizdikleri yüzünden, belaya giriyor” diye ilave ediyor.
Gülmeyi unutan, mizah duygusunu yitiren toplum dediği hikâye şu: “Penguen’in iki çizerinin Erdoğan’a ‘top işareti‘ yaparak hakaret ettikleri gerekçesiyle aldıkları ceza”. Edepsizliği, haysiyet cellatlığını, iffet düşmanlığını görüyor musunuz? Top işareti, nonoşluk, homoseksüellik isnadı çok hoşunuza gidiyorsa hem kendiniz ve eşiniz hem de anne-babanız, dost ve arkadaşlarınız için Penguen çizerlerine sabah akşam türlü fanteziler içeren karikatürler çizdirmek için hemen sipariş verin olsun bitsin. Sizin kendinize yakıştırdığınız müptezelce pislikleri hiç kimse kendine yakıştırmaya mecbur değil, neden idrak edemiyorsunuz?
1 Kasım seçimlerinin ardından La Rebuplica’ya verdiği röportajda da benzer vurgular göze çarpıyor hemen. Sonuçları değerlendirirken içinde bulunduğu tutarsız ve toplum düşmanı ruh halini şu üç cümleyle basitçe ortaya koyuyordu: “Türkiye’deki demokratlar, liberaller ve muhalefetin kalbi kırıldı. Onlar, ülkelerinde kendilerini sanki sürgünde gibi hissediyor. Toplumun yarısı, kendini yalnız ve demoralize olmuş hissediyor.”
“Türkiye’de demokrasi sallantıda, her an yıkılabilir” veya “Türkiye’de İslami köktencilik ölümcül bir tehdit olmayı sürdürüyor” türü mesajlarla ilgili kamuoyuna verilmek istenen mesaj aşikardır. Kendi ifadesiyle “dindar olmayan, örgütlü dinlerin insanları ayrıştırdığını düşünen, kozmopolitan ve göçebe yaşam” tarzıyla gurur duyan Elif Şafak’ın politik-siyasi yazılarının tamamını okumakta büyük faydalar var. Bol bol güldürür hızlıca depresyondan kurtarır, benden söylemesi.
Yeni Akit