Sanki bütün zorlu sorunların üst üste yığıldığı dar bir boğaza doğru ilerliyoruz. Bu hafta siyasetin en yoğun haftalarından biri olacak. Herkes bir tarafa çekiyor. "Varsın inceldiği yerden kopsun" deyip geçiştirmek mümkün mü?
Bütün tarafların ince hesapları var. Herkesin kendince çekiştirdiği bu ülkeyi kim bir arada tutmaya çalışıyor? Bu ülkenin sahibi kim?
Genelkurmay İletişim Dairesi'nden üç general yan yana oturup "haftalık bilgilendirme toplantısı"nı yaparken, neden "bir siyasî partinin sözcüleri konuşuyor" izlenimi bırakıyorlar? İletişim Daire Başkanı "ıslak imzalı belgeyi üç kere istediğimiz halde bize göndermediler" derken, neden izleyenlerde "yoksa belgeyi imha mı edecekler" endişesi uyanıyor? Manzara dehşet verici ve bu dehşet verici manzarayı önce askerlerin idrak etmesi lâzım. Tartıştığımız sorun, ülkeyi savunma planlarıyla boğuşurken boş zamanlarında siyasete müdahale eden bir ordu değil. Tam tersine tepeden tırnağa aslî işi siyasete müdahale olan ve bütün teşkilatlanmasını buna göre tanzim eden, elindeki bütün araçları bu iş için seferber eden bir siyasî merkez var. Andıçların, lahikaların ve eylem planlarının gösterdiği merkez, iktidar rekabetinde yer alan illegal bir siyasî parti değil mi? Elinde tankı, topu, tüfeği, emrinde koskoca ordu olan illegal bir siyasî partinin, diğer partilerle rekabet ettiği bir ülkede hangi iş yolunda gider? Hangi sorun medenî ölçüler içinde çözülebilir? Belki daha önemlisi, böyle bir ülke asgarî akıl sınırları içinde yönetilebilir mi?
Anayasa Mahkemesi, askerî yargının yetki alanını daraltan kanun değişikliğini görüşüyor. Anayasa Mahkemesi'nin vereceği karar bugün tartıştığımız asker-siyaset ilişkisini ve ıslak imza tartışmasını doğrudan etkileyecek. Şayet Mahkeme kanunu iptal ederse Genelkurmay karargâhının illegal bir siyasî parti olarak işlediği suçların üstü örtülecek. "İrtica ile mücadele eylem planı" yeniden bir "kâğıt parçası" olacak. Aksi mümkün mü? Bir suç kovuşturmasında kendisini sanıklardan yana bu kadar angaje eden askerî yargının adil bir karar vermesi mümkün mü? Anayasa Mahkemesi ve üyeleri üzerindeki baskıyı, dolayısıyla hukuk devleti üzerindeki muhatarayı varın siz düşünün.
Meclis bu haftaki kritik gündemi konuşurken, "demokratik açılım"ın gerçekten tartışılması ne kadar mümkün? Taraflar bu zorlu sorundan kendi hesaplarına göre sonuçlar devşirmeye çalışıyor. DTP'nin derdi "Kürt sorunu" değil, PKK'nın muhatap alınması. Sorunu döndürüp döndürüp muhatap meselesine getirmesi bu yüzden. PKK sorunu ile Kürt sorunu arasındaki mesafe giderek büyürken DTP zayıf inisiyatif ile açılan boşluğu doldurmaya çalışıyor. Meclis Kürt sorununu çözecek, PKK sorununu değil.
MHP'nin kongre sonrası hafiflemesi ve daha çevik hareket etmesi bekleniyor. Türkiye'nin Güneydoğu'sunda yaşayan ve anadili Kürtçe olan vatandaşlarına yönelik tek cümlelik mesaj üretemeyen bir partinin "tek millet" idealini temellendirmesi ve savunması nasıl mümkün olacak? Terör fiilen sona erdi. PKK'nın dönüşmesi ve silahlarını gömmesi kaçınılmaz. Aksine bir tutumu kendi sempatizanlarına bile açıklaması mümkün değil. Peki terör sona erdikten sonra siyasallaşan bir Kürt hareketine karşı MHP hangi argümanlarla millî birliği savunacak?
CHP aşağıdan, yukarıdan ve sağlı-sollu etkilere göre durduğu yeri biçimlendiriyor. Bu hafta mugalatanın dışında CHP'den gelecek ve sürece katkıda bulunacak bir mesaj bekleyen var mı?
Yük bütünüyle hükümetin omzunda. Hem bu savrulmaları ve herkesin kendi derdine göre belirlediği hesapları görmesi hem de açılımın mimarisini geliştirmesi lâzım. Bu kadar ağır bir yükün altında ayakta durmak bile çok zor. Güçlü ve dirençli bir iktidar dışında, bu zorlu badireleri atlatmanın çaresi yok. Sonucu hükümetin gücü ve geliştirdiği inisiyatif belirleyecek. Ne kurumlardan ne de diğer siyasî aktörlerden umut yok.
ZAMAN