Gözlem raporu 1: Uyuma doğru

Gerçeğin kabulü her durumda ve herkes için zordur; hele bir de o noktaya her gün mahcup olma pahasına aylarca ayak sürüdükten sonra gelinmişse... Bu sebeple Ergenekon'u sonunda kabul eden Hürriyet'te ilk iki gün sergilenen endişeli uyumu doğal karşılıyorum... Önemli olan şu: Eskisi gibi “Fasa fiso” demiyorlar...

Her iki tarafa çekilebilecek haberler yine gırla gidiyor, ama olsun, okurun kafasını hergün karıştıran bir gazeteyi artık okumamaya karar vermesi göze alınabiliyorsa, çelişkili haberlerin varlığı bir zenginlik bile sayılabilir...

Biliyorsunuz, Hürriyet'i ilginç bir 'sol' kadro yayınlıyor... 'Sol', ama o bildiğimiz insan emeğine saygıdan, onurdan söz eden bir 'sol' değil... Yayın yönetmeni hemen her seçim öncesinde yazdığı için biliyoruz; gazeteye kurulan deneme sandığından en fazla oy CHP'ye çıkıyor... “Birkaç sağ parti oyunu kim atmış olabilir?” merakına bile kapılmadıklarını yine kendileri yazmıştı: “Çekinmeyin, siz de oy kullanın” diye teşvik edilen hizmetliler...

Kuşkum bütünüyle geçmiş değil, ama bir ara Aydın Doğan namına bayağı endişelenmiştim, “Bunlar patronlarını bu topraklarda barınamaz hale getirecekler” diye... 'Sol' kökenli oldukları için patronlar hakkında olumlu düşünmemeleri, hatta patron sevmemeleri anlaşılabilir bir şey de, ekmek yedikleri masaya bıçak atacak kadara varır mı bu sevgisizlik? Marks'tan, Lenin'den zihinlerinde kalmış 'patron' tanımı yüzünden “Batarsa batsın” diyebilirler mi?

Aydın Bey namına gözüme uyku girmediği gecelerde bu soru bile geldi aklıma...

Farklı bir medya grubunun patronunu bu denli düşünmem tuhafınıza gitmiş olabilir. Aydın Bey'le aramızda kırk yıllık hatır bırakan bir fincan kahve ötesinde bir geçmiş var... İyi bir okur bir defa Aydın Bey; gazetelerinin afra tafra yapan yazarlarını okumasa bile, Kulis'e göz atmadan edemiyor. Ayrıca, camide birlikte saf tutmuşluğum, sofrasını paylaşmışlığım var...

Sıkıntı yaşamasın diye az mı kalem oynattım. “Patlat patron, biz her durumda yeneriz” diye kendisini fiştekleyen etrafa inat, “Etme, eyleme, iktidarla kavga edilmez, hele bu iktidarla” diye yazdıklarımı hatırlayınız. Global ekonomik kriz illâ bizim sahile de uğrasın diye yayınlar yapılırken, “Hepimiz aynı gemideyiz, ama bazılarımızın yükü daha ağır, onları daha fazla etkiler bu zorla ithal edilmek istenen kriz” demedim mi?

Laylaylam türü fikirlerle kafaları karma karışık 'sol' kadro dünyanın muhafazakârlar eliyle yönetildiği bir dönemde ancak 'Neo-Muhafazakâr' olabildi... 1 Mart'taki akıl hocaları da, benim 'Neo-Çılgınlar' sıfatıyla andığım, Washington'da kümelenmiş, en belirgin özelliği 'eski solculuk' olan kadroydu.

Dünyanın başına açtıkları dertleri gördük. 'Neo-Çılgınlar'ın topladığı nefreti Bush suratına atılan bir çift pabuçla simgeleştirdi. Her durumda sütre gerisinde kalanlar esas patron olmayı sürdürürken, onların cebine her ay düzenli para koyduğu yetmezmiş gibi siyasi riskleri de üstlenen patron -ne yazık ki gerçek bu- nihai faturayı da ödüyor.

Ergenekon gerçeğini Hürriyet'in kabulünden buyana iki gün geçti. Durum fena değil. Yayın yönetmeni “Ergenekon davasında korkuyorum” demiş; ona bakarsan ben de korkuyorum. Önemli olan “Hançeremi parçalarcasına 'Çeteler temizlensin' diye bağırıyorum” diyebilmesi...

Orta sayfada yazan eskinin 'aşk yazılarının unutulmaz kalemi' bana lâf yetiştirmeye çalışmış, ama olsun... Ankara temsilcisinden de alıntı yapmıştım, konuya değinirken onu görmezden gelmesi can ile cânan arasında bir hadise olabileceğini hatırlatıyor...

“Bu gazetede ilk günden beri devlet içinde yuvalanmış yasadışı örgütlenmelerin ve antidemokratik girişimlerin cezalandırılması savunuluyor” diyor orta sayfa yazarı, gerçeğin bunun tam tersi olduğunu bütün okurları bildiği halde...

Gerçeklerle yüzyüze kalmalarının sebebini de o fâş edivermiş işte: 'Son ortaya çıkan cephanelikler...'

Her şeye bir kulp takabilirsin de esasen kulpu ve pimi olan tüfeklere, bombalara ne takacaksın? C-4 patlayıcılar, kâğıt bombalar, lâv silâhlarının üzerini örtmek kolay değil; örtmüşlerdi, açılıverdi birden...

Eskiden kalem kavgası yaptığın birinin buluşunu kendine mal etmen ayıp karşılanır, en azından dudak bükülürdü. Ben o eskilerdenim. Önceki günkü yazımı “Gözüm üzerlerinde olacak!” cümlesiyle bitirmiştim; arkadaşın yazısının son cümlesi şu: “Gözüm üzerinde olacak!”

Aman ne orijinal!

Neyse ki, bonkör bir patronları var ve kendi gazetesinde yazılanları da dikkatli okumuyor. Onlar da bu yüzden idare edip gidiyorlar...

Umarım, beni endişelendirdiği denli nefret etmiyorlardır patronlardan...

YENİ ŞAFAK