Çoğumuz fotoğraf okumaları tekniklerini bilmediğimizden bize çok basit gelir bazı fotoğraflar. Bazen “Arka plan bulanık olmuş” deriz bazen de “Bu kareyi neden çektin ki?” diye homurdanırız. Hele hele bu siyah-beyaz bir fotoğrafsa daha da basit görmemize neden olur. Sanatsal bir çalışma ile minimal bir görüntü versek “Bu mu yani?!” denir. Görülecek “çok az şey” vardır bazen karede, doğrudur bu. Ondandır ki uğraş bile göstermeden bakıp geçeriz. Oysa “kocaman boşluklar” bizim için önemlidir. Fotoğraf okumalarına hakim olanlar bunu bilir ve “çok az figürle ne kadar çok söz söylendiğini” farkederek bu durumdan memnun olurlar. Gördüğünüz fotoğrafta da birkaç deve ve daha dikkatli bakarsanız bir kuş görebilirsiniz. Daha ne var fotoğrafta diye soracak olursam, kocaman bir boşluğu farketmeyebilirsiniz ya da farketseniz bile dillendirmezsiniz. Aslında önemli olan o “boş”luklardır. Aslında boşluk demek de doğru değildir. Bir yaşam alanı vardır orada. Gökyüzü vardır, toprak vardır, hayatsal önem taşıyan bir çok element vardır ama gözle görülmez bunlar. Bunlar bazılarımız için belki hiçbir şey ifade etmiyor olabilir, ama çok önemli şeyler hatta olmazsa olmazlar olduğunu iddia edebilirim. İnanın gözyüzümüzün önüne çok şey koyduk, toprağın üstünü kapattık. Onları göremez hale geldik. Ne ile örttük bunları? Biraz düşünelim.
Şimdi tekrar fotoğrafa dönelim. Evet minimal bir fotoğraf, üstüne üstlük siyah beyaz. Basit, anlaşılır, temiz, kısaca fazlalık yok. “Az aslında çoktur” felsefesine uygun. Nasıl “az” aslında “çok” olabilir ki? Aslında hayatımızın basit olmasını çok isteriz. “Hayat çok zor” diye söylenip dururuz. Acaba hayatı kendimiz zorlaştırmış olabilir miyiz? Tarih boyunca minimal, yani basit yaşam sürdürmüş insanlar ve topluluklar var. Onlara gıpta ederek ya da kıskanırcasına baksak da onlar gibi kesinlikle olamıyoruz. Belki de olmak istemiyoruz. Ne demiştik? Gözyüzünü kapatan şeyler var hayatımızda!
Minimalist hayat popüler olduktan sonra gündemimize girdi, maalesef, bir moda olarak. Bir moda olarak gördüğümüzdendir ki, niyetlendiğimiz ya da başladığımız halde sürdürmekte zorlanıyoruz. Bu fikir yazarlar, fotoğrafçılar, mimarlar ve en önemlisi sanatçılar tarafından benimsendi. “Sadece önemli olanı hayata katmak”la alakalı bir durum bu. Gerçekten önemli şeyler nedir hayatımızda? Ya da nelerden vazgeçemiyoruz?
Bir kere fazla eşyalarımız var, evin en önemli köşesi daha eve girmeden belirlenmiş. Televizyonlarımızın özel dolapları, özel ses sistemleri, üç boyutlu gözlükler, izleme koltukları vs. Ne kadar topalarlansak da evlerimiz eşyalarla dağınık duruyor, dağınık kalmaması mümkün değil. İnsanlar eşyalara bağlı oldu. Hobilerimize, zevklerimize vakit yok, daha fazla eşya alıyoruz, daha mutlu olacağımızı düşünerek. Her yeni çıkan makineye “Benim de olsa” diye bakmaya başladık. Oysa bundan bir asır önce, severek okuduğumuz Kafka, huzurun “az eşya”dan geçtiğini söylemişti. Ama biz Kafka’nın ne dediğine bakmıyoruz. Göstermek istediğimiz tek şey “Ben Kafka okurum.” Entellektüel olduğumuzu insanlara anlatmak zorundayız, devir bunu istiyor deyip koyuluyoruz yola. “Dönüşüm” en güzel kahve ile okunur, pardon çekilir. Fotoğraf hafızaya girdiği an bir kenara atılır kitap, sosyal medyada paylaşım yapılır. Ritüel budur. Mutluluğumuz “az eşya” ile değil ilk “like”lar geldiğinde tavan yapar. Takipçilerimiz artar, insanlığa hizmet ettiğimizi, insanları kurtardığımızı zannederiz, insanlığımızın gitmesi pahasına. Neyse minimalist hayata değinecektim aslında, sözü nerden nereye getirdim!
