İntikam arzusuyla yanıp tutuşmuyoruz ama adaletin tecellisi için sabırla mücadele etmeye mecburuz. Siyasal ve toplumsal işleyişi normalleştirmek üzere örgütlü suçların tespiti, suçu teşvik ve organize edenlerin yargılanmasını talep etmek rövanşist duygularla ülke içinde keskin gerilim ve kutuplaşma hatları oluşturup bitimsiz çatışma alanları inşa etmek şeklinde itham edilemez elbette. Adalet tecelli etmedikçe bütün yaralar kanamaya devam edecek, suç ve suçluların üzerine gidilmedikçe bütün ülke ve toplum her türlü saldırıya açık olacaktır.
Başarısız Darbe “Plan Semineri” Olarak Anlatılır
24. yılında da 28 Şubat darbesinin yıldönümünde doğal hatta zaruri olarak önümüzde kapsamlı bir muhasebe ödevi durmaktadır. Muhasebeyi hem 28 Şubat darbe sürecinin aktör ve paydaşları hem de mağdur ve muhalifleri yapacaktır elbette. Peki, 28 Şubat darbe sürecinin aktör ve paydaşlarından pişmanlık belirten, özeleştiri yapan ve kamuoyundan açıkça özür dileyen (numunelik olsun) hiçbir kişiye şahit olduk mu? İsmail Hakkı Karadayı ve Güven Erkaya’dan Süleyman Demirel, Türkan Saylan ve Coşkun Kırca’ya kadar ölüp giden isimlerin yanı sıra Çevik Bir ve Çetin Doğan’dan Doğu Perinçek ve Kemal Gürüz’e değin giriştikleri zorbalıklar için hiçbir 28 Şubat paydaşı pişmanlık belirtmedi. Çünkü bunların her biri askeri darbe süreçleri için çalışmayı Kemalizmin iman esaslarından sayıyorlar. Bir fırsat kolluyorlar hala. Çünkü siyaset ve toplumu askeri emir ve komutlarla hizaya çekmeye girişmeden bir türlü huzur ve sükunete eremiyorlar. Kemalist hayat tarzının, siyaset ve bürokrasiye Atatürk ilkelerinin ancak askeri vesayet sayesinde egemen olabileceğini çok iyi biliyorlar çünkü.
28 Şubat’ın asker-sivil unsurları, akademi ve medya mensupları, yüksek yargı ve büyük sermaye temsilcileri örgütledikleri psikolojik harekatlarla, halkın üzerine bir silah gibi doğrulttukları tehdit ve şantajlarla hiç yüzleşmek istemiyorlar. Bütün suçlarını inkar ve tevil ederek temize çıkmak için çırpınıp duruyorlar. 28 Şubat’tan Balyoz Plan Semineri’ne kadar her türlü zorbalığın önünü çeken Org. Çetin Doğan’ın söylediklerine bir kulak verelim isterseniz. 28 Şubat değil sadece Batı Çalışma Grubu davası görüldü ama bu davadan da 21 darbeciye hiçbir cezaevi süreci yaşanmadan güya müebbed hapis çıktı. Ee haliyle adam gibi hesap sorulmayan, işlediği suçlarla yüzleştirilmeyen 28 Şubat’ın zorba aktörleri şimdi bütün toplumdan hesap sormaya kalkışıyor. Bakın daha geçen gün emekli Org. Çetin Doğan, Cumhuriyet Gazetesi’nden İpek Özbey’e anlattığı “FETÖ, 28 Şubat’a da belge üretti” masalını “Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 3.500 sayfalık gerekçeli kararı çöpten ibarettir” palavrasıyla nihayete erdirmeye niyetlendi.
15 Temmuz’dan sonra yerel, bölgesel, küresel bütün meseleleri FETÖ’yle izah etme modasından Çetin Doğan ve 28 Şubatçı kadroların istifade etmek üzere sıraya girmesinde bir tuhaflık yok. Çünkü FETÖ’yle her türlü suçtan sıyrılabilme, bin bir çeşit zorbalığı meşrulaştırabilme imkanı bahşedildi herkese. Darbeciler, türlü yolsuzluklarla banka batıranlar, borsa manipülatörleri, Rusya ve Çin ajanları, hurafe ve İsrailiyat pazarlayıp halkı aldatan Samiriler için bile FETÖ işlenen bütün suçlar için müthiş bir perdeleme unsuru olarak kullanılır oldu.
