Yasin Aktay’ın Yeni Şafak gazetesinde yayımlanan yazısı (28 Ağustos 2021) şöyle:
DÜZENSİZ GÖÇE KARŞI ALINAN TEDBİRLER VE GÖÇMEN EMEĞİNİN SÖMÜRÜSÜ
Göçmenlere, sığınmacılara veya mültecilere nasıl davranılması gerektiği üzerine açılan tartışmalardaki duruşumuzdan elbette genel olarak düzensiz göçü bir sorun olarak görmediğimiz sonucu çıkmaz. Ama ırkçılıkta gözü dönmüşlere bunu anlatmak mümkün değil Onlar için Allah akıl, fikir ve izan versin, ıslah etsin diye dua etmekten başka yapacak bir şey yok.
Doğrusu göçmenlerin hukukunu her savunduğumuz durumda bile Türkiye’nin düzensiz göçe karşı alması gereken tedbirlere de değindik. Hiç kimse mülteci olmayı, kendi yurdunu terk etmeyi istemeyeceği gibi, hiçbir ülke de düzensiz göçe muhatap olmayı istemez.
Türkiye ne Suriye’den ne Irak’tan ne Afganistan’dan ne de başka hiçbir yerden insanların kendi yurtlarından kopmak zorunda kalarak yollara koyulup gelmesini istemedi, istemez de. Bunu önlemek için de her türlü tedbiri aldı.
Suriye ile ilgili sadece 6 yıldır yapılanlara bakmak sığınmacı meselesine karşı alınan önlemlerin boyutlarını anlamak için yeter. Türkiye Suriyeli sığınmacılarla ilgili olarak herkesin çok net görmesi gereken çok önemli 3 şey yaptı.
Birincisi Suriye içinde insanların kendi ülkelerinde, kendi yöneticilerinin zalim saldırılarına maruz kalsalar bile sığınabilecekleri güvenli bir yer oluşturmak. Bunu aslında Suriye’deki krizin başından beri, yani Türkiye’ye bu krizden kaçıp sığınan ilk dalgalardan sonra görüp uluslararası topluma kabul ettirmeye çalıştı, edemedi. Türkiye’ye gelen sığınmacı sayısı 5 milyona dayanınca Türkiye, özellikle ABD, Rusya ve AB ülkelerinin kabul etmekte direndikleri bu çözüm yolunu kendi elleriyle açtı. Suriye içinde yürüttüğü üç büyük askeri operasyonla bu güvenli alanı kendisi oluşturdu. Bu sayede Suriye içindeki katliamlardan kaçanların Türkiye’ye gelmek yerine sığındıkları alanda en az 6 milyon insan birikti. Türkiye bu alanı oluşturmasaydı şimdi belki bir 6 milyon insanın daha Türkiye’ye sığınma ihtimalleriyle karşı karşıya olacaktı. Yani sanıldığının aksine Türkiye Suriyelileri Türkiye’ye gelmeye teşvik etmiş değil, aksine onları ölüme terk etmeden, hatta hayatlarını asgari şartlarda da olsa sürdürebilecekleri şartlarda Suriye içinde tutmak için büyük çaba sarf etmiştir.
İkinci bir adım da oluşan güvenli bölgelere gitmek isteyenleri (asla zorlamadan) teşvik ederek, gitmelerinin önünü açmak. Bu sayede Suriye’ye en az 500 bin kişi dönmüş oldu. Önemli bir kısmı da Türkiye üzerinden başka ülkelere dağıldı ve böylece sayı Türkiye’nin sığınmacılara karşı davranışında insani çizgiden hiç sapmadan 3,6 milyona kadar gerilemiş oldu.
Aynı şeyi Türkiye Afganistan’da da yapmaya çalışıyor. Türkiye’nin oradaki varlığını bile hala “Türkiye’nin ne işi var?” sığlığında sorgulayanlar orada Türkiye’nin bulunuşunun belki uzun vadede o ülkenin daha fazla göçmen üretmesini engellemeye dönük bir çaba çerçevesinde düşünemiyorlar. Ne öyle bir ufukları var ne de niyetleri.
