Guantánamo: Onlarca Yıllık İnsan Hakları İhlalleri

Akın Özçer

 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan önceki gün ATV/A Haber’de çıktığı canlı yayında 15 Temmuz kalkışmasında Merkezi Haberalma Teşkilâtı CIA’in parmak izleri bulunan ABD’nin Guantánamo rezaletini hatırlattı. Uluslararası Af Örgütü’nün 15 Temmuz’dan sonra alelacele hazırladığı Türkiye raporuna değinerek, “Türkiye’de işkence var diyor. Burada karşılıklı çatışma var bunu nasıl işkence olarak söylerler. Türkiye’ye gelince hemen raporlar çıkıyor. Acaba Guantánamo ’ya dair kaç rapor çıkarmışlar?” dedi.

Kabul etmek gerekir ki Guantánamo cezaevi, altında Bush yönetiminin imzasının bulunduğu ibret verici bir evrensel hukuk skandalı, UAÖ’nün 2012 tarihli raporunda yer alan ifadeye göre, “ABD’nin 11 Eylül terör eylemlerine karşılık öngörmüş olduğu insan haklarına sistematik saygısızlığın sembolüdür”.

Son dönemde ABD’nin boş laf etmekten başka bir şey yapamamış en başarısız başkanı Barack Obama, diğer birçok taahhüdü gibi, Guantánamo’yu kapatma sözünü de yerine getiremeden siyaset sahnesinden çekiliyor.

Bilindiği gibi, Guantánamo Kuba Adası’nda bir körfezde ABD’ye deniz üssü yapması için 1903’te son derece düşük bir ücret karşılığı kiralanmış bir yer. Kuba Devrimi ertesinde Fidel Castro, kirasını almayarak baş düşmanı ABD’nin bu üssünü ülkeden söküp atmak istedi ama başaramadı.

Ayrı bir tartışma konusu kuşkusuz ama Guantánamo’nun AB-Kuba ilişkilerinin gergin olduğu on yıllar boyunca ülkenin toprak bütünlüğüne aykırı olarak Ada’daki varlığını sürdürdüğünün altını çizmekte yarar var.

Guantánamo Deniz Üssü, Başkan Bush’un 11 Eylül’ün ertesinde başlattığı “terörizmle savaş” sırasında ele geçirilen yabancı tutukluların yerleştirileceği bir cezaevine (Delta, X-Ray, İguana, 7 Numara kampları) dönüştü. Bu tutuklamaların hukuki ayağını Bush’un çıkardığı ve bir evrensel hukuk skandalı olan kararname oluşturdu.

Guantánamo, teorik olarak, Amerikan yasalarının geçerli olmadığı ve ele geçirilen “yasadışı savaşçıların” ( unlawful combatant) belirli bir iddianameye dayanmadan süresiz olarak tutulabileceği bir toplama kampı niteliği taşıyordu. Bu noktadan hareketle, Guantánamo’yu Hitler’in Yahudiler için yaptırdığı toplama kamplarıyla karşılaştırmak mümkün elbette.

UAÖ’nün atıfta bulunduğum raporunda ABD’nin dünyada resmi olarak insan haklarını savunduğu, ancak “bu haklara ilişkin normların kendi ülkesinde uygulanmasında çok daha az istekli” olduğunun altını çiziyor. Başkan Bush’un terörizmle mücadele stratejisinin merkezine insan haklarını koyacağına söz verdiğini ama bu sözünü tutmadığını, Başkan Obama’nın da benzeri bir taahhütte bulunduğunu ama yerine getirmediğini vurguluyor.

Guantánamo’nun İnsan Haklarına Aykırı Mesajları

UAÖ, 2012 raporunda, Guantánamo’nun dünyaya insan haklarına aykırı 10 mesaj verdiğinin altını kalın çizgilerle çiziyor.

İlk mesaj şu: “Bütün dünya insan haklarının uygulanmadığı bir muharebe alanıdır”. Kuşku yok ki bu mesaj, uluslararası barış ve istikrar için son derece büyük bir tehlikeye işaret ediyor. Çünkü Kuzey Kore gibi kuşatılmış küçük bir ülke tarafından değil, dünyanın tek süper gücü tarafından uygulanmaya konulmuş bulunuyor.

İnsan haklarına aykırı söz konusu dünya savaşı Kongre’nin 14 Eylül 2001 tarihli kararına dayanıyor. UAÖ’ye göre, Başkan Bush tarafından 4 gün sonra onaylanan bu karar, insan haklarının sistematik olarak çiğnenmesinin hukuki dayanağını oluşturuyor ve bunun böyle olduğunun kanıtları da var.

Örneğin Obama yönetiminin 2009’da yaptırdığı bir incelemeye göre, Kongre’nin söz konusu savaş kararına dayanılarak Guantánamo’ya konulmuş ikisi sonradan ölmüş bulunan 48 tutuklunun ABD tarafından ne serbest bırakılabileceği, ne de yargılanabileceği ortaya çıkıyor. Daha da kötüsü Guantánamo’daki tutukluların birçoğunun ABD ile savaş halinde olmayan ülkelerden getirildiği ve savaş alanında bulunmayan kişiler oldukları anlaşılıyor. Raporda bu tutukluların isimleri ve kısa öyküleri de yer alıyor.

