Gezi’de Kabataş Değil, Kabataşlar Vardı!

Atilla Yayla, Yeni Şafak’taki köşesinde Gezi’nin yol açtığı saldırganlığı ve tacizciliği Kabataş’a indirgeme ve orada yok sayma veya aklama eğilimini yazdı.

HAKSÖZ-HABER

Türkiye’de Müslümanların değerlerine, halkın İslami kimliğine yıllarca düşmanlık yapanlar, kurdukları oligarşik düzenin ortadan kalkmasına tahammül gösteremeyenler topyekûn saldırı mantığıyla AK Parti hükümetini yıkmaya, olmadı zayıflatmaya çalışıyorlar. Nitekim bunun en yoğun pratiğinin görüldüğü süreç Gezi kalkışması idi. Saldırganlık, küfürbazlık, tahammülsüzlük, Vandalizm, ayyaşlık örneklerinin alabildiğince fütursuz sergilendiği süreci pembe tablolarla gösterme görevini ise oligarşinin medya düzeni yapmaya çalıştı. Sol-sosyalist faşizmi, saldırganlığı, tahammülsüzlüğü dünyanın en melek hareketi gösterecek kadar mütemadiyen yalan söylemeye alışmış bu kesim katil iken dahi maktul pozuna girmeyi iyi becerirler. Nitekim son olarak Kabataş hadisesi üzerinden yapmaya çalıştıkları tam da bu! Bağırarak, çağırarak muhatabını susturarak koca bir Gezi vandalizmini, ayyaşlığını, serkeşliğini temize çıkarmaya çalışıyorlar.

Enver Aysever, İsmail Saymaz gibi saldırgan gazeteciler aynı çerçevede son günlerde medyada bu konu üzerinden muhataplarını köşeye sıkıştırmaya çalışırken sol-sosyalist formasyonlarına uygun olarak gerçeği ters yüz ediyorlar. Ama artık sol-sosyalistler yalnız değil. En az onlar kadar pişkinliği seven başka bir kesim daha var. O da Fethullah Gülen ve örgütü. Kabataş olayını yalanlamak için ellerinden gelen her şeyi yapmaktan çekinmiyorlar. Tıpkı ellerindeki görüntüleri seçerek servis etmeleri ya da mobese görüntülerini imha etmeleri gibi. Gülenciler Hükümetle girdikleri kavgayı kaybettiklerini anlamıyorlar. Daha da kötüsü değerler savaşında Müslümanların, halkın değil karşı tarafta yer alarak zaten çoktan kaybettiklerini anlamamalarıdır.

Yeni Şafak gazetesi yazarı Atilla Yayla, Kabataş olayını çarpıtanlara "Gezi'de Kabataş mı Kabataşlar mı?" başlıklı yazısıyla cevap bu tür tacizlere bizzat şahit olduğunu aktarıyor. Ve Yayla’nın “Gezi’nin yüzlerinden biri saldırganlık ve tacizcilikti.” ifadesi ise “Gezi sosyolojisi” adına yapılmış önemli bir tespit.

***

Gezi’de Kabataş mı Kabataşlar mı?

Atilla Yayla / Yeni Şafak

Gezi olayları sürerken İstanbul Kabataş’ta mütedeyyin bir kadının bebeğiyle birlikte Gezi’ye katılmak için oradan geçip Taksim’e doğru giden kadınlı erkekli bir grup tarafından taciz edildiği haberleri çıkmıştı. Olaylar sona erdikten sonra da bununla ilgili tartışmalar sürdü. Sonra bazı kamera kayıtları ortaya çıktı. Bu kayıtlara bakılırsa böyle bir olay yaşanmamıştı. Ancak, görüntüler tartışmayı bitirmedi. Tuhaf şekilde, olay saatinde etraftaki mobese kameralarının tamamına yakını ya kapalıydı ya da devre dışıydı. Ortaya çıkan kamera kayıtları ise parçalıydı, eksikti ve üzerlerinde oynanmıştı.

