Sovyetler Birliği döneminde, (komünist) Doğu ve (kapitalist) Batı blokları arasında "soğuk savaş" sürerken, kapitalist dünyadan tezgahlanan güçlü ve yaldızlı propagandalarda, Batı dünyasında işçilerin, çalışanların haklarını koruyan sendikalaşma hareketleri örnek gösterilir ve "Sovyetler"de ve diğer komünist ülkelerde, sendikal hakların bulunmadığı"na dikkat çekilirdi.. Doğru ve mantıkî bir sorgulamayı davet eden bir yaklaşım idi, bu.. Buna karşı, özellikle bizdeki marksistler, (ki, bazıları hâlâ da yazı hayatında olan ve marksizm bittiği için, koltuk değneği olarak kemalizme yaslanan topal ördek durumundalar) bu mâkul sorgulamalara karşı, teorik olarak doğru gibi gözüken, ama gerçekleri yansıtmayan şu cevabı verirlerdi:"Yahu, işçi ve emekçiler Hükûmet"te! Kendilerine karşı mı mücadele verecekler?"
Bazıları da yutardı, bu laf canbazlığını..
Şimdi, Gül"ün Cumhurbaşkanı olması ile, "TSK"nın duruma müdahale edip etmiyeceği" ihtimali de, şeklî mantık açısından benzer bir muhakeme de karşımıza çıkarılabilir ve aynı mantıkla, "TSK, milletin değil mi ki? Kime, niçin, nasıl müdahale edecek?" diye sorulabilir ve soruluyor da..
Ama, hele de son yüzyılımız, hep, milleti ve ülkeyi kurtarmak adı altında yapılan darbelerin millete çektirdiği büyük acı ve sancılar içinde geçtiğinden, milletin orduyla ilgisi üzerindeki idealist yorumların geçerliliği, sorgulanmaktan uzak kalamamaktadır..
Bütün o darbelerden sonra, ülkenin ve devletin kurucu unsurunun esasen "askeriye" olduğuna dair laik fetvaların getirdiği teslimiyetçi tavırlar da bir ayrı dert..
Umarız ki, bu gibi zorbalıklar ve de onların destekçisi olan çanakyalayılıcık örnekleri son bulur, hâfızâlardan silinir ve tarihin çöplüğüne fırlatılıp atılır; Abdullah Gül devri, inşaallah gerçek bir "gül devri"ne atılan bir adım teşkil eder. Her ne kadar çetin bir yolculuk olsa da..
Bu çetin yolculuğu iç kamuoyundan daha az olmayan bir ilgiyle takib eden dış kamuoyu da görüyor.. Nitekim, Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı seçilmesine dünya büyük ilgi gösterdi.. Çünkü, Gül"ün selefinin kim olduğunu bile bilmeyen dünya âşina bir simâyla karşılaştı.
Ama, asıl konu, "İslamcılar laik sistemi yıkarlar mı?" suali idi..
Nitekim, etkin İngiliz gazetelerinden Independent, dün, Gül"ü "Laikliğin ve İslam'ın kavşağında bir cumhurbaşkanı" olarak değerlendiriyor ve " Silahlı Kuvvetler"in neden müdahale etmediği?" sorusuna cevab aramaya çalışıyordu..
Daily Telegraph gazetesi ise, başmakalesinde, "Türkiye'nin laik yerleşik düzeninde dünkü oylama şok dalgaları meydana getirdiği" belirtiliyor ve Büyükanıt'ın evvelki gün yayınladığı sert mesajlar ve, "Fakat TSK'nin müdahalesi durumunda, bunun çılgınca ve gereksiz bir karar olacağı" ve 'Gül'ün eşinin başörtüsünün, laik kanadın hassasiyetlerine dokunduğu ve bir askerî müdahalenin ülkenin problemlerini daha da içinden çıkılmaz hale getireceği, Batı"nın çıkarları da bundan ciddi bir darbe yiyeceği" hatırlatılıyordu..
