Türkiye’ye sığınan Suriyeli muhacirlere yönelik üretilen sistematik düşmanlığın kökeninde hangi ideolojik veya sınıfsal saikler daha çok belirleyici acaba? Tersinden de soralım aynı soruyu: Türkiye’ye sığınan Suriyeli muhacirleri sahiplenme ve destekleme duygusunu hangi ideolojik ve toplumsal dinamikler şekillendiriyor acaba? Şüphesiz muhacirlerin nasıl görüldüğü ve görülmediği meselesi en ciddi ayrışma noktalarından birisidir. Anlaşılan bazı siyasi partiler seçim sürecinin hassas ve kırılgan ikliminde ulusalcı-milliyetçi kaygılara daha fazla yatırım yapmayı son derece karlı görüyorlar.
Muhacirleri Türkiye’nin beka meselesi olarak görenler var. Toplumun hayat kalitesini düşüren asli faktör olarak tanımlayanlar var. İşsizliği ve ev kiralarını arttıran biricik suçlu olarak tanımlayanlar var. Vatanı için savaşmayıp kaçandan bize hayır gelmez diye lanetleyenler de var. Düşmanlığın veya daha yumuşak ifadesiyle soğukluk ve kaygının sayılabilecek türlü türlü gerekçesi var. Bütün bunlar bir görme biçimi tabii ki. Neyi görme biçimi mi? Yıkım ve kitlesel ölüm kasırgasının önünden kaçarak ülkemize sığınan mazlumları görme biçimi. İşte kimi egoizmle sadizm, kimi Kemalizmle Baasçılık sarkacında salınan görme biçimleri esasen ahlaki temeller ve hedeflerden yoksun. Ahlaki temellerden yoksun bu görme biçiminin üzerine bina edilecek kanundan, siyasetten, diplomasiden de hiç kimse insani bir sonuç beklemesin zaten.
Evli Evine, Suriyeli Ölüme
İYİ Parti lideri ve Cumhurbaşkanı adayı Meral Akşener geçen gün net bir çerçeve çizmeden şöyle söylüyordu mesela: “Suriye politikası, Türkiye’nin beka tehlikesi haline döndü. 3,5 milyon Suriyeli ülkemizde ne olacaklar belli değil.” Ancak Akşener’in henüz doğru düzgün bir Suriyeli muhacirler politikası yok filan diye sevinmeyin. Çünkü daha üç hafta önce takvim vererek ne zamana kadar geri gönderileceklerini ilan ediyordu: 2019’un Ramazan ayına kadar. Tabii Akşener gayet kıvrak ve bir o kadar da muğlak ifadelerle hem milliyetçi nefrete hem de Müslüman kardeşliğe hitap etmeye çalışıyordu: “Cumhurbaşkanı seçildiğimizde, 2019’un Ramazan ayında Suriyeli kardeşlerimizle Suriye’de iftar açacağız inşallah.” Ne Esed rejiminin katliamlarının nasıl durdurulacağından ne de Rusya ve İran gibi emperyal iki devletin işgal ve yıkımlarının hangi yöntemlerle engelleneceğine dair küçücük olsun bir işarette bulunmadan.
Suriyeli muhacirlerin üzerine bir namlu gibi doğrultulan daha şedit ve nefret yüklü hitap ise CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce’den yükseliyordu: “Ne diye geliyorsun, burası aşevi mi? Benim ülkemin insanları işsiz.” Bütün imaj çalışmalarına rağmen İnce’nin CHP geleneğine sadakatine tescil eden en kritik duruşlardan birisi de Suriyeli muhacirlere dönük tavrında belirginleşmektedir. Başından beri CHP lideri Kılıçdaroğlu ve hemen bütün kurmay kadroya göre “Suriyeli muhacirleri Türkiye’ye sokmak vatana ihanet” kategorisinde büyük bir cürüm olarak işlem görüyor zaten. Hiç hız kesmeksizin “Suriyelilerden kurtulma, bir an evvel geri gönderme olmadı Avrupa’ya transfer etme” gibi pek çok heyecanlı nutuklar atıldı, atılıyor.
Sevgiden Değil Nefretten Doğan İttifak
Suriyeli muhacirler meselesi sadece Türkiye açısından değil bölgede Lübnan ve Ürdün açısından olduğu gibi Avrupa ülkeleri açısından da son derece hayati bir problem. Denilebilir ki sadece Rusya ve İran’ın böyle bir problemi yok çünkü muhacir kitlesi ne kadar büyütülebilir ve geri dönüşleri engellenebilirse Esed rejiminin bekasını teminde o derece garanti elde etmiş olacaklar. Enteresan olan ne Rusya ve İran’ın işgal ve katliamları sağlam bir eleştiri olarak mezkur partilerin söylemlerinde yer tutuyor ne de Suriyeli muhacirlerin maruz kaldığı acıların bitirilmesi yönünde dolaylı da olsa bir çağrıya muhatap ediliyorlar.
Suriyeli muhacirleri sevmiyorlar fakat Arap nasyonal sosyalizmi ve Nusayri mezhepçiliğine yaslanan Esed/Baas despotizmine hayranlıkla değilse bile anlayışla yaklaşıyorlar. Çünkü Esed rejimi seküler-laik ve ulusalcı bir rejim olarak bölgede İslami toplumsal gelişmeleri bastırarak Türkiye’deki seküler-Kemalist kadro ve örgütlerle aynı hedefe vuruyor. İlaveten İslami hareketlerin bölge siyasetinde cazibe merkezi olmasına dönük tecrübeleri en kanlı metotlarla sabote ederek seküler-ulus devlet tecrübesinden başka bir seçeneğe müsaade edilmeyeceğini tüm zihin ve duygulara kazıyor.
İkide bir vara yoğa Fetöcü damgası filan vurarak aslında siyasetin Kemalist ve seküler-ulusalcı ideoloji ve teamüllerle olan ilgisi örtülmüş oluyor. Kemalizm tecrübesi ile Baas tecrübesi birbirine oldukça yakındır. Ortak nefret paydası bütün olumsuz geçmişe rağmen ortak sevgi paydasına dönüşüverir kolayca. Ortak nefret paydası gün olur NATO’yla gün olur Rusya’yla başka bir gün olur Mollalar İran’ıyla Kemalist ideoloji ve kadroları İslamcılık karşıtı bir konseptte dayanışmayı icbar eder. Bu dönemde yaşadığımız tablonun özeti nefretten kaynaklanan görme biçiminin nelere kadri olduğunu tecrübe etmekten ibarettir.
Yeni Akit