Hükümet Direnebilseydi Silahlar Patlayacaktı
Asıl büyük yanılgı askeri darbeler sürecini ve aktörlerini birbirinden ayırmak, birini yerli ve milli diğerini NATO-Amerika menşeli şeklinde değerlendirmekle zuhur etti. Oysa 28 Şubat darbesi 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül’ün ardılı, 27 Nisan ve 15 Temmuz’un öncülüydü. Askeri vesayetin tesisinde ha “Mustafa Kemal’in Askerleri” önü çekmiş, ha “Fethullah Gülen’in Haşhaşileri”; çok fazla bir fark yoktu. Türkiye’deki hangi darbe süreci NATO’dan bağımsızdı?
12 Haziran 1997’de Hürriyet, Sabah ve Milliyet’in Genelkurmay Başkanlığı mahreciyle manşetlerine çektiği “Gerekirse silah bile kullanırız” tehdidi (merhum) Necmettin Erbakan ve Tansu Çiller’in ortak olduğu Refah-Yol Hükümeti’nin istifasını temin edemeseydi ne olurdu? Eğer Refah-Yol Hükümeti medya üzerinden yükselen tehditlerine direnseydi 28 Şubat süreci “post-modern” ve “balans ayarı” niteliğinden süratle klasik darbe sürecine evrilirdi. 28 Şubat’ı kansız kılan, tank ve savaş uçaklarına hacet duyulmadan siyaset ve toplumu hizaya çekebilmiş olmasıyla ilgilidir.
Şayet 15 Temmuz darbesine hızla karşı duran siyasal ve toplumsal irade 28 Şubat sürecinde de vücut bulabilseydi Ankara ve İstanbul başta olmak üzere ülkenin hemen her yerinde savaş uçakları ve tanklar devreye sokulacaktı tabii ki. 27 Mayıs ve 12 Eylül’de yapılanın 28 Şubat’ta yapılmasını engelleyen adalet, merhamet veya hukuka ve toplumsal meşruiyete olan saygı sadakat değil sadece ve sadece ihtiyaç kalmamasıydı.
28 Şubat’ın bin yıl sürecek dediler lakin sekiz-on yılda tasfiye edildi. Eğer biraz daha vakit olsaydı 28 Şubat’ın aktörleri de 27 Mayıs ve 12 Eylül cuntacıları gibi kahramanlık destanı gibi ardı ardına anılarını yazacaklardı. Talihleri yaver gitmedi ve yakayı çabuk ele verdiler. İş mahkemeye düşünce hiçbiri delikanlıca “evet, darbe örgütledik, bu bizim hakkımız ve görevimizdi” diyemedi. Gök gürler gibi muhtıra veren, brifinglerle siyaset ve bürokrasiyi hizaya çeken kurmay kadronun mahkeme salonlarında nasıl da sünepeleştiğine hep birlikte şahit olduk. Talat Aydemir ve Fethi Gürcan dışında girişimi akamete uğrayıp idam kararını göre göre mahkeme salonlarında mertçe ve cesaretle askeri darbe örgütlediğini itiraf edenlere rastlayamamak da bizim kaybımız.
Bazı hesaplar mahşere kalırsa birileri orada kurtulacağını sanıyor. Adl-i İlahi asla şaşmaz ve milimetrik hesapla işler oysa. Bize düşen bireysel ve toplumsal hayatımızda zulmü, fesadı, fuhşu engelleyip adaleti, merhameti ve güzelliği ikame etmektir. Bazı duraksama, sapma ve kayıplar yaşasak da tevhid ve adalet için, izzet ve şeref için verdiğimiz mücadele sürüyor, sürecek inşallah.
Not: Siz muhterem okurlarımızdan bir müddet müsaade istiyorum.
*
Yeni Akit