Dani Rodrik ve eşi Çetin Doğan’ın kızı olan hanımefendinin kulakları çınlasın…
Balyoz belgelerinin fos olduğunu, sonradan üretildiğini ispat için bir kitap yayınlayıp kanal kanal dolaşmışlardı. Konuyla ilgilenen gazetecilerden temkinli eleştiriler almışlardı ama nafile.
Bir kız çocuğu düşünün ki -yaşı ne olursa olsun- babasının masum olduğuna derinden inanıyor. Öylesine inanıyor ki, tersi ispatlansa bile, ispata delil olan hususların üzerine de tam hızla gideceği her halinden belli. Onu besleyip büyüten, şefkatini esirgemeyen, en güzel okullarda okutan, geleceğini belki kendi istikbalinin üstünde tutan babasının suçsuz olduğuna kalpten kani.
TV kanallarındaki hal ve tavırları da bunun bir göstergesiydi. Şahsen ben buna ikna olmuştum. Bir baba ile biricik kızı arasındaki ilişkinin samimiyetini o kadının gözlerinde hissetmiştim.
Eşine gelince, aynı duygulara sahip olmadığımı belirtmeliyim. Rodrik, önemli bir akademisyen, bir iktisatçı. Yahudi olması ise konumuz dışı. Bazılarının yaptıkları gibi komplo teorileri üzerinden ve anti-semitizm suçlamalarına pas atarcasına konuya yaklaşacak değilim. Zaten böylesi bir akidemiz de söz konusu değil. Bilen biliyor.
Kendisi bir liberalmiş. Geçtiğimiz günlerde Çetin Doğan’ı savunuyor olsa da bu, ailevi bir mesele görüntüsü arzediyordu. Aileden bir kişinin, eşinin babasının suçsuzluğunu ispatlama çabası. Yoksa sorsanız belki size “Açık toplum”dan, “Militarizmin ve onun etkisindeki şövenist toplumların sefaleti”nden mutlaka söz edecektir. “Demokratik topluma nasıl varılır”ın pek çok seküler izahını yapacaktır. Bir kimse kendisini liberallere yakın hissediyorsa ya da öyle tanımlıyorsa bu konulardan beri kalması mümkün değil.
Ancak onu liberallerden ayıran bazı özellikler de mevcuttu. AK Parti’nin hükümet etmeye başladığı günlerden bu yana Neo-conlara yakın dergi ve gazetelerde, neo-conların hoşuna gidecek, onların zanlarını, “korkularını” haklı çıkartacak makalelere imza atmış bir şahıs Rodrik. Yani uzak iklimlerde bulunsa da Türkiye siyasasına uzak değil. Taraf oluşunu da gizleme ihtiyacı hissetmemiş bugüne kadar. Yazdıklarını ciddiye alan çevreler, dünya ve Türkiye siyasetine etkileri açısından yabana atılır cinsten değil.
Yani o, kayınpederini savunurken, eşinden farklı bir pozisyona da hakimdi. Sadece aileden birini değil, fikirlerine, yaptıkları/yapacaklarına saygı duyduğu birini de savunuyordu aynı zamanda. Yani yoldaşını. AK Parti karşıtlığında yoldaşını, Neo-conlarla yakın siyasi düşünceleri itibariyle yoldaşını.
O ve eşi Çetin Doğan’ı savunurken şöyle bir mantık örgüsü üzerinden hareket ediyorlardı: Balyoz davasında yaşanan mağduriyetler ve delil saptırmalar, aslında gerçek darbeciler ve darbelerin üzerini örtmeye matuf!
Yani böylelikle aslında sadece babalarının değil, ulvi bir davanın savunucusu olduklarını söylemeye çalışıyorlardı. Kimbilir belki de samimi idiler. Rodrik için söyleyemesem de, kızı için bunu belirtme ihtiyacı hissediyorum.
Peki şimdi ne olacak?