Son günlerde Kabataş olayı tekrar tartışılmaya başladı. Televizyon programlarında ve gazete köşelerinde olayı haber yapan gazeteciler, özellikle Elif Çakır, ağır saldırılara maruz kaldı. Hem o hem de olayın yaşandığına inananlar yalancılıkla suçlandı. Mağdur hanım da yalancılıkla itham edildi.

Bu tartışmaların iki yönüne dikkat çekmek isterim. İlki, tacize uğradığını iddia eden kadınlarla ilgili tavır. Tüm dünyada gittikçe kuvvetlenen bir eğilim, taciz iddialarında kadınların beyanını yeterli delil saymak ve ona göre davranmak. Özellikle feminist çevreler bunu çok savunuyor. Bu uygulamanın hiç mahzuru olmadığı kanaatinde değilim. Bu yaklaşımla masumiyet karinesi neredeyse tersine çevriliyor. İddia edenin değil itham edilenin masumiyetini ispatlaması bekleniyor. Bu bir yana, kadınlara verilen bu ayrıcalıklı statü istismar edilebilir, masum erkeklerin aleyhine kullanılabilir. Nitekim, bu tür vakalarla zaman zaman karşılaşıyoruz da. Ancak, buna rağmen, bu eğilimin tamamen haksız olduğunu da söyleyememem. Zira, erkek egemen kültürde kadınların mağdur edilmesi ihtimali güçlü ve çoğu durumda bu tacizleri klasik anlamda hukukî delile bağlamak gayet zor. Bu yüzden, kadınların beyanı delil sayılabilir. Bu hakkın istismarını önlemenin garantisi, bu tür vakaların haberleşmesinin çoğu zaman kadınların teşhir edilmelerine sebep olması. Bir kadın bunu göze alıyorsa, onun iddialarının doğruluğuna inanmak için bir sebebimiz var demektir. Ancak, feminist çevreler dahi bu konuda ayrımcı. Solcu ve seküler kadınlar kendileri gibi olmayan kadınlara kendilerine tanınan hakları hak görmüyor. Hatta o kadınlara karşı erkeklerden çok daha şiddetli ve militanca tavırlar takınıyor. Bunlar, söz konusu taciz bir “modern” kadına yapılmış olsaydı, muhtemelen, delil, kayıt falan beklemez, kadının beyanını iddiaların doğruluğunu kanıtlamaya yeterli sayarlardı.

İkinci nokta da Gezi’nin yol açtığı saldırganlığı ve tacizciliği Kabataş’a indirgeme ve orada yok sayma veya aklama eğilimi. Gezi olayları sırasında bir Kabataş olayı yaşanmadı, binlerce Kabataş olayı yaşandı. Hadi Kabataş’taki Kabataş olayı yaşanmadı diyelim, diğer yerlerdeki Kabataş olaylarını nereye koyacağız? Bu tür tacizlere bizzat şahit oldum. Ayrıca, birçok başörtülü öğrencim uğradıkları sözlü ve fiili tacizi bana aktardı. Diğer bazı öğrencilerim korkularından günlerce sokağa çıkamadıklarını söyledi. Daha yetişkin olanlar de ja vu hâline düştüklerini, tekrar 28 Şubat psikolojisine girdiklerini söyledi. Onları bırakın, ben bile tacize ve saldırıya uğradığım hissine kapıldım. Her an bir saldırıya uğrama tehdidi altında kaldım. Hayatımı ve hayat tarzımı gerekirse mukabil şiddet kullanarak korumam gerektiği kanaatine vardım. Bütün bunları unutacak veya görmezden mi geleceğiz?

Ne kadar tevil etmeye çalışırsanız çalışın, gerçeği değiştiremezsiniz, gizleyemezsiniz; Gezi’nin yüzlerinden biri saldırganlık ve tacizcilikti.

 

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!