Günün koşulları sert, iktidar mücadelesi açık… Böyle olunca her gelişme, vergi cezaları, medya patronlarının Ergenekon ilişkileri, yolsuzluk dosyaları gibi hemen her hadise siyasi değerlendirmeye tabi tutuluyor.
Bir kesimin iddiası siyasi iktidarın elindeki gücü muhaliflerine karşı kullandığı yönünde…
Diğer taraf ise hırsızlık, yolsuzluk, karanlık ilişkilerin bu tür iddialarla aklanmaya çalışıldığını söylüyor…
Hangisi doğru?..
Bir yanlış bir doğruyu götürmez bu tür işlerde. Elbette Doğan Grubu'na gelen cezanın neden bu zamanlamayla kesildiği tartışılacaktır, tartışılıyor da…
Ama bu tartışma vergi cezası asli gerekçesini hiç bir şekilde gölgelemez, gölgelemiyor.
Karamehmet'in Ergenekoncu askerlerle kurduğu kabul edilmez ilişkinin ortaya çıkması, her hangi bir siyasi görüşe fayda sağlıyor diye, o karanlık ilişki buharlaşmıyor, aklanmıyor, doğrulanmıyor.
Ne var ki, Türkiye'nin sapla samanı karıştırmadan, kutuplaşmadan tartışamayacağı çok açık… Zira siyasi partiler ve merkez medya tartışmanın hem öznesi hem nesnesi, tartışılan da onlar, tartışan da onlar…
Kanımızı söyleyip şimdilik kaydıyla geçelim:
Merkez medyanın eğriliği yanında siyasi iktidarın sert vuruşlarının esamesi bile okunmaz…
Seçim öncesi havayı da aslında bu cümle özetliyor…
Görünen o ki, Başbakan askerle ilişkilerinin geldiği noktadan (hem duruma hâkim olma hem uzlaşma) memnun, Bu memnuniyetin rahatlığı içinde seçim kampanyasının karşısına CHP'yi, CHP'den de çok egemen zihniyeti temsil eden merkez medyayı alarak yürütüyor ve yürütecek…
Bu yolla Başbakan hem riskli karşılaşma ve çatışmalardan uzak duruyor, hem meydanlarda hakkından kolayca geleceği bir rakibe işarete ederek, adalet ve hak duygusu üzerine kurulu toplumsal siyasi bir seferberliği hedefliyor.
Bunu anlamak için Başbakan'ın iki özelliğini iyi görmek gerekir.
İlki şu:
Başbakan geri adım atarak uzlaşmıyor, sıkıştığı anlarda uzlaşıyı aramıyor. Tam tersine adım atıyor, kazançlı duruma geçmeye gayret ediyor, uzlaşıya bundan sonra kapı açıyor. 2007 yılında yaşananlar, Başbakan'ın aldığı tavırlar buna tipik örnektir. 2007 Mart'ından itibaren, özellikle muhtıra sonrası cumhurbaşkanlığı seçimi ve adayı konusunda meydan okumadan kaçınmamış, ancak kazandıktan sonra geri adıma ve uzlaşmaya yanaşmıştır Başbakan. Uzlaşma seçim sonrasında, Başbakan'ın istediği koşullarda olacaktır.
İkinci özellik şöyle:
Başbakan çatışmadan kaçmıyor, ancak çatışma nesnesini kendisi seçiyor. Doğrudan karşısında olan, onu tehdit eden yapıyla değil, onun dolaylı temsilcileriyle kavga veriyor. Merkez medya, Başbakan'ın hemen her zaman seçilmiş hedeflerinden biri olmuştu, olmaya devam edecek gibi görünüyor.
Belki de bir taşla iki kuş avlıyor.
Bir yandan AK Parti'nin varlığını hedefleyen, bunu 7'den 70'e herkesin göreceği keyfilik ve çıplakla yapan, bu yolla kendisini hak arayışı karşısında “egemen güç”ün “tam ve ahlak dışı temsilci”si haline getiren merkez medyayla kavga ederek, bu kolay lokmayı yiyerek oyun kazanıyor.
Diğer yandan bu galibiyet üzerinden asıl rakiplerinin hareket ve meşruiyet alanını daraltıyor.
2007 genel seçim kampanyasını hatırlayın… AK Parti'nin kapatılma davası sonucundan sonra yaptığı çıkışı, Doğan Grubu'nu siyasi aktör olarak nasıl karşısına aldığını hatırlayın ve 2009 yerel seçim kampanyasında kullandığı dile bakın… Aynı mekanizmayı göreceksiniz…
Açık:
Merkez medya kendisini siyasi aktör haline getirmeye çalıştıkça, siyaseti tepeden dizayn etmeye gayret ettikçe, siyasi iktidarla cepheden kendi çıkarları doğrultusunda savaş sürdürmeye çalıştıkça, devletin içindeki atanmış gücünün gönüllü temsilcisi gibi durdukça bu böyle sürecektir…
Bu kavga “Türk siyasetine” değil, sadece “köpüğü”ne işaret etmektedir.
Köpüğün altında ise temalarıyla, çatışmalarıyla büyük değişim süreci vardır.
Değişim sürecindeki en önemli temalardan birisi ise, iktidarı kontrol etme, bu kontrolün kim tarafından, nasıl yapılacağı, bunun sınırları, yasallığı ve meşruiyeti meselesidir.
YENİ ŞAFAK