Gezi: Küçük Burjuva Hoşnutsuzluğu

'Beyaz Türkler' muhafazakarlaşıyor diyen Prof. Dr. Süleyman Seyfi Öğün'e göre Türkiye'de işçi sınıfı bitti. Öğün, 1 Mayıs ve Gezi eylemlerini 'küçük burjuva hoşnutsuzluğu' diye tanımlıyor.

Türkiye üzerine yapılan sosyolojik analizlerde karşımıza çıkan önemli aktörlerinden bir tanesi Beyaz Türkler. Özellikle son on yılda sıklıkla kullanılmaya başlanan kavram kimine göre sınıfsal dayanaktan yoksun bir söylem, kimine göreyse Türkiye’yi anlamak için önemli bir kavram.

Peki, kim bu Beyaz Türkler? Türkiye’nin sosyolojik yapısında nerede konumlanıyorlar? Beyaz Müslümanlar ve Kürtler de var mı? Aralarında nasıl bir ilişki var? Maltepe Üniversitesi Uluslararası İlişkiler ve AB Bölümü Başkanı, siyaset bilimci Prof. Dr. Süleyman Seyfi Öğün’le “Beyaz Türk”lüğü, toplumun diğer kesimleriyle ilişkilerini, seçim sürecini ve Türkiye’nin politik yapısını konuştuk.

Siz Beyaz Türk'ün bir kavram değil, imge olduğu görüşündesiniz. Kimdir Beyaz Türk?

Beyaz Türk kavramı esasında bir gazetecilik terimi ve çok popüler oldu son zamanlarda. Özünde bir kültürel ayrıma işaret ediyor. Kendisini bir takım toplumsal kirlerden korumaya çalışan ve saflığını muhafaza etmeye çalışan bir kültürel refleks ve ayrımcılığı ifade ediyor. Şimdi artık sınıflar eskisi gibi ekonomik olmaktan