Gladionun sivilleşmeye direnişi

Oral Çalışlar

 ‘Kurumlar arası çatışma’, son dönemin popüler kavramları arasında. ‘Tarafsız’ olduğunu iddia eden gazetecilerden son günlerde sık sık ‘devletin kurumları birbiriyle çatışıyor, birbirine çelme takmaya çalışıyor’ gibi şeyler duymaktayız... Hatta eski bir MİTçinin devreye girip bu yaklaşımı daha da ileriye götürebildiğini, İngiliz istihbaratını, Fransız, Çin istihbaratını sayıp durduğunu gözlemleyebiliyoruz...

Ayda yaşadığımızı ve bizi kolaylıkla kandırabileceklerini düşünüyorlar galiba... Ayda yaşamıyoruz ve bazı şeylerin farkındayız... Yaşanan bunca hengâmenin tek bir sebebinin olduğunun bilincindeyiz: Bugüne kadar siyasi iradeye tepeden bakmış olan, kimsenin hesap soramadığı, her türlü denetim mekanizmasının dışında konumlanmış olan o ‘güç’, ilk kez sivil irade tarafından ‘yolda’ yakalanabildi. Üzerindeki evraklar kontrol edilebildi... Tabii, bu ‘güç’ün, bütünüyle denetlenebildiğinden söz etmek hâlâ imkansız.

Daha vahim iddialarla da yüz yüze geliyoruz... En üst düzeyde yöneticilere yönelik suikast haberleri duyuluyor. Sivil yöneticiler tedirgin ve tepkili açıklamalar yapıyorlar. Dağıtıldığı söylenen Seferberlik Tetkik Kurulu’na mensup olduğu iddia edilen subayların karargâhının kapısına sivil savcılar, polisler dayanıyor. Militarizm taraftarları, panik içinde, ‘şeriatçılar devleti ele geçirmek için yapıyorlar bunları’ diye feryat ediyorlar. Bunu söyleyenlerin bir kısmını iki askeri darbede de hapis yatmış olan kişilerin oluşturması, sürecin bu ülkeye özgü ve mizahi boyutu olarak yorumlanabilir.

***

Hayır kardeşim, bu yaşanan süreç bir ‘kurumlar çatışması’ değil... Halk tarafından seçilmiş olan siyasi iradenin, ‘denetlenemez’ olduğu düşünülen gücü denetleyip denetleyemeyeceğinin, onun yasadışı eylemlerini sorgulayıp hukuku üstün kılıp kılamayacağının kavgası veriliyor. Konunun özü bu.

Askeri darbelerin ve askeri müdahalelerin gölgesinde geçen son 50 yılımızda bu konuda başarılı bir örnek yaşamışlığımız yok. Siyasilerin bütün süreçlerde eninde sonunda askeri irade karşısında pes ettiklerini ve araziye uyduklarını defalarca görmek zorunda kaldık.

Bazı meslektaşlarımın iki kuvvet arasındaki çatışma karşısında ‘tarafsız’ bir tutum sergiledikleri havasını vererek böylesine hayati bir çatışmayı ana ekseninden kopararak yorumlamayı tercih etmeleri beni çok da şaşırtmıyor. İktidarda AK Parti olduğu için böyle davrandıklarını söyleyen ve ‘onlara da güven olmaz’ yaklaşımıyla kendi sözde tarafsızlıklarına gerekçe bulmaya çalışanların sayısı da yüksek.

Bu olay, iktidarda olan siyasi partinin hangi parti olduğundan bağımsız olarak değerlendirilmesi gereken bir olay. Bu olay, bu ülkeyi seçilmiş sivillerin mi yoksa elinde silah olan, darbe yapan, hesap vermeyen güçlerin mi yöneteceği çatışması bağlamında okunması gereken bir olay. Kurumlararası bir çatışmadan ziyade prensipler, ilkeler, sistemler arası bir çatışmayla karşı karşıyayız. Çatışmanın taraflarının kimler oldukları değil hangi ilkeyi temsil ettiklerinin üzerinde durmak zorundayız. Bu çatışma, sivilleşme ilkesini benimseyenlerle ona karşı olanların çatışması.

Eğer demokratik bir ülke olmak istiyorsak, demokrasinin ülkemizin önünü açacağına inancımız varsa, askerin yönetiminde kim olursa olsun, hükümetin başında kim olursa olsun, bu ülkede kimin kimi yöneteceği konusunda bir tavrımız olmak zorundadır. Bu tavır, oraya buraya çekilecek kaypak bir tavır da olamaz.

AK Parti’yi, Başbakan’ı kişisel olarak, hükümet olarak hepimiz eleştirebiliriz, siyasi tercihlerini, uygulamalarını beğenmeyebiliriz. Örneğin eski DTP’lilere yönelik toplu tutuklamaları son derece yanlış buluyorum. AK Parti’nin bu çizgisini sürdürmesi durumunda Türkiye’nin sonunda militarizme teslim olacak bir ortama sürükleneceği yönünde ciddi endişelerim var. DTP’lilere yapılanları demokrasi karşıtı, özgürlük karşıtı ve tehlikeli buluyorum.

AK Parti’yle (ve seçim yoluyla gelmiş ve varlığını sürdürmesi seçime bağlı olan diğer siyasi partilerle) hesaplaşmanın yolları bellidir... Bu yollar, demokrasinin temel prensipleri tarafından belirlenmiş durumdadır... Ama askerle ve militarizmle nasıl hesaplaşacağımız, çok daha problematik, acil ve ciddi bir mesele olarak karşımızda durmakta.

Siyasi iradenin denetimini kabul etmeyen, içinde sürekli darbeci üreten bir kurumla, halk tarafından seçilmiş siyasi irade arasındaki çatışmada tarafsız olmak ya da seyirci kalmak, demokrasiyle, ilericilikle ve insan haklarıyla kesinlikle bağdaşamaz. Böyle bir bağdaştırma üretmeye çalışmak, ya demokrasinin temel ilkelerini kavrayamamaya ya da manipülatif yaklaşmayı tercih ediyor olmaya işaret eder.

Bu çatışma ve çekişme, Türkiye demokrasisinin geleceğiyle ilgili son derece kritik bir önemde.

Türkiye demokratik bir ülke olacaksa, Avrupa standartlarında bir yönetim biçimine kavuşacaksa, asker sivil iradenin denetimi altında olacak. Bunun bugünkü hükümetle ya da Genelkurmayla ilgisi yok, bu tamamen prensip meselesi.

***

Son birkaç yıldır ortaya çıkmakta olan bilgiler ve belgeler, ülkemizdeki ‘denetlenemez güç’ün ne kadar tehlikeli bir potansiyeli içinde barındırdığını bir kez daha gözler önüne serdi ve sermeye devam ediyor. Özel Harp Dairesi, Seferberlik Tetkik Kurulu, Özel Kuvvetler Komutanlığı gibi kurumların geçmişimizde nasıl roller oynadığını anlamak için eski Başbakanlardan Bülent Ecevit’in yazıp söylediklerini incelemek bile yeterlidir.

Avrupa’da Gladio’lar dönemi çoktan sona erdi. Türkiye’nin sivil güçleri, hâlâ ‘Seferberlik Kurulları’ndan içeriye girmekte zorlanıyor.

Burada tarafsızlık olur mu Allah aşkınıza...

RADİKAL