“Kızının babası hakkındaki fikirleri ne olacak? Değişecek mi? Büyük bir buhranın içerisine falan girecek mi?” diye sormuyorum… Şuna inanıyorum ki, o belgeleri kameralar eşliğinde bulup çıkaran askerler de tatmin etmeyecektir bu bayanı. Aynı bilgilerin, Donanma’dan da çıktığını gözleriyle görse bile inanmayacaktır. (İyi ki Donanma’dan başka bir yerde, ormanda falan çıkmadı. Çünkü polemik sahiplerinin konuyu sulandırmadaki yorumlarına tersinden bir katkı yapardı bu durum. “İyi artık, daha neler; belli ki diğerleri gibi bunları da birileri yerleştiriyor!” babında…)
Kim inanmak ister ki, babasının “ülkenin kahraman evlatları”nın içinde bulunduğu bir uçağın düşürülmesi görüşmelerinde yer aldığına. Başını çektiği bir organizasyonun inanılmaz bir ciddiyet ve derinlikte çalışmalar yapıp Hrant Dink’in öldürülmesinden sorumlu subayların bile isimlerinin geçtiği bir planı hazırladığına. Eşiyle birlikte maç seyretmeye, stres atmaya gittiği yeşil sahalara, meğer babasının bir gün 200.000 kadar kişiyi doldurma hususunda kararlı olduğuna. “Bu kadar da tesadüf olur mu?” cinsinden, eğer bu plan ortaya çıkarsa “Oyun diyeceğiz” maddesinin içinde olduğu imzalı belgelerin bir de Gölcük Donanmasında bulunduğuna.
Ona şaşırtıcı gelebilir bütün bu gelişmeler. Yanında büyüdüğü yıllar boyunca el üstünde tutulan, önünde el pençe divan durulan babası, nasıl olup da bir anda dönen devranın seline kapılıp bu durumlara düştü! Oysa şaşırtıcı olan, bu ülkede sürekli darbe sendromuyla yaşayan kitlelerin ibadethanelerine gün gelip bomba konacak olmasına şaşırmak değil midir? Bir parça tarihi bellek, bu ülkede nice bu türden olaylara imza atıldığını hatırlatmaz mı insana?
Kemalist kalemler, beyinler sıkıştıklarında “O zaman öyle gerekiyordu” diye savunu geliştirmeyi iyi bilirler. Bu durumda, yıllar sonra da bugünlerde yaşananlar için “O dönemde öyle gerekiyordu” diyecekleri gün gibi aşikar.
Gölcük’e dönersek…
“Madem darbe yapacaklardı, bu riskli günlerde neden bunları imha etmediler?” sorusu yandaşların her zaman içine su serpen, bir çırpıda meseleyi çözen bir soru olmamış mıdır bugüne dek? Olmuştur!
Soruyu soranlar TSK’nın geçmişini, kibrini, kendinden eminliğini elbette onun gadrine uğramışlar kadar dikkate almıyorlar. Bugüne dek layusel, dokunulmaz kılınmış olanların hala bile belgeleri UPDATE etmeye devam ettiklerine inanmak istemiyorlar. Henüz sönmemiş, her an yeniden patlamaya hazır bir yanardağı körükleme çabalarının olabileceğini akıllarına getirmiyorlar.
Hukukçulara göre Gölcük’te ele geçirilen belgeler, sanık avukatlarının yeni savunmalar hazırlamalarını beraberinde getirecek. Hatta 195 sanığın belki de yeniden tutuklanmalarını.
Bu gelişme kanımca çok hayırlı oldu. Basında yer alan abartılı “Hizbullah tahliyeleri” konusu gündemi yeterince oyalamıştı. Şimdi Gölcük’ü konuşma ve yazma zamanı. Bırakalım PKK-Hizbullah çatışır mı çatışmaz mı, tahliye edilenleri hangi siyasi gelecek bekliyor falan tartışmalarını da gerçek gündemimize dönelim. Yağma yok, abartılı gündemlerle oyalanmaya da gerek yok…
Yanardağın ateşi sönmedi, kor kor alevler kaynamaya devam ediyor… Daha bu başlangıç, yol uzun, zaten ıskarta edileceklerin yargılanmaları da bir yere kadar önemli. Ama elbette ki çok çok önemli.
Yapının tasfiyesiyle, yapıyı oluşturan zihniyetin tasfiyesini birlikte yürütme kararlılığı da bir o kadar önemli. Bu noktada ise Müslümanların üzerine büyük sorumluluklar düşmekte.