Faik Tanrıkulu / Fikir Turu
Göç konusunda risk nasıl fırsata çevrilebilir?
Günümüzde göçlerin etkileri derinleşerek ülkelerin sosyal, kültürel ve ekonomik yapısını çeşitlendiriyor. Küreselleşmeyle birlikte göç alan ülkelerin yapıları gibi ulus devletlerin demografisi de değişiyor.
Bazı ülkeler iş gücü ihtiyacını göçmenlerden, bazı ülkeler de yatırım ve sermaye ihtiyacını yabancı menşeli firmalardan karşılamak durumunda kalıyor. Bu durumu Prof. Dr. Kemal Karpat ”Göçler olmasaydı dünya statik halde kalmaya devam edecekti” şeklinde yorumlayarak medeniyetlerin doğuşunun ve etkileşimlerinin göçler sayesinde olduğunu açıklıyor.
Göçlerin şekillendirdiği Anadolu
Geçmişten günümüze Anadolu coğrafyası da göç hareketleri ile şekillendi. İmparatorluk bakiyesi Türkiye farklı bölgelerden gelenlerle bugünkü toplum yapısına kavuştu.
10. ve 11. yüzyıllarda Anadolu’ya gelen Türkler, buradaki ilk kavim olmadıkları gibi son da olmadılar. Osmanlı, farklı coğrafyaları, kültürleri, dilleri ve azınlıkları bir arada yaşama geleneğine sahip toplumlardan biriydi. Ağırlıklı olarak Osmanlı Devleti’nin toprak kaybetmeye başladığı son üç yüzyıl boyunca göçler yaşandı. Başta Balkan Kafkas ve İslam coğrafyasından olmak üzere çeşitli coğrafyalardan milyonlarca insan, dalgalar halinde Osmanlı topraklarına, Anadolu’ya göç etti.
Yaşanan her göç beraberinde maliyetli, zor hayat koşullarını ve trajik kayıpları da getirdi. Savaş ve yenilgilerle devam eden 19. yüzyılın ikinci yarısında, evini yurdunu terk ederek yollara düşen binlerce insanın sefaletine İstanbul’un sahne olması gibi… Benzer şekilde Osmanlı – Rus Savaşı’nı takiben Kafkasya tarafından Osmanlı Devleti’ne Gürcü, Çerkez, Dağıstanlı, Çeçen, Azerbaycanlı ve Laz göçleri yoğun olarak yaşandı. 1877-1891 yılları arasında 767 bin 339 muhacir, daimî olarak iskân edilmek üzere Trakya ve Anadolu’ya yerleşti.1 Öyle ki, bazı dönemlerde ardı arkası kesilmeyen muhacir gruplarına başlarını sokacakları bir çatı altı bulmak bile mümkün olmadı. İstanbul’un Ayasofya ve Sultanahmet gibi büyük mabetleri ve sarayları muhacirlere açılmıştı. Hatta devlet o dönemlerde muhacirlerin gıda ve barınma gibi ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanıyordu. Bir şekilde İstanbul’a ulaşmayı başaran muhacirler devlet tarafından başka güvenli yerlere gönderiliyordu. Gönderilenler arasında bugünkü Suriye ve Lübnan’ının illeri dahi vardı.
Göçmenlerin sorunları güvenli topraklara ulaştıklarında da sona ermiyordu. Doğup büyüdükleri toprakları, evlerini, sahip oldukları bütün maddi birikimi, emlak ve emtiayı, mezarlarını ve anılarını geride bırakıp hiç bilmedikleri bir yere doğru göçe başlamak Rumeli ve Kafkas muhacirleri için de Kırım Tatarları, Uygur Türkleri ve Gürcüler ve diğer tüm gruplar için de aynı ölçüde sarsıcıydı.
Bugün Türkiye nüfusunun önemli bir bölümü, tarihin bir döneminde göçmen olan insanlar veya onlarla akrabalık bağı kurmuş bireylerden oluşuyor. Çin ve Moğol yayılması sürecinde Batı’ya göç eden ve Anadolu’yu yurt edinen Türklerin ardından, bin yılı aşkın bir süre içinde, çeşitli dönemlerde yoğunlaşıp azalsa da hiç bitmeyen göç tecrübeleri yaşandı.
