“Anlaşmıştık, 2. liste çıkmayacaktı”. Kim kimle anlaşıyor? Niye, nasıl anlaşıyor?. İki grup anlaştı, 3. grup çıkarsa “hain”. Yok böyle bir şey.. Dileyen aday olur, dileyen dilediği listeye oy verir, beğendiği listedeki beğenmediği adayı çizer..
“Kapalı kapılar arkasındaki mutabakat arayışları” aslında seçmen iradesine ipotek koyma çabalarının ürünüdür.. Siyasetin özellikle bu bölümünün açık ve şeffaf olması gerekir..
İttifak edilir ya da edilmez. İttifak edilirse birlikte hareket edilir, ihtilaf edilirse milletin hakemliğine gidilir.. Bu iş bu kadar basit. İttifak hasıl olmazsa “Cumhur”a, yani “çoğunluğa” bakılır. Yani çoğunluğun iradesi esas alınır, ancak diğer grupların talep, endişe ve umutları da not edilir..
Kuşkusuz bu işler olurken “ehli hal vel akd” ile, işin ehli insanlarla istişare de edilir.. Şura da yapılır. Onların nasihat ve tavsiyeleri de dikkate alınır. Bundan tek görüş çıkması beklenmez. Sonuçta bu işe delegeler karar verir.. Onlar da akıl ve vicdanlarına göre hareket ederler..
Kimse delegeyi avara kasnak yerine koyamaz. Çantada keklik gibi göremez..
Bu işler “emir komuta” ile olmaz.. Olmaz olmamasına da, oluyor işte.
“Herkes düşündüğünü söylesin, ben bildiğimi yapayım” anlayışı ile siyaset yapılmaz..
“Görev istenmez verilir” anlayışı, Milattan 4-5 asır önce konmuş bir kural.. Eflatun’un “Devlet”inde var.. Eflatun’a göre, aklı başında bir insan, başkasının sorumluluğunu üstlenmeye istekli olmaz.. Buna teşebbüs eden kişi ya cahil ya da haindir.. Cahil olabilir, neye talip olduğunu bilmemektedir, onun için ona bu görevi vermemek gerekir. Akıllı bir insan, nasıl başkasının sorumluluğunu isteyebilir ki.. Hele de insan kendi aile ve akrabaları, komşuları ile sorun yaşarken.. Bu kişi hain olabilir. Ya rakiplerine zulmetmek, ya da kamu kaynaklarına el koymak istemektedir.. Onun için görev isteyene verilmez. Görev verilecek kişi, kendi işlerinde başarılı olup, artık dünya umuru ve kaygısı, makam-mevki hırsı olmayan birinden rica ederek, belli bir süre ile, artık biraz da başkaları için hiçbir ücret beklemeden, ahlaki bir sorumluluk gereği bu işi üstlenmesi istenebilir..
Asrı saadet ve 4 Halife dönemindeki atamalara bakın bakalım. Halkın geleneğini bilmediği için görevden alınan valiler olmuştur.. Hz. Ömer’in sistematize ettiği “Millet sistemi”nde “milletbaşı” nasıl seçilir bir bakın bakalım.
Resulullah, “Bilmediğiniz şeyin peşine düşmeyin” der. Zira “Allah cahil ve zalim bir kavme hidayet nasib etmez”. Çevrenize bakın bakalım, siyaset yapanlar, seçenler, seçilenler, aranızda siyasetname okuyan kaç kişi var?. Kaç kişi Fütüvvetnamelerden haberdar? Sahi biz Mısır’ı, Hindistan’ı, Endülüs’ü nasıl yönettik? Selçuklular nasıl yönetti bu ülkeyi, Balkanlar’ı, Kafkaslar’ı nasıl yönettik?
Hindistan dünyada en fazla ırk, dil, hatta başka ülkelerde olmayan kast sistemi olan bir ülke. Hindistan’ı nasıl yönettik?. Bugün şurada Kürt kardeşlerimizle bile barış içinde bir arada yaşayamıyoruz. Oysa daha dün bu topraklarda, Yezidiler, Sabiiler, Mecusilerle bile barış içinde bir arada yaşadık. Dün, bu coğrafyada, Müslümanların, Yezidilere, Sabii ve Mecusilere gösterdiği sabrı ve anlayışı bugünkü Müslümanlar birbirine göstermiyor. Yazık!..
