Güçlü Bir Özeleştiriyi Mecbur Kılan Zafer

KENAN ALPAY

 

Ne Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti’nin başarısını küçümsemek ne de Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP ve hapisteki Eş Başkanlarından mahrum HDP’nin eriştiği toplumsal desteği görmezden gelmek mümkün. Mevcut tablonun hiçbir tarafında hafife alınabilir durum yok. YSK’nın ‘mühürsüz zarf’ kararı üzerinden CHP ve HDP’nin itirazını gerekçe göstererek AGİT desteğiyle de seçimin meşruiyetine gölge düşürme operasyonunun ciddi ve geçerli hiçbir karşılığı olmayacaktır. Sonuç gayet nettir ve sürecin bu türden politik raporlarla kesintiye uğratılabilmesi ihtimal dışıdır.

Evvelemirde Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti’nin MHP’nin de desteğini alarak çıkılan sistem değişimi talebi beklentilerin epeyce altında kalsa da hayata geçirilme yolunda halkın desteğini temin etmiştir. Üstelik bu hedefe çok yönlü baskıları savuşturarak % 51.3’le ulaşılmıştır. Şimdiden itibaren gerek uluslararası sahadan gerekse CHP-HDP cephesinin mevcut başarıyı küçümseyen, gölgeleyen hatta meşruiyetini sorgulayan girişimlerini boşa çıkarmak üzere teyakkuzda olmak hatta gerekli düzeyde seferberlik ilan etmek elzemdir. Bununla birlikte bütün dikkat ve enerjinin bu sahaya hasredilmesi akla ve gerçeklere hiç de uygun düşmemektedir. Karşı tarafın yanlışlarına odaklanma ve eleştirilerine cevap yetiştirme telaşesi özeleştiri sorumluluğunu gölgelememeli, sabote etmemelidir ki selamete çıkan bir yol haritası oluşturulabilsin.

Aynaya Dikkatli Bakmalı

Eğri oturalım doğru konuşalım; Avrupa ve Amerika basınında çıkan aleyhte yayınlar hatta Avrupa Birliği ülkelerinin takındığı zorbaca tavırlar ‘hayır’ cephesi namına sarsıntı oluşturduysa da neticede ‘evet’ kararını tahkim etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik saldırıların yıkıcı mahiyet kazanmaktan iyiden iyiye uzak düş(ürül)mesi toplumun geniş kesimlerinde Batıya ve Batının desteklediği hareketlere karşı derin bir özgüven ve mücadele azmi oluşturdu. Bu alandaki kazanım ne yazık ki MHP cenahından gelmesi ümit edilen desteğin akmak bir tarafa neredeyse damlamaktan dahi uzak oluşuyla bir zaafa dönüştü. Milliyetçi tabanda Devlet Bahçeli’den ziyade ya da en az onun kadar Meral Akşener’in söylemlerinin belirleyici olduğu görülmüş oldu. Üstelik bu durum Bahçeli’yi öne çıkarma, Akşener’i itibarsızlaştırma gayretlerinin zirve yaptığı bir vasatta zuhur etti.

AK Parti ve MHP’nin 1 Kasım seçimlerinde aldıkları oy oranı üzerinden yürütülen hesaplar büyük oranda boşa çıktı. AK Parti, Ağustos 2014’te Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tek başına aldığı oyla iktifa etti ki bu husus Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendi kurduğu partisini dahi aşan meşruiyet ve desteğini bir kez daha teyid etmiştir. MHP hesabına çok söz söylemenin fazlaca bir manası yok. Asıl olarak referandum sürecinin sahibi AK Parti ve Hükümet’tir. Üstelik iktisadi, siyasi, kültür ve medya alanında tartışmasız bir hâkimiyeti söz konusuyken İstanbul ve Ankara’da ortaya çıkan sonuç ciddi bir kriz işaretidir. Aynı durum klasik CHP haritalarının daha da genişleyerek Antalya, Adana, Mersin, Balıkesir, Denizli, Uşak, Manisa gibi beldelere de sirayet etmesiyle daha bir sıkıntılı hal almıştır.