Özetle, Türkiye nüfusunun büyük çoğunluğu Orta Asya’dan 8. ve 9. yüzyıldan 16. yüzyıla kadar gelenlerle şekillendi. Bugün halklar ve tarih içinde gelenlerle birlikte, yaklaşık 502 veya 673 farklı etnik kimliğin varlığından söz ediliyor. Kendisini üç veya beş kuşak sonra bile göçmen olarak tanımlayanlar da var ve hepsi birlikte Türkiye toplumunu oluşturuyorlar.
Cumhuriyet dönemi de göçlere tanıklık etti
Cumhuriyetin kuruluşundan beri kriz bölgelerinden Türkiye’ye dönemsel olarak göç akını olmaya devam ediyor. Bulgaristan’daki rejimin baskısıyla 1989’da 300 binin üzerinde Türk ve Pomak, Saddam Hüseyin’in Kürtlere yönelik katliamları sonucunda ise yarım milyon Kürt Türkiye’ye göç etmişti.
Son olarak Türkiye, bugün sayları 3,7 milyona varan Suriyeli sığınmacıya “açık kapı” politikası uyguladı. Bu rakam ülkesi dışına göç eden Suriyelilerin büyük kısmını oluşturuyordu. Ayrıca Türkiye, Afganistan, Irak, İran ve Pakistan başta olmak üzere 300 binin üzerinde sığınmacıya ev sahipliği yapıyor.
Fırsatlar ve riskler
İlk yıllarında Suriye’deki iç savaşın kısa süreceği ve Suriyeli göçmenlerin ülkelerine gidecekleri ile ilgili yaygın kanaat kısa vadeli planlar yapılmasına neden olmuştu. Göçlerin gerek transit göç gerekse kalıcı göç alması, eğitimde göçmenlere yönelik politika geliştirme zorunluluğu doğurdu.
11 yılı geride bıraktığımız Suriye krizi nedeniyle Türkiye’de gözlerini açan veya erken yaşta ülkeye sığınan Suriyeliler, zamanla yaşadıkları ülkeyi vatan olarak hissetme eğilimi gösteriyor. Göçün iyi yönetilmesi halinde olumlu tarafları olumsuz taraflarının önüne geçebilme potansiyeline sahip. Göç edenlerin büyük bir kısmının, %48’inin, çocuk ve genç olması göç yönetiminde fırsatlar oluşturduğu gibi riskleri de barındırıyor.4
Bu risklerin başında, sosyal entegrasyon sağlanmadığı takdirde kayıp nesil oluşması ve terör örgütleri için potansiyel eleman niteliği olmaları geliyor. Öte taraftan, çoğunluğu genç nüfus olan sığınmacıların iş piyasasına uyum sağlaması ve yerlilerin çalışmadığı alanlarda istihdam olması sosyal ekonomik katkıları beraberinde getirebilir.
Zira göç alan birçok ülkenin yaşlı nüfus oranı %20’lere yaklaşmış durumda. Sosyal güvenlik ve emeklilik sisteminin giderlerinin mevcut doğum oranlarının devam etmesi halinde göç almadan karşılanması zor gözüküyor. Bu giderlerin göç ile karşılanmazsa kamu maliyesine yük oluşturacağı açık.
Türkiye genç nüfusun görece yüksek olduğu ülkelerden. Ancak ülkede doğum oranları giderek düşüyor. Buna paralel yaşlı nüfus sayısı 10 milyona yaklaştı. Her ne kadar demografik dönüşüm ülkede gündem olmasa da gelecek yıllarda önemli temalar arasında olacağı düşünülüyor. Bu açıdan, ülkeye sığınan Suriyeli genç nüfus istihdama, mesleki entegrasyona yönlendirilmesi ve girişimciliklerinin desteklenmesi ekonomiye fayda sağlayacaktır.
