Güç Doğuya Kayıyor

Ahmet Varol

Dünyada beşeri güç ve hâkimiyetin hiç kimse için kalıcı olmadığı, günlerin yani galibiyet, güç ve etkinlik dönemlerinin insanların arasında dönüşümlü olduğu Kur’an-ı Kerim’de bildiriliyor.

Biz buna daha önce de muhtelif yazılarımızda dikkat çekmiş ve Amerikan emperyalizminin dünya üzerinde kurduğu sultanın çatırdamasının çok uzak olmayacağını dile getirmiştik. Son günlerde yaşanan gelişmelerden dolayı da değişik yorumlarda gücün artık doğuya kaydığı vurgulanıyor. İslâm dünyasındaki dayanışma amaçlı hareketliliğin yanı sıra bu sıralarda Asya ülkeleri arasında da bir hareketlilik var.

14-15 Kasım tarihlerinde APEC (Asya Pasifik Ülkeleri Ekonomik İşbirliği) adlı teşkilata üye ülkelerin devlet veya hükümet başkanlarının bir araya geldiği zirve toplantısı Asya’nın şehir ülkesi durumundaki Singapur’da gerçekleştirildi. Singapur’un seçilmesi tahminimize göre şehir düzeni, temizlik, sağlık ve turistik organizasyona oldukça dikkat eden ve bu konularda Amerika’yı da Avrupa ülkelerini de geride bırakan bir ülke olması sebebiyledir. İstanbul’un da İslâm âleminin bir toplantı ve buluşma merkezi haline getirilmesi için bütün bu konulardaki hassasiyet düzeyinin daha üst düzeye çekilmesi ve çalışmaların artırılması gerekir. Epey ilerleme kaydedildiğini söyleyebiliriz, ama özellikle temizlik ve çevre düzeni konusunda insanların hassasiyet düzeylerinin henüz çok yetersiz olduğu görülüyor. Singapur’da bir sigara izmaritini çöp kutusuna değil yere atanlar bile cezalandırılıyor. İstanbul’da insanların içtikleri meşrubatların şişelerini arabaların camlarından ortalığa savurduklarına, bitirdikleri sigara paketlerini kıvırıp insanların suratlarına gelebileceği ihtimalini de dikkate almadan caddeye attıklarına sıkça şahit oluyoruz. Bu konulardaki hassasiyet düzeyinin yukarı çekilmesi insanlardaki çevre düzeni ve temizlik ahlâkının iyileştirilmesi sürecine bırakılmadan yakın takibi gerektiriyor.

ABD’nin APEC Zirvesi’ne büyük önem verdiği ve “gülümseyen” başkan Obama’nın hem zirve öncesindeki girişimleriyle, hem zirvedeki gayretliliğiyle, hem de zirve sonrasında yeni bağlar kurma çabalarıyla dikkat çektiği görüldü. Onun bu çabaları gücün doğuya kaydığını ve değişim sürecinde ABD’nin yapışacağı yeni bir damar bulabilmesi için özellikle insan potansiyeli yönünden zengin Asya ülkelerine önem vermek zorunda olduğunu görmesinden ileri geliyordu. Fakat Bush’un “ya bizimle olursunuz ya da düşmanımızsınız” sözüyle sloganlaştırılan psikolojik savaş stratejisiyle bunun mümkün olamayacağını bildiği için “yağlama” metodunu kullanmak zorundaydı. O yüzden Çin’in değişen dünyadaki önemine dikkat çekme, onun muvafakatini almadan bir şey yapmanın kolay olmayacağını vurgulama ihtiyacı duydu. Fakat Çin ABD’nin durumunu gördüğü için bundan kendi hesap ve planlarını Amerika’ya kabul ettirmek amacıyla yararlanmak istiyordu.

Bugün Çin’in uluslararası güç dengelerinde önemli ağırlık oluşturduğu bir gerçektir. Fakat küresel hâkimiyetin Amerika’dan Çin’e kaymasının insanlığa kazandıracağı hiçbir şey yoktur. Bu sadece emperyalist politikaların ve uygulamaların el değiştirmesi anlamına gelir. Dolayısıyla böyle bir el değiştirmeye veya ABD’nin Çin’i yağlayarak küresel hâkimiyeti paylaşma planı geliştirmesine fırsat vermemek için bölgesel güçler stratejisini daha etkili hale getirmek ve sömürgeci politikaların önünde engelliyici duvarlar oluşturulmasına imkân sağlayacak dayanışmaları güçlendirmek gerekir. Bu da İslâm dünyasında işbirliğinin önemini ortaya koyuyor.

Singapur’daki APEC Zirvesi öncesinde ve zirvede gündeme gelen konular bugün dünyadaki dengelerde askerî tehdit gücünden ziyade ekonomik etkileme ve yaptırım gücünün belirleyici rol oynadığını gözler önüne seriyor. Bundan çıkarılacak sonuç askerî tehdit gücünü artırma iddiasıyla silahlanmaya ve orduya bütçenin büyük bir kısmını tahsis etmenin hiç de akıllıca bir politika olmadığını, iç ve dış sorunlara siyasi çözümler arayarak mali gücü yatırım ve sanayileşmeye kaydırmanın çok daha isabetli olacağını gösteriyor. Gerçi silahlanma ve askerî masrafların hep üst düzeyde tutulması İslâm âlemi açısından geçmişte de pek akıllıca bir politika değildi. Çünkü bu imkânlar İslâm ülkelerinin birbirleriyle veya kendi iç sorunlarıyla uğraşmaları için yönlendiriliyor; küresel sömürgecilik de bundan büyük çıkarlar elde ediyordu.

Asya’daki hareketliliğin Avrupa’ya ve İslâm âlemine yansıması hakkındaki değerlendirmemizi inşallah müteakip yazımızda yapacağız.

VAKİT