Şu şöyle olmasaydı, bu böyle olmazdı! Yok canım! Falan kişiler başımızda olsaydı, bugün Gazze’de yaşananlar olmazdı, sahi mi? Umberto Eco da “İnternet olsaydı, Naziler soykırımı gerçekleştiremezdi” diyor. “Teyzem erkek olsaydı, dayım olurdu!” Öyle ya (Haşa) Allah’ın gücü yetmedi, onun için bu işler böyle oldu.. Onlar olsaydı ve Allah’a yardım etselerdi, bu işler başka türlü olurdu. “ ‘Şöyle olmasaydı böyle olurdu’ demek şeytandandır” Allah’ın takdirinde geriye dönük ihtimal hesabı yapılmaz..
Biz doğru olduğunu düşündüğümüz şeyi yaparız. Allah da hükmünü verir. Mesela Hz. Ali geldi de ne oldu? Ki o ehli beytin devamını sağlayan halka idi. Ki o ilmin kapısı idi, ki o Allah’ın arslanı idi..
Sahi! Halid bin Velid niye azledildi? Her gittiği savaştan zaferle dönüyordu. Müslümanlar artık neredeyse zaferi Allah’tan değil, Halid b. Velid’den bekliyorlardı. Halife, zaferin Halid b. Velid’den değil Allah’tan olduğunu halka göstermek için Halid b. Velid’i görevden aldı..
Bu “Siyaset geleneği”nden gelin vazgeçelim.. Aslolan “Maslahattır”. Yani sulh etmek. Akılla vicdanı, insanla insanı, insanla tabiatı barıştırmak. Bu 3 barış bizi Allah’la barışa götürecektir. Allah (cc)’ın bir adı da “Selam” yani barıştır. İslam etimolojik olarak “Barışa giden yol” demektir.. Unutmamak gerekir ki “Adalet yoksa barış da yok. Adalet ve barış yoksa hiçbir özgürlük güvende değil demektir”. Onun için adalet mülkün temelidir denmiştir, onun için “Bir kavme olan düşmanlığınız sizi onlar hakkında adaletsizliğe sevketmesin” denmiştir.. Adalet yoksa zulüm vardır..
“Siyaset” kadim yönetim anlayışlarından biridir. Biraz da Mısır-Helen mirasıdır. Tanrı/kral geleneğinde yönetici ile yönetilen arasındaki ilişki, Tanrı/insan, ya da çoban/sürü ilişkisine indirgenmiştir.. Kendini tanrı ilan edenler olduğu gibi, “Zıllullah/tanrının gölgesi” ilan eden de olmuştur. Çoban yönetici, sürü halktır. Siyasette ise SYS kökünden İnsan-At ilişkisi, at eğitme sanatı şeklinde bir anlayış gelmiştir.. “Seyislik” de buradan gelir.. “Politika” ise, esasen Arapçadan “Medine”nin tercümesidir.. Resulullah’ın “Yesrib”de farklı dini ve etnik topluluklarla birlikte hayata geçirdiği “Toplumsal sözleşme / Sosyal Kontrat” sonrası “Yesrib”, “Medine” adını almıştır ve Medeniyet kelimesi de buradan türetilmiştir. “Polis/politia” ise, toplumsal sözleşme hükümlerini koruyan, kollayan, şehir de sözleşme hükümlerinin uygulanmasını denetleyen kolluk gücü şeklinde anlaşılmıştır.. Mesela “Konstantinapolis” derken aslında “Konstantin Medinesi” anlamında kullanılmaktadır. Bu isimlendirme İslam’ın etkisi sonucudur. Orada kanun, hukuk, düzen olduğunu ve bedevi değil, medeni bir düzen tesis edildiğini göstermek içindir.. Yani bizim siyaset dediğimiz şeyin doğrusu aslında “Politika”dır..
Bugün birçok parti kongrelerinde yaşanan ise gerçekten “politika” değil, bedevi özellikler gösteren kaba bir siyasettir..
Bu tartışma içinde öne çıkan iki kavram daha var: “Ulul emr” ve “Hilafet”.. “Ulul emr” derken, herhangi bir “ulul emr” değil. “Sizden olan…”.. “Sizden olan” kim, “ırkınızdan, dininizden, mezhebinizden olan, vatandaşınız olan” biri mi yoksa! Ya da “yetkisini, sizden alan, size hesap veren, sizin haklarınızı koruyan biri” mi? Burada “biat” konusu öne çıkıyor. “Biat”, “bey” yani “satın almak” anlamına gelen bir kelimedir.. Bakalım bakalım kim neyi satın alıyor?
Bu konu uzayacak galiba. Referandum, kongre (Nedve), seçim (intihab) öncesi bu Müslümanlar açısından önemli bir konu. Yarın da bu konuya devam edelim en iyisi.
Yarın, biad, hilafet, ulul emr konusuna devam edeceğiz. Yarın önemli bir gündem öne çıkarsa bir sonraki gün bu konuyu ele alalım inşallah.
Selam ve dua ile..
VAKİT