"The Guardian" ise, 'Cumhurbaşkanlığı köşküne ilk kez seccade gireceği"ne dikkat çekiyor ve ayrıca "30 Ağustos kutlamalarına Gül"ün başörtülü eşini de alarak gitmeyi ve böylece generallerin öfkesini üzerine çekmeyi göze alıp alamıyacağını" soruyordu.. "Financial Times' ise, 'Askere meydan okuyan Türkiye Gül'ü lider seçti' başlığına ağırlık vermişti. Times ise, "Yeni İslamcı Cumhurbaşkanı Türkiye'nin laik yasalarını koruma sözü veriyor' diye, bir çarpıklığa ve de "Generallerin Gül"ün seçimini gerçekleştiren Meclis oturumuna boykot ettikleri"ne dikkati çekiyor; Gül'ün seçilmesinin 'Atatürk'ün vizyonundan da kopuş' mânasına geldiğini belirtiyordu. Bütün bunlar, İngiliz emperyalizminin 85 yıllık "kemalist uygulamalar" üzerine ne kadar titrediğini de gözler önüne seriyordu..
Sadece İngiliz gazetelerinin yazdıklarına değinişimiz, İngiliz emperyalizminin, Batı emperyalizminin en tecrübeli kesimini oluşturmasından..
O yazılarda dile getirilenlerin dün, (Gülhane Askerî Tıb Akademesi) GATA"da yapılan askerî törende yaşandığı gözlenebiliyor ve hattâ, Gen. Kur. Büyükanıt"ın yeni Cumhurbaşkanı Gül"ü selâmlamaktan kaçındığına dair yansıyan görüntüler ve hemen bütün komutanların hitablarında da, "Sn. Cumhurbaşkanım!" şeklindeki klişe ibareyi bile, ince bir şekilde, (m) harfi atılarak, "Sn. Cumhurbaşkanı" diye rötuş yemesi dikkatlerden kaçmıyordu.. Hele, oradaki subay ve komutanlara ve GATA"nın askerî öğrencilerine -sanki bilmiyorlarmış gibi- hoparlörden, "Cumhurbaşkanı ayakta karşılanır" hatırlatmasının yapılması bile, bir zorakiliği ve içten gelmeyen, bir şeklî saygıyı yansıtıyordu.
Evet, milletin iradesine boyun eğmek, güç sahibleri ve gücetaparlar için hiç de kolay değildir. "Gerçek Cumhûriyet" rejimi böyledir. Ve dünyaya, başta "Cumh." gazetesi olmak üzere, sadece mâlum gazetelerden bakmaya alıştırılmış bir asker kitlesinin ve oligarşik zihniyetli mâlum yüksek bürokrasinin, oyunun bozulup, gerçekten de halkın iradesine göre bir düzene geçilmesine sempatiyle bakmıyacakları ve netice alamıyacaklarını bilseler bile, psikolojik savaş taktikleriyle, en azından kendilerini tatmine çalışacakları bir daha anlaşıldı..
Ancak, o ordu, ülkenin bütünlüğünün tehlikeye girmesi halinde en fazla darbe yiyecek olan kurumdur. Çünkü, AK Parti bugün, ülkede her iki insandan birini temsil etmektedir ve Gül"ün ise, her üç insandan ikisinin desteğine sahib olduğu kamuoyu yoklamalarından anlaşılmaktadır. Bu büyük kalbî desteği gözardı edenler hüsranla karşılaşacaklarını unutmamalıdırlar.. Üstelik, bilinmelidir ki, AK Parti, bugünkü haliyle ülkenin sadece bir sıradan ve basit bir siyasî iktidarını değil, bir büyük sosyal değişimi ve ülkenin iç barış arzusunu da temsil etmektedir.. Hele de son çeyrek asırdır ülkenin en buhranlı bölgesi olan Güneydoğu"da, geniş kitlelerin, beklentileri alt-üst ederek AK Parti"ye yönelmesi, iç-barışın kilidinin kimde ve nerede olduğunu da göstermektedir.. Bazı yüksek rütbeli komutanların "milletten kopuk, karargâh odalarında, omuzlarındaki yıldızların yaldızlı ağırlığı altında, gerçekleri göremez hale gelmeleri" şeklindeki uykudan uyanmaları; halkın irade ve inancıyla bütünleşmenin yollarını açmaktan başka bir çıkar yol olmadığını görmeleri temenni olunur..
Yani, artık, "Çankaya -Silahlı Güçler ve Medya ve kendilerini aydın diye niteleyen sosyete üçgeni"nin cenderesinden çıkmaya çalışan ve ülkeye sahib çıkmak şuûrunu devlet örgütlenmesi halinde her geçen gün daha bir geliştiren bir halk gerçeği vardır..
Tarih, gerçekleri görmekte, anlamakta geç kalanı affetmez..