Sorunlarla baş etmek
Bu gelişmelere paralel olarak göç yönetiminin ve göçe yönelik kurumsal yapının oluşturulması zorunlu hale geldi. Göç yönetimi yıllardan beri daha çok ikincil mevzuat ile düzenlenerek görevli kolluğun uygulamalarıyla sürdürülüyordu. Mevcut şartlar altında göç meselesi 1950’den kalma hukuki ve idari düzenlemelerle daha fazla yönetilemez hale gelince Türkiye siyasi tarihinde göç alanında en kapsamlı ve geniş kanun olan 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanununun 11 Nisan 2013 tarihinde yürürlüğe girmesi, tarihi bir adım oldu.
Bu kanunla birlikte göç yönetiminde yeni bir yaklaşım benimsendi. En önemli değişiklik, daha önce bakanlık bünyesinde farklı kurumlarla yönetilmeye çalışılan göç meselesinin sivil bir kurumun yönetimine devredilmesi oldu. Göç ve ilticayla ilgili konular ve bu alandaki iş ve işlemleri yürütme, göç politikaları stratejilerini uygulama ve ilgili kamu kurum- kuruluşları arasında koordinasyonu sağlama görevleri Göç İdaresi Genel Müdürlüğü uhdesine verildi. Böylece başta kitlesel akın ve refakatsiz çocuklar olmak üzere zor durumdaki birçok sığınmacıya geçici koruma sistemiyle hukuki dayanak kazandırıldı. Ayrıca bu kanunla işlemlerin tek elden yürütülmesi ve yasadışı göçün uluslararası standartlara uygun şekilde düzenlenmesi, kurumsal bir göç yönetimine zemin hazırladı.
2022 yılında daralan Türkiye ekonomisi ve salgın gibi koşullarla birlikte göç karşıtlığı söylemi kamuoyunda artmasıyla birlikte, 11 Ekim 2021’de Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, Göç İdaresi Başkanlığı’na dönüştürüldü. Her ne kadar kamuoyunda Göç Bakanlığı kurulması beklendiyse de bir nebze kamuoyunun tepkisini dindirmek için başkanlık bünyesinde göç politikalarını yönetme kararı verildi.
Gelecekteki tutum
Sığınmacılar zaman ilerledikçe ülkelerindeki istikrarın tekrar sağlanacağı hususunda ümitlerini yitiriyor. Başlangıçta Türkiye’deki süreç de, sığınmacıların kriz sonrası ülkelerine geri döneceği varsayımı üzerinden yürütülmüştü. Oysa gelinen noktada durumun tam olarak tespit edilmesi, Türkiye’de yaşayan Suriyelilerin kısa, orta ve uzun vadede ülkelerine dönme veya Türkiye’de kalma ihtimalleri hususunda gerçekçi tespitler yapılması gerekiyor.
Sığınmacıların ülkelerine geri dönüp dönmeyecekleri sorusunun kolay bir cevabı yok. Kaldı ki birçok araştırma ve rapor, göç edenlerin zaman içerisinde ülkelerine dönme eğilimi göstermediğini ve %80’nin gittikleri ülkede kalıcı olduğunu gösteriyor. Bu durum kararsızlıklara neden olurken kalıcı, bütüncül ve sürdürülebilir adımların atılmasına da engel teşkil ediyor. Misafir gözüyle bakılan sığınmacılar kalmaları halinde Türkiye’nin gerçeği olacak. Bu gerçekle yüzleşerek olumsuz etkileri azaltacak önlemlerin alınması ve uzun süreli bütüncül bir sosyal uyum politikasının geliştirilmesi gerekiyor.
Türkiye’nin avantajı
Avrupa’da 2008 ekonomik krizle birlikte göçmenlere karşı söylemlerin ve tutumların sertleştiği görülüyor. Benzer şekilde salgın döneminde göçmenlere karşı fiziksel saldırılar sosyal mecralara yansımıştı. Kırılganlıklar ve ekonomik istikrarın sarsıldığı dönemlerde, dezavantajlı gruplar suç öznesi gösteriliyor. Avrupa, ABD veya farklı coğrafyalarda da benzer olaylar tezahür ediyor. Aşırı sağ gruplar, tekil örnekler üzerinden olumsuzluğu tüm göçmen gruplara yaymaya çalışıyor. Göçmenlerin katkıları ile ilgili kısmen yorumlar yapılsa da kamuoyunda yaygın görüş karşısında etkileri sınırlı kalıyor veya susmayı tercih ediyorlar.
