Gorbaçov ne diyor, Cheney ne yapıyor?

Akif Emre

Dick Cheney'in Ortadoğuya yaptığı gezinin sıradan bir ziyaret olmadığı ortada. Bundan altı yıl önce yaptığı ziyarettin ardından Irak'ın işgal edildiğini hatırlayanlar Amerikan sisteminde başkandan sonra ikinci adamının bölgeye gelişini de ister istemez önemsemek zorundaydılar.

Nitekim ziyaretin somut sonucu olarak Lübnan Suriye'nin başkenti Şam'da yapılacak Arap Birliği zirvesine katılmayacağını açıkladı. Bu Suriye'nin arka bahçesi olarak görülen Lübnan'ın Şam yönetimine açık tavrı olarak yorumlanabilir. Daha da önemlisi, hafta başında Suudi Arabistan kralı Abdullah'ın zirveye katılmayacağını açıklamasıydı. Arap Birliği denilince akla gelen iki ülke vardır: Mısır ve Suudi Arabistan. Bunlardan birinin devlet başkanı düzeyinde temsil edilmeyip ancak büyük elçisini göndermesi Şam yönetimini adeta diplomatik olarak köşeye sıkıştırmaktan başka bir şey değil. Ve son olarak da Mısır'ın Şam'a gitmeyeceğini açıklamış olması Cheney'in gelişinin diplomatik başarısı sayılabilir.

Arap Birliğini sabote eden Cheney sadece Şam'ı yalnızlaştırmış olmadı aynı zamanda Arapların kendi iradeleriyle sorunlarını halletme becerisinden mahrum olduklarını gösterdi. Irak'ı istikrarsızlaştıran işgalciler diplomatik anlamda Araplar arası işbirliğini de engelleyerek istikrarsızlaştırma yönünde önemli adımlar attı.

Türkiye'nin büyük başarısı olarak gösterilen Suriye'nin Annapolis'e katılması bile Amerika'nın İsrail lehine Suriye'yi cezalandırmasına engel olmadı.

Cheney'in ziyaretinin özellikle İran'a yapılacak yaptırımlar, hatta muhtemel saldırı için son hazırlıklar olarak okunabilir mi? Görünüşe bakılırsa, İran meselesinin Ortadoğu turunda masaya yatırılmamış olması mümkün değil. Ancak sanılanın aksine bunun bir büyük çaplı askeri saldırı hazırlığı olması zor.

Bu şekilde düşünmemizi gerektirecek çok sayıda argüman var elimizde. Her şeyden önce Türkiye'ye yaptığı ziyaretin Bush'un talebi üzerine olduğu açıklaması bile, ziyarette İran meselesinin, en azından Türkiye açısından beklenen düzeyde gündemi işgal etmediği söylenebilir. Ayrıca unutmamak gerekir ki, Cheney ve ekibinin yönetimdeki ağırlığı İran'a saldırıyı üstlenecek düzeyde değildir. İran-Amerikan ilişkilerinin kendine özgü seyrine bakıldığında bu zamana kadar İran'ın tehdit unsuru olamayacağı, ama Amerika'nın da işine yarayacak bir düzeyde sürdürüldüğü görülür. Amerika'yı Irak'ta adeta bloke eden İran hala önemli bir kozu elinde tutuyor. Amerika ise bir tür tehdit stratejisi izleyerek İran'ı uluslar arası toplumda izole ederken, Irak konusunda adeta işbirliğine zorlayarak siyasi dengeleri oturtmaya çalışıyor.

Aslında “nükleer tehdit” söyleminin muhatabının gerçekten İran olup olmadığı konusunda yeniden düşünmek gerekir. (İran'ın bu anlamda tehdit oluşturmadığı yönündeki raporun sızması bile Cheney'in eski gücünde olmadığını gösterir. Bu konuda Süreyya Seyhanoğlu'nun ufuk açıcı yazısı okumaya değer, www.dunyabulteni.net) Daha önce 'mikro-soğuk savaş stratejisi' olarak tanımladığım İran-ABD ilişkileri üzerinde makro stratejiye bakmakta yarar var. Aksi takdirde Ortadoğuda oluşan yeni yapılanmayı saldıracak-saldırmayacak düzeyine indirgemek olur.

Kısa vadede, İran'la yürütülen nükleer kriz stratejisi aslında daha büyük bir stratejinin hem gerekçesi hem gizleyeni olmak gibi bir işlev görüyor. Mikro-soğuk savaş stratejisinin bir unsuru olarak “İran tehdidi” üzerinden Ortadoğuda kalıcı olmanın hesapları yapılırken; petrol kaynakları başta olmak üzere dünyanın en stratejik bölgesini elde tutmak için askeri gücünü buraya yığmanın başka anlamları olmalı.

İran'ı vurmak için teknik ve askeri açıdan Türkiye'ye füze sistemi kurmaya gerçekten ihtiyaç olup olmadığı sorusunu sormanın bile pek çok kurguyu bozacağı açık. Basit ama temel bir soruyu sormadan kurulan komplo teorilerine bakarak gelecek yorumları yapmanın nasıl bir dünya tasavvuru doğuracağı ortada.

Sovyetler'in son devlet başkanı Mikhail Gorbaçov, Amerika'nın aynı anda farklı bölgelerde kurmayı planladığı füze sisteminin hedefinin aslında İran olmadığını açıkca söyleyen herhalde ilk (eski) siyasetçi olsa gerek. Amerika'nın Polonya ve Çek Cumhuriyeti'nde kurmak istediği füze sisteminin hedefinin İran değil Rusya ve Çin olduğunu açıklayan Gorbaçov'un söylemek istediği şu: kral çıplak!

Artık hegemon olarak Amerika'nın rakipsizliğinin son dönemlerinin yaşandığı şu dönemde muhtemel rakiplerine karşı askeri, stratejik hamleler yaparak ekonomik üstünlüğünü korumanın tedbirlerini alıyor.

Bir projeler çöplüğü olan Ortadoğuda çöpe giden son proje de BOP oldu. Ama bu arada Amerika askeri olarak yerleşti, siyasal sistemlere demokratik ayar çekmese de (öyle bir niyeti hiç olmadı) stratejik dengeleri yeniden kurmaya çalıştı. BOP'un çöplüğe atılması Ortadoğudaki toplum mühendisliğinden batılılaşma adına medeniyet değerlerine yabancılaştırma çabalarından vazgeçildiği anlamı çıkmaz. Ancak acil olarak politik ve toplumsal dizayn anlamına gelen BOP'un işlevsiz hale geldiği söylenebilir. İsmi BOP olmasa da toplum mühendisliği devam edecek. Müslümanlar siyasi olduğu kadar entellektüel çabalarını bu yönde teksif etmedikleri sürece bölge dışı müdahaleler karşısında savrulmaları kaçınılmaz. Bu zamana kadar direnmelerini sağlayan devraldıkları medeniyet mirasının kırıntıları oldu.

Yeni Şafak gazetesi