Bizim yıllardır anlatmak istediğimizi, Genelkurmay Başkanı subaylarla yaptığı konuşmada tek bir cümleyle anlattı.
Orgeneral Başbuğ, “biz giremezsiniz deseydik yargıçlar kozmik odaya giremezlerdi” diyor.
Savcılar talep edecek, mahkeme karar verecek ama eğer Genelkurmay Başkanı’ndan izin çıkmazsa yargıçlar mahkeme kararını uygulayamayacak.
Genelkurmay Başkanı, yargıdan da, mahkemeden de, mahkeme kararından da üstün, o izin vermezse yargı kımıldayamaz.
İşte, işin özü bu.
Bu anlayış.
Orgeneral Başbuğ bu sözleri diğer genelkurmay başkanlarından daha “ceberut” olduğu için söylemiyor, o da diğer generaller gibi hatta belki çoğundan da daha demokrattır, bilmiyorum, ama önemli olan hangi generalin hangi fikirde olduğu değil, hangi general olursa olsun, hangi fikirde olursa olsun, bu ülkede sistemin böyle işliyor olması önemli olan.
Ordu, hukukun dışında ve yargının üstünde.
Öyle olmasa o kadar general fütursuzca darbe toplantıları düzenleyebilir, JİTEM Güneydoğu’da binlerce insanı öldürebilir miydi?
Dokunulmayacaklarına, suç işleme özgürlüğüne sahip olduklarına, “devlet” için her şeyi yapabileceklerine inanıyorlardı.
Millete karşı değil devlete karşı sorumluydular, devlet de kendileriydi.
Anlayacağınız kimseye karşı sorumlu değillerdi, hesap da vermezlerdi.
Vermediler de.
Bugün bu ülkedeki bütün kavgaların, tartışmaların, çekişmelerin temeli bu anlayıştır.
“Ordu hukuk dışı bir güç olarak kalsın mı kalmasın mı” kavgası veriliyor.
Genelkurmay Başkanı’nın “izni”, yargı kararından daha önemli mi değil mi?
Soru bu.
Herkes kendi tarafını, partisini, grubunu, siyasetini bu “sorunun” cevabına göre seçiyor.
Yargının içindeki parçalanma da aynı noktada ortaya çıkıyor.
Yargının özelikle “yüksek” kısmı, orduyu hukukun dışında tutma isteğinde.
28 Şubat brifinglerine koşarak gitmeleri, 27 Nisan muhtırası karşısında ağızlarını açmamaları, Ergenekon soruşturmalarını durdurmaya çabalamaları, Danıştay cinayetini bir “irtica cinayeti” gibi sunmaya çalışmaları, Üçüncü Ordu Komutanı’nı sorgudan kurtarma uğraşları hep bundan.
Yargının diğer parçası ise ordunun “suçlu” mensuplarını yakalama eğiliminde, orduyu “hukuk dışında” bırakarak ciddi bir yargı sistemi kurulamayacağının farkında.
Ordunun hukukla ilişkisi, bu ülkenin nasıl bir ülke olacağını da belirliyor.
Hukuk denetiminin dışında kalan bir orduyla demokratikleşmek, çağdaşlaşmak, gelişmek mümkün değil.
Demokrasinin karşısındaki tehlike “irtica” değil, demokrasinin karşısındaki tehlike ordunun hukuk dışı konumu.
Medyada, siyasette, yargıda birçok insan “ordunun hukuk disiplini içine alınmasının” bu ülkede “irticanın ve bölünmenin” yolunu açacağını iddia ediyor.
Bu nasıl bir ülkedir ki ancak “hukuku çiğneyerek” laik ve bütün kalabiliyor?
Hukukla çatışan bir laiklik olabilir mi?
Hukukla çelişen bir “bütünlük” sürdürülebilir mi?
Bizim başımızın derdi, ne irtica, ne bölünme; bizim başımızın derdi “hukuksuzluk”, eşitsizlik, aşiretleşmiş devlet düzeni.
Bu düzeni değiştirmezseniz her an her şeyden korkarsınız.
Çünkü toplum böyle bir düzene sonunda isyan eder.
Dindarları ez, Kürtleri öldür, Alevileri yok say, solcuları hapset, ordunun suçlarına aldırma ve toplumun bu haksızlıklara seyirci kalmasını bekle.
Toplum seksen sene sesini çıkarmadı.
Ama artık bıktı.
Dünyadaki değişimler, Anadolu’daki sermaye hareketleri, halkın devlete olan ekonomik bağımlılığının sona ermesi, sonunda toplumun büyük çoğunluğunun “yeter artık” demesine yol açtı.
22 Temmuz seçimleri bu “yeter artık” öfkesinin en belirgin örneğiydi, o seçimi AKP kazanmadı, o seçimi “ordu hukuk dışı kalsın” diyenler kaybetti.
Bu toplum, genelkurmay başkanlarının yargıdan daha önemli olduğu, yargının ordunun suçları karşısında sessiz kaldığı bir düzen istemiyor.
Öyle bir düzeni savunanlar kaybedecek.
Hiçbir şansları yok.
Bunu onlar da biliyor.
Öfkeleri, saldırganlıkları, iftiraları, hukuku hiçe saydıklarını saklayamayacak hale gelmeleri, bu gerçeği fark etmeleri yüzünden.
Türkiye değişiyor.
Gerçek bir hukuk istiyor, adalet istiyor, eşitlik istiyor, özgürlük istiyor, buna “izin verilse de verilmese de” bunu alacak.
“İzin” dönemi bitti çünkü bu ülkede.
TARAF