Amnesty, Guantánamo’nun 2. mesajının “tutuklulara insani davranmanın yasal zorunluluk değil, siyasi bir tercih olduğunu ortaya koyması“ olduğunu söylüyor. Tutuklulara yapılan işkenceler öylesine rutin hale geliyor ki suyla yapılan bir işkencenin (waterboarding) işkence sayılıp sayılmayacağı, bir önceki seçimlerde başkan aday adaylarının televizyondan yayınlanan tartışmalarına bile yansıyabiliyor. Cumhuriyetçilerden Herman Cain bu yöntemin “güçlendirilmiş bir sorgulama yöntemi“, Michelle Bachmann da “çok etkili” olduğunu savunabiliyor, her ikisi de seçilirlerse, bu yönteme izin vereceklerini söyleyebiliyorlar. UAÖ’ye göre, Amerikan politikacılarının, hangi partiden olurlarsa olsunlar, işkencenin mutlak olarak yasadışı olduğu hususundan bir mutabakatı yok.

Guantánamo’nun 3. korkunç mesajı, “mahkemelerin yasadışı olduğuna hükmettiği tutuklamaların bile süresiz olarak uzatılabileceği” yönünde. UAÖ, buna örnek olarak bir Federal mahkemenin 2010’da hakkında herhangi bir suçlama olmadan ve yargılanmadan 8 yıldır tutulan Mohamedou Ould Slahi hakkındaki salıverilme kararını hatırlatıyor. Bu karara Obama yönetimi itiraz ediyor. Adı geçenin ABD için tehdit içermediği için ancak bu yıl serbest bırakılması gündeme gelmiş bulunuyor. UAÖ raporunda bu konuda daha birçok örnek var.

Guantánamo’nun diğer mesajlarını, fazla uzatmadan, Amnesty’nin ana başlıkları üstünden şöyle sıralamak mümkün:

“-Adil yargılama hakkı, tutuklunun uyruğuna ve konunun siyasi çerçevesine göre değişebilir.

-Yargı her hâlükârda yönetimin haklı çıkması için manipüle edilebilir.

-İdam cezası adil olmayan bir yargılama sonucunda dahi uygulanabilir.

-İnsan hakları ihlal edilmiş kişilerin bu konuda yargıya başvuru hakları kaldırılabilir.

-Uluslararası hukuk ihlallerinde gerçekler ve hesap verilebilirlik göz önüne alınmayabilir.

-Milli çıkarlara uygun değilse, insan haklarına saygı gösterilmeyebilir.

-Evrensel kurallar konusunda çifte standart uygulanabilir.“.

Her biri Kopenhag siyasi ölçütlerinin kapsamında yer alan bu başlıklar dünyanın tek süper gücü ABD’nin evrensel demokrasi ve dünya barış ve istikrarı için tehdit oluşturabileceğini ortaya koyuyor. Aslında bu hususların birçoğunu ve özellikle tutsaklara yapılan işkenceleri ABD Senatosu’nun 2014 Ocak ayı başında İstihbarat Komitesi Başkanı Dianne Feinstein tarafından kamuoyuyla paylaşılan yaklaşık 6 bin sayfalık raporu da doğruluyor.

CIA’in sorgulama tekniklerinin işkence olduğunu vurgulayan Bayan Feinstein konuyla ilgili açıklamasında, tutsaklara uygulanan “waterboarding” dâhil birçok işkence yöntemi hakkında bilgi de vermişti. Feinstein bu açıklamasında ayrıca CIA’in kamuoyu desteği sağlamak için gazetecileri kullandığına ve onlara bilerek yanlış ve eksik bilgiler sağladığına da işaret etmişti.

Obama’nın, raporun yayımlanmasının ardından ABD’nin dünyadaki imajına zarar verdiğini söylediği CIA’in bu uygulamaları, uluslararası medya aracılığıyla düşman bellediği ülke ve siyasetçilere karşı her dilde yalanlara dayanan karalama faaliyetleri yürütebileceğini de gösteriyor elbette.

Bu noktadan hareketle, medyasının abartılı, yalan haberlerle bir ülke ve siyasetçilerini sürekli ve sistematik olarak hedef aldığı fark edildiğinde, Amerikan derin devletinin asıl hedefinin ne olduğunu, ne yapmak istediğini anlamak normal zekâya sahip bir insan için zor değildi. Bu nedenle de halkın çoğunluğu 15 Temmuz’un arkasında bir şekilde CIA’in, Pentagon’un ve Amerikan derin devletinin, kısaca ABD’nin bulunduğu sonucuna vardı. Amerikan yönetimi halkın bu kanaatini bugün Genelkurmay Başkanı’nı, ilerde herhangi bir bakanını Türkiye’ye göndererek değil kısa, orta/uzun vadede de kolaylıkla değiştiremez. Türkiye’ye gerçekten önem veriyorsa yapması gereken, inkârı bir tarafa bırakarak kendi derin devleti içindeki sorumluları ortaya çıkarmak için samimi çaba harcadığına bizleri ikna etmektir kuşkusuz.

ABD’nin tutumundaki değişikliği başta Amerikan medyası olmak üzere, bir şekilde kontrol ettiği görülen uluslararası gazetelerin halkımızı neredeyse tümden İslamcı ilan edecek kadar şirazesi kaçmış, utanç verici yalan haberlerinin sona ermesiyle anlayacağız.

Henüz bitmedi” derken kastedilen hak etmedikleri halde “stratejik” sıfatı verdiğimiz “ortaklarımızın” çılgınca başlattığı bu medyatik Haçlı Seferi belki de. Bu seferin sona erdirilmesi Gülen’in iadesinden bile önemli. ABD’nin evrensel ilkeleri çiğneyerek, medyayı manipüle ederek dünyaya şekil veremeyeceğini kabulünün ya da bunu yapan derin yapılarını tasfiye ettiğinin göstergesini bu oluşturacak çünkü.

Serbestiyet