Türkiye diğer Avrupa ülkelerinde farklı olarak göç tecrübesini daha çok soydaş ve Osmanlı İmparatorluğu bakiyesi topraklardan gelenlerle tecrübe etmişti. Avrupa son 60 yıldır göç tecrübesini yaşadı ve zaman zaman misafirlik veya kalıcılık üzerinden kararsız politikalar takip etti. Kimi ülkeler 30 yıl sonra göçmenler üzerinde idari ve hukuki mekanizmaları geliştirdi.
Avrupa’nın yaşadığı göç tecrübesini Türkiye Suriyeli sığınmacılarla birlikte yaşıyor. Birçok yenilikler ve hak temelli idari mekanizmalar geliştirilmesi Türkiye açısından önemli yenilikler, ancak uyum politikalarından ziyade geçicilik üzerinden soruna yaklaşılıyor. Bu nedenle bu derece önemli bir konu hakkında politikalar da değişiklik gösterilebiliyor. Bu gelişmeler uyumu güçleştiriyor ve ötekileştirme hissiyatını doğal olarak artırıyor.
Bütüncül politika için hangi adımlar atılabilir?
Türkiye’nin geçmişte de göç hareketlerini dönemsel olarak yaşamış ve muhtemelen gelecekte de göç edilecek hedef ülke konumunda olacağı aşikâr. Esas itibarıyla Türkiye’de bulunan göçmenler Suriyeli nüfus üzerinden tartışılıyor ancak Afganistan, Irak, İran, Somali ve Orta Doğu’nun diğer ülkelerinden gelen göçmen ve sığınmacı sayısının da arttığı düşünüldüğünde bütüncül bir göç politikasının önemi gözler önüne seriyor.
Sığınmacıların kayıt dışı olmayan yollarla ekonomiye entegrasyonunu kolaylaştıracak adımların hızla atılması, kamu maliyesini rahatlatma açısından kritik öneme sahip. Uluslararası göçün kamu maliyesine kısa dönemde negatif etkisi olmasına rağmen orta ve uzun vadede etkinin pozitif olduğu görülüyor. Ayrıca ülkemizde bulunan bazı kalifiye sığınmacıların mesleki bilgilerinin yeterince kayıt altında olmaması da uyumu güçleştiren sebepler arasında. Bunun yanında kayıt dışı çalışan Suriyelilerin yerel toplum nezdinde haksız rekabete yol açtığı düşüncesinin artma riski de var. Sığınmacıların resmî yollarla çalışması teşvik edilerek entegrasyon sürecini hızlandırmak mümkün.
Türkiye’nin nitelikli ve vasıfsız insan kaynağını yönetmesi gerekiyor. Suriyeliler içerisinde kentli ve eğitimli nüfus olduğu gibi, kırsaldan ve vasıf düzeyi düşük insanlar da var. Bilhassa ülkeye sığınan sığınmacılar içerisinde tıp, sağlık, meslek erbabı, akademisyen ve sanayi alanında nitelikli insanları ülke ekonomisine kazandırmak için stratejiler belirlemeli. Yetişmiş insan gücünün vasıfsız işlerde çalışıyor olması, ülke adına olumsuz bir uyum sürecine işaret ediyor. Bu durum farklı sektörlerde katkı sunacak yetenekli insanların başka ülkelere gitmesine neden oluyor. Göçmenlerin ülkede kalmasına veya gitmesine bakılmaksızın hak temelli politikalar geliştirmek Türkiye adına faydalı olacaktır.
Benzer göç tecrübesi yaşayan ülkeler zamanla göç politikalarını revize etmek durumunda kalmıştı. Zira göç sürecini yönetememek beraberinde riskleri ve kayıpları getirebilir. Türkiye’nin ise benzer durumu yaşayan ülkelerin yaptığı gibi uzun yıllar kaybetmeden, uyum konusunda bütüncül ve sürdürülebilir politikalar geliştirmesi elzem görünüyor.