Direnişin önderi Şeyh Ahmed Yasin’in önemli bir sözü vardı. “Adaletin hâkim olabilmesi için âdillerin güçlü olması gerekir.” Çağımızda adaletin icrası konusunda dünyanın hemen her tarafında problemler yaşanmasının temelinde de işte bu güç sorunu var.
Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa olan öfkeniz, sizi adaletten ayrılmaya yöneltmesin. Adaletli davranın; bu, takvaya daha yakındır. Allah'a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah sizin işlediklerinizden haberdardır.” (Maide, 5/8)
Kur’an-ı Kerim’in mesajına göre, zulme ve haksızlığa uğramak bile adaletten ayrılmanın gerekçesi olamaz. Bu konuda da şöyle buyurulur: “Bir topluluğa sizi Mescid-i Haram'dan alıkoymaları dolayısıyla duyduğunuz kin, sınırı aşmanıza sebep olmasın. İyilik ve takvada birbirinizle yardımlaşın. Günah ve düşmanlıkta yardımlaşmayın. Allah'a karşı gelmekten sakının. Allah, cezası çok şiddetli olandır.” (Maide, 5/2)
Bu ve benzeri hükümler gereği adalet Müslüman için bir ilkedir. Dolayısıyla güç ve hâkimiyet sahibi olduğu zaman adalet prensiplerine uymak, cezalandırma yaparken kendinden daha güçlü olduğunu bildiği Allah’ın cezasını düşünerek sınırı aşmaktan çekinmek zorundadır.
Fakat Firavun’un anlayışında esas olan güçtür. O, “Ben güçlüyüm ve karşıtlarımı istediğim gibi ezebilirim..” düşüncesine göre hareket ettiğinden yargılama sisteminde hakkın ve adaletin gözetilmesini önemsemez. Onun bu konuda ne düşündüğü de Kur’an-ı Kerim’de bildiriliyor: “Firavun toplumundan ileri gelenler: "Sen Musa'yı ve kavmini yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaları, seni ve ilahlarını terk etmeleri için bırakacak mısın?" dediler. O da: "Onların oğullarını öldürecek ve kadınlarını sağ bırakacağız. Biz onların üstünde ezici bir güce sahibiz" dedi.” (A’raf, 7/127)
Mısır’daki çağdaş Firavun’un, yargılamada “ezici güce sahip olma” imkânını esas alan anlayışta Kur’an-ı Kerim’de zikredilen Firavunlardan hiç farklı olmadığını söyleyebiliriz.
Bush’a kafa tutamadığı için Rafah Sınır Kapısı'nda işgalci siyonist devletin gardiyanlığını yapan ve böylece Gazze’de 1.5 milyon insanın açık hava hapishanesinde ablûkaya alınmasına yardımcı olan çağdaş Firavun, yönetimindeki insanlara karşı “Biz, onların üstünde ezici bir güce sahibiz” diyor. Gerçekte tamamen ezici gücü, devlet şiddetini, polis ve asker terörünü esas alan uygulamalarını görünüşte “yasal” çerçeveye oturtmak için mahkeme kararları da çıkartıyor. Ama Firavun, yargıçlarının yaptığı iş sadece kendilerine dikte edilen hükümleri herhangi bir kanun maddesiyle irtibatlandırmaktan ibarettir. Onlar da gücün esiridirler ve dikte edilenden farklı hüküm verme yetkisine sahip değillerdir.
Yerel seçimlerde İslâmî hareketin herhangi bir güç gösterisine kalkışmasını ve halkın desteğini sandığa taşımasını engellemek amacıyla Mısır’da aylardan beri terör estiren Firavun rejiminin yargıçları, geçtiğimiz günlerde Müslüman Kardeşler’in ileri gelenlerinden 25 kişiyi ağır hapis cezalarına mahkûm ettiler.
Firavun rejimi, mahkeme kararlarının sorgulanmasını ve iptal davaları açılmasını engellemek amacıyla yargılamayı askeri mahkemede yaptırdı. Böyle bir yargılama ile Firavun, kendi yasalarına aykırı hareket etmiş oluyordu. Ama onun için esas olan, ezici güce sahip olmaktır. Yasalar sadece kâğıt üstünde yazıdan ibarettir. O yazılar da hem kâğıtları, hem de “bu ülkede hukuk var” iddiasına inanabileceklerin gözlerini boyamak amacıyla yazılmıştır.
Mahkeme güya 15 kişinin de beraatına karar verdi. Bu da tabiî ki senaryonun biraz inandırıcı olması için. Sanki diğerleri suçlu da, 15 kişinin suçsuzluğuna karar veriliyor. Oysa diğerleri de herhangi bir suçtan dolayı değil, sadece inançlarından ve siyasi tercihlerinden dolayı mahkûm edildiler.
Aslında bu, sadece Mısır’daki çağdaş Firavun rejiminin sorunu değildir. İnsanlığın genel bir sorunudur. “Biz ezici güce sahibiz, istediğimizi yapabiliriz. İşi kitabına uydurmak için gerekirse yargı kararları çıkartır, böylece devlet şiddetini yargı çerçevesine oturtmayı da beceririz” diyenlerin çizgisi, Firavun çizgisidir. “Adaleti hâkim kılmak için güçlü olmak zorundayız. Ama gücümüzü sadece adaleti icrada kullanır, sınırı aşmayız. Biz, kendimiz haksızlığa uğratılsak bile bunu haksızlık ve zulmün gerekçesi yapmamak, yine de hakkı hâkim kılmak, adaleti icra etmek zorundayız” diyenlerin çizgisi ise Kur’an çizgisidir. Arada böyle köklü bir fark var. Bu köklü fark, görebilenlerin tercih yapmalarında işe yarayabilir.
Vakit gazetesi