İstanbul ve Ankara’da beliren gidişat ciddi bir muhasebeyi gerekli kılmaktadır. İstanbul’da neredeyse haftada bir müjdesi verilen yeni metro hatları, boğaz geçiş projeleri, kültür ve iletişim veya çevre ve kentsel dönüşüm gayretleri neden acaba yeterince destek oluşturamadı? Benzer bir durum Ankara için de geçerli; sosyal medya fenomeni gibi popüler olan başkanın zenginlik üretilen sahada bıraktığı eksikler gedikler, izahı zor işler mi var acaba?

Düşman Saflarına İtekleme Yarışı

Bu gibi soruları kaybedilen kimi sembolik ilçeler nezdinde de sormak icap ediyor. Ama medya bu soruların sorulmasının önünü hemen alıyor. Neden kaybedildi sorusunun hazır ve yaygın cevabı öncelikle FETÖ’yle ilintilendirilerek veriliyor. FETÖ denince zaten akan sular duruyor. Acaba yerel yönetimlerde ters giden işler mi var, sorusuna hiç hacet duyulmuyor. Adeta FETÖcüler tarafından yoldan çıkarılmaya hazır bir toplum duruyor karşımızda. Şehirlerin hayati ihtiyaçları nasıl görülüyor? İhale komisyonları adaletle işliyor mu? Rüşvet ve iltimas ne durumda? Ehliyet ve liyakat mi belirleyici yoksa network ve hemşericilik mi belirleyici oluyor? Tembellik, organizasyon yetersizliği ve iş üretemezlik israf ve gösterişle mi telafi edilmeye çalışılıyor? Bunları tartışmaya hiç lüzum duyulmuyor sanki. Çünkü bu tartışma zemini gerilim ve ayrışma üretiyor. Bu halde Kemal Kılıçdaroğlu’nu karikatürize ederek, salt FETÖ’nün tuzaklarına odaklanarak tabloyu analiz etmek en kolay ve faydalı yol olarak tercih ediliyor.

Ha unutmadan bir de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yalnızlığını sık sık vurgulamak, bir dönem birlikte çalıştığı fakat bir biçimde kenarda duran arkadaşlarına ağır faturalar çıkarmayı hiç ihmal etmemek gerekiyor. Mesela önceki gün yazılan şu yorumun mebzul miktarda kopyalarıyla karşılaşmaksızın neredeyse gazete okuyamıyoruz, program izleyemiyoruz: “Davutoğlu ve Gül gibi aktörlerin sahaya inmemeleri ve ağızlarından ‘evet’ dışında her şeyin çıktığı düşünülürse… Diğerleri cephesinin yukarıda saydığımız aktörlerden ibaret olmadığı da görülecektir.” Diğerleri cephesi ise sayın yazar tarafından şu şekilde sayılıyor: “CHP, HDP, AB, FETÖ ve PKK” Meğerse iş ‘ürkek hayırcı’ boyutunu aşalı çok olmuş da Ahmet Davutoğlu ve Abdullah Gül gibi AK Parti’nin en önemli isimleri PKK ve FETÖ’yle ihanet cephesinde tuttukları safları sıklaştırmaya kadar vardırmışlar! Peki, yanlarında başka kimler var, diğer isimler daha sonra mı deşifre edilecekler acaba?

Oysa bu dil ve mantık, bu siyaset ve söylem itham yarışına girmiş tehlikeli bir hizipçiliğin, ölümcül bir tasfiyeciliğin tezahüründen başka bir şey değildir. Bu kafa yapısı Stalinist-İttihatçı önermelerden başka bir saplantı hali değildir. Gerçekleri çarpıtan, özeleştiriyi imkânsız kılan bu gibi kliklerin daha önce Kemalist ve Fethullahçı iktidar sınıflarının ürettiği çürüme ve çözülmeyi hızlandırmaktan başka bir hizmetleri de olmaz.

Yol uzun, mücadele zorlu, toplumun adalet ve özgürlüklerin teminat altına alınması yönündeki talepleriyse çok güçlü. Siyaset ve toplum kimi Kemalist-Stalinist örgütler içerisinde kimi bütün bir ailesiyle Fethullahçı cunta içinde semirmiş Pelikan isimli bu ‘yeni sınıf’ın vereceği akla da göstereceği yola da muhtaç değildir.