Evet, alışverişten, kalabalıktan, keyif alamamaktan, stresten, karmaşadan bunaldı iseniz biraz minimalist yaşayın derim. Tabii ilk önce düşüncelerimizde minimal olma ile başlamak zorundayız. Dünyayı kurtaracak değiliz. Ama ben olmazsam eksik kalacak bir şeyler. Hayallerimiz elbette olacak. Gerçekleştirebileceğimiz hayaller kurmalıyız belki de. O hayallerin peşinden gitmek daha kolay olacaktır. Mazaretlerimizi asgariye indirmeliyiz. Hep bir mazaretimiz oluyor maalesef. Ama bir gün gelecek mazaret tanımayacak hesap soran. Bunu unutmayalım!
Aklıma gelmişken söylemek isterim. Boşu boşuna instagramda dolaşırken yüzlerce reklam gelmiyor önümüze. İhtiyacımızın olduğu reklamı gördüğümüz an geliyor aklımıza. Daha o dakikaya kadar ihtiyaç değilken bir anda almak için sabırsızlanıyoruz. Sonra aldığımız şey bize mutluluk vermiyor, çünkü mutluluk veren “bir şeye sahip olmak” olmuş. Kullanmak kullanmamak önemli değil. “Sahip misin, o zaman mutlu olabilirsin”e kapılıyoruz. Sahip olsak bile tatmin olamıyoruz hiç. Olamayız da! Kalbimiz mutmain değil. Yaratanımız nasıl mutlu olunabileceğini bize bildirmiş. Daha ötesi nedir?
Evet hayatımı nasıl değiştirebilirim? Nasıl bağımlılıklarımdan kurtulabilirim. Özüme nasıl dönerim?
İlk etapta elbette kendi dünyamıza dönmekle başlayacaktır bu, dijital dünyada harcadığımız zamanı sınırlamalıyız. Sosyal medya hesaplarını daha az kontrol etmeliyiz. Takipçi “bakımı”ndan vazgeçmeliyiz. Takipçileri memnun etmekten bahsediyorum, like atıp like beklemek gibi. O hale gelindi ki, daha fotoğraf yüklenmeden beğenen insanlar var. Birçok aboneliklerimiz var, bunları da asgariye indirmeli. Ne kadar abonelik o kadar çok alışveriş anlamına gelir. Hafifleyin biraz. Üzerinizden o yükleri atın, derim. Atın derken elbette ilk önce kendime söylüyorum bunları. Alışverişe çıkmadan önce ne alacağımı bilmeliyim. Yoksa siz arabaya bindikten sonra mı karar veriyorsunuz nereye gideceğinize?
Dolaplarımızı ve çekmecelerimizi bir karıştıralım. En son ne zaman kullandım bunu diye kendimize soralım. Uzun zamandır aramadığımız eşyalara ihtiyacımız olmadığını düşünelim. Hammallığını yapmayalım her eşyanın. Pratik bir şeydir aslında bu. Aradığımızı daha çabuk buluruz. Dağınıklıktan kurtulmuş oluruz. Bu da daha fazla zaman ve enerji demektir!
Her “ucuz” bulduğunuz şeyi almayın. Bu size pahalıya mal olur. Beş liralık bir şeyi üç liraya bulduğunuzda iki lira kâr etmiş olmazsınız, üç lira harcamış olursunuz! Mutfak alışverişi de böyle olmalı. Taze taze yersiniz her şeyi. Bir defa lazım olacak şeyleri satın almaktansa belki de ödünç alma bize daha iyi gelecektir.
Aklıma gelmişken, ne kadar çok şeyimiz varsa onları kaybetme korkusu da yanında gelecektir. Korkutuğumuz tek şey sevgisini yitireceğimiz Allah ya da güzel insanlar olsun. Özgüvenli olalım. Mala, gösterişe değil, kendimize ve sadeliğimize bakalım.
Evet sadece bir fotoğrafı anlatacaktım güya. Gözyüzünü göremiyorsak, görmek için önümüzdeki engelleri kaldıralım!
Vesselam!