Diğer yandan göçmenlik sadece Türkiye’nin değil, bütün dünyanın, ama özellikle gelişmiş dünyanın bir sorunudur. Dünyadaki gelir dağılımındaki adaletsizlik arttıkça, istikrarsızlıklar oluştukça güvensiz ve yoksul bölgelerden zengin ve güvenli bölgelere doğru bir akış olması kaçınılmaz oluyor. Bu tarih boyunca sosyolojinin en sıradan kuralı gibi işlemiştir. Bunu en insani koşullarda yönetmeye çalışmak gerekir. Ancak ne kadar engelleseniz de bunun, ABD bile olsanız, kaçamadığınız bir sızması vardır. ABD’de Latin Amerika ülkelerinden gelen göç dalgaları hiçbir zaman tamamen durdurulamamıştır. Trump döneminde yükseltilen duvarlar, alınan tedbirler bile akışı bir yere kadar engelleyebildi.
Buna rağmen üçüncü bir adım olarak, Türkiye Suriye sınırında duvar örme işini çok önceden başlatmıştı, şimdi İran sınırında da Afgan düzensiz göçüne karşı alınan tedbir çerçevesinde bu duvarın hızla örülüyor olduğunu hep birlikte izliyoruz. Suriye’ye örülen duvar sadece düzensiz göçe karşı değil teröre karşı da önemli bir tedbir oluşturdu ki, son yıllarda terörün belinin bükülmesinde bu tedbirin ne kadar etkili olduğu görülüyor.
Öyle görünüyor ki Türkiye bu ölçekte bir sorunla yeni yeni karşılaşmış oluyor. Bu da sorun boyutu bir yana ülkenin hem ekonomik durumunun hem de siyasi istikrarının aksettirilmeye çalışıldığının aksine çok daha iyi ve güvenli bir yere doğru gelişmiş olduğunu gösteriyor.
Ayrıca bunu söylemek elbette hiç hoş değil, çünkü işin içinde ekonomik sömürü boyutu var, ama Türkiye ekonomisi gelen göçmenlerde kendine hemen fırsatlar bulup entegre ediyor. Aslında sadece ucuz işgücü bakımından değil, aynı zamanda kalifiye iş gücü, bilgi ve beceri bakımından da bu göçmenler Türkiye tarım, inşaat ve sanayi üretiminin önemli bir ihtiyacını karşılıyor, zaten onları buraya çeken en önemli etken de bu.
Bu boyutu vurgulamak tartışma içinde Suriyelilerin ekonomiye sadece yük olduklarını, Türkiye’yi batırdıklarını söyleyenlere karşı, işin öbür boyutuna dikkat çekmek için şart oluyor. Ancak bunu söylemek zorunda kaldığımız için de karşımıza, sığınmacıların hakkı için kılını kıpırdatmayan çokbilmiş emek savunucuları “alın size itiraf, Türkiye veya Türk işadamları Suriyelilerin ucuz emeğini sömürmenin peşindeymiş zaten” diyerek insanı çileden çıkaran başka telden bir cazgırlığa başvuruyorlar.
Bazıları Suriyeli ve Afgan göçmenleri Türklerin Almanya’daki varlığıyla karşılaştırmaya şiddetle itiraz ediyor ama bu boyutu tam da o benzerliği fazlasıyla ele veriyor. Yani belki herkes farkında değildir ama bilhassa Afganları Türkiye’ye çeken bu kayıt dışı davet olmuştur. Yıldıray Oğur bir yazısında özellikle tarım ve hayvancılık konusunda Afgan işgücünün sağladığı kalifiye emeğin nasıl ve neden başka türlü ikame edilemediğini, bu yüzden bir talep gördüğünü çok iyi göstermişti.
Yaptıkları açık katkıya karşılık keşke alamadıkları hakları ve göremedikleri insani muamele ve çareleri üzerinde ayrıca tartışabilseydik. Onu da yaparız umarım..