***
Ruşen Çakır/Vatan
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı bünyesindeki Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Bürosu’nda görev yapan Cumhuriyet Savcısı Serdar Coşkun yönetiminde, Fethullah Gülen hakkında soruşturma başlatılmış olması, 17 Aralık süreciyle alenileşen Gülen cemaati-AKP hükümeti savaşında yeni bir safhaya geçildiğinin göstergesi. Bu yeni safhayı, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın "inlerine gireceğiz, köklerini kazıyacağız" gibi sert ve keskin ifadelerle duyurmuş olduğu Cemaat’in üzerine yasal yollarla gidilmesi olarak tanımlayabiliriz.
Başsavcılık yetkilileri, delillerin henüz toplanmaması nedeniyle soruşturmanın hangi suç maddeleri kapsamında yürütüldüğüne ilişkin bilgi vermek istemiyorlar ancak yine Erdoğan’ın ve diğer iktidar partisi sözcülerinin ifadelerinden hareketle Gülen’e "casusluk, darbecilik, suç örgütü liderliği" gibi suçlamaların yöneltilmesi şaşırtıcı olmayacak.
Kuşkusuz adli bir soruşturma söz konusu, ancak bunun ilk duyurusunun, bir televizyon canlı yayınında Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik tarafından yapılmış olması tamamen siyasi bir soruşturmanın eşiğinde olduğumuzu gösteriyor.
Siyasi bir soruşturmanın söz konusu olduğuna dair başka kanıtlar vermek gerekirse:
1) Gülen yıllar önce Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından benzer suçlamalarla yargılanıp beraat etmişti. Bu yargılama da 28 Şubat süreciyle bağlantılı ve "tamamen siyasi" olarak algılanmıştı.
2) Bu davadan sonra Gülen hakkında herhangi bir soruşturma söz konusu olmadı. Hatta kamuoyunda kendisi ve cemaatine yönelik eleştiri ve suçlama yöneltenlerin başı sık sık yargıyla belaya girdi.
3) 7 Şubat 2012’deki MİT krizine rağmen AKP hükümeti Gülen ve cemaatine alenen savaş açmadı, hatta Başbakan Erdoğan, aynı yıl düzenlenen Türkçe Olimpiyatları’nda sevecen bir üslupla Gülen’in ülkeye dönmesini rica etti.
4) Fakat 17 Aralık 2013 rüşvet/yolsuzluk soruşturmaları nedeniyle her şey tersine döndü ve Başbakan, ilk günden itibaren bir suç örgütü olarak tasvir ettiği Cemaat’e karşı yargıyı göreve çağırdı.
5) Hükümet 17 Aralık’tan bu yana "paralel devlet"i ayıklama gerekçesiyle birçok savcı ve yargıcın yerini değiştirdi, kilit yerlere güvendiği isimleri yerleştirdi.
Soruşturmanın geleceği
Siyasi iktidar, Gülen’e yönelik soruşturmayla şunları hedefliyor olabilir:
1) Cemaat’in ülke içindeki faaliyetlerini sınırlama, hatta engellemenin yasal zeminini oluşturmak.
2) Cemaat’in özellikle eğitimle ilgili faaliyetlerine ilgiyi azaltmak.
3) Cemaat’e destek veren kesimleri ürkütüp caydırmak.
4) Başta okullar olmak üzere Cemaat’in yurtdışındaki faaliyetlerini zorlaştırmak.
5) Fethullah Gülen’in ABD’den iadesini, en azından sınır dışı edilmesini sağlamak.
Bu soruşturmanın Cemaat’in ülke içindeki konumunu nasıl etkileyeceğini kestirmek için öncelikle Gülen dışında kimleri kapsayacağı, tutuklamalar olup olmayacağı, suçlamaların mahiyeti gibi hususların netleşmesi, ardından Cemaat’in bunlara nasıl cevap vereceğinin ipuçlarının belirmesi gerekir. Hükümetin çok sert bir saldırı yürütmesi halinde Cemaat’in de elindeki kozlara başvurması, dolayısıyla yeni bir "tapeler dönemi" yaşanması ihtimal dahilindedir.
Bu açıdan bakıldığında, soruşturmayla birlikte dinmiş gözüken Cemaat-hükümet savaşının tekrar şiddetlenmesi, Cumhurbaşkanlığı, hatta genel seçimlerin gidişatını da doğrudan etkileyebilecek; Cemaat 30 Mart yerel seçimleri öncesinde olduğu gibi imkânlarını AKP’nin (ve Erdoğan’ın) rakiplerine karşı seferber edebilecektir.
Hükümetin siyaseten arkasında durduğu belli olan bu soruşturma nedeniyle muhafazakâr kesimlerde 17 Aralık sürecinde başlayan Gülen cemaatini yalnızlaştırma eğilimi daha da güçlenebilir. Bu noktada dikkatimizi öncelikle Cemaat okullarına vermeliyiz. Zira dindar aileler, kendileri Gülen cemaatine yakın olmasalar bile, popülariteleri nedeniyle çocuklarını Cemaat okullarına gönderiyorlardı. Onlarda yaşanacak bir tavır değişikliği Cemaat’i krize sürükleyebilir.
Benzer bir şekilde, Cemaat ile organik bir ilişkileri olmamakla birlikte onun, başta okullar olmak üzere faaliyetlerini maddi olarak destekleyen kesimlerde (ki çoğunluğu muhafazakâr olmakla birlikte içlerinde böyle olmayanlar, hatta gayri müslimler de bulunuyor) de 17 Aralık’la birlikte, daha çok hükümetle ters düşmemek için zaten başlamış olan geri çekilme daha da artabilir.
Cemaat’in yurtdışındaki okullarının nasıl etkilenebileceği konusunda öncelikle şu hatırlatmayı yapmalıyız: Başbakan Erdoğan daha 17 Aralık sürecinin ilk günlerinde Ankara’da bir araya gelmiş olan büyükelçilere bulundukları ülkelerde Cemaat’in "gerçek yüzü"nü anlatma talimatı vermişti. 1 Şubat günü kaleme aldığımanalizde "Mutlaka belli zararlar göreceklerdir ancak yurtdışındaki Cemaat okullarının faaliyetlerinde çok ciddi olumsuzluklar yaşanacağını sanmıyorum. Hatta hükümetin, ülke içindeki faaliyetlerine belli engeller getirmesi halinde Cemaat ağırlığı iyice yurtdışına ve okullara verebilir" diye yazmıştım.
Bu konunun önde gelen uzmanlarından, "Orta Asya’da İslam Misyonerleri: Fethullah Gülen Okulları" (İletişim Yayınları, 2005) kitabının yazarı, Türk asıllı Fransız araştırmacı Bayram Balcı, Cemaat-hükümet çatışmasının Orta Asya ve Kafkasya’ya olası etkileri üzerine kaleme aldığı bir yorumunda şöyle diyor: "Orta Asya ve Kafkaslar’da Cemaat ağı için sahici tehdit hükümetin saldırısına uğramak değil yerel yönetimler tarafından tehlikeli görünmektir. Gülen ağının (belki Azerbaycan dışında) yerel siyasi mücadelelere dahil olmaya ne niyeti ne de yeterince gücü var. Bununla birlikte, böyle bir hırsı bulunsun ya da bulunmasın, Orta Asya ve Kafkaslar’daki rejimler onun bu yeteneğe fazlasıyla sahip olduğuna inanıyora benziyorlar. Geleceğe yönelik imkân ve niyetleri ne olursa olsun Gülen ağı bu ülkelerdeki itibarının bir kısmını çoktan yitirmiş durumda. Bu hareketin gücü hem şaşkınlığa, hem de, Türkiye’deki siyasi emellerini ve devlete sızma kapasitesini daha fazla gizleyemediği için, güvensizliğe yol açıyor."
Gülen’in iade edilme ihtimali düşük
Başlatılan soruşturmanın Gülen’in ABD’den iadesini sağlama ihtimalinin çok düşük olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü:
1) Gülen Pensilvanya’da mütevazı bir sürgün hayatı yaşamıyor, küresel ölçekteki cemaatinin faaliyetlerini buradan yürütüyor. Bu bağlamda yanında geniş bir ekip var ve sürekli olarak ziyaretçiler kabul ediyor. Öte yandan ABD’de 11 Eylül 2011 terör saldırılarının ardından İslami kişi ve kurumların faaliyetlerinin çok sıkı denetime tabi tutulduğu biliniyor. Buna rağmen Gülen’in şu ana kadar ABD’de herhangi bir ciddi sorunla karşılaşmamış olması, onun faaliyetlerinin Amerikan yönetimini rahatsız etmediği sonucunu çıkarabiliriz.
2) AKP’nin de dahil olduğu dünya çağındaki birçok İslami grup, parti ve hareketin aksine Gülen, Batı karşıtı bir İslam yorumu geliştirmiyor. Hatta onun perspektifinin, ABD başta olmak üzere Batı’da çok arzulanan "ılımlı İslam" kalıbına çok uyduğunu söyleyebiliriz.
3) Washington, özellikle Ortadoğu ile ilgili konulardaki görüş ayrılıkları nedeniyle belli bir süredir AKP hükümetiyle arasına belli bir mesafe koyuyor. Ayrıca başta basın özgürlüğü olmak üzere temel hak ve özgürlükler, hukuk devleti, yolsuzluklar gibi konularda Ankara’ya açık ve sert eleştiriler yöneltiyor.
4) Bu bağlamda, Amerikan yönetiminin 17 Aralık sürecinde Cemaat’e daha yakın bir pozisyon aldığını söyleyebiliriz.
5) Son örneğini New York Times’ın 2 Mayıs tarihli başyazısında görüldüğü gibi yine 17 Aralık sürecinde, Batı ve Amerikan medyasında çıkan çok sayıda haber, yorum ve analizin çoğunluğunun ortak noktasının hükümete yönelik bariz bir antipati, Cemaat’e yönelikse, gizlenme ihtiyacı hissedilmeyen bir sempati, en azından empati olduğunu söyleyebiliriz.
Sonuç olarak, esas olarak siyasi nedenlerle başlatıldığı aşikâr olan bu soruşturmanın içeride Cemaat’i zorlayabileceğini, buna karşılık dışarıda, özellikle Batı’da hükümetin imajını daha fazla zedeleyebileceğini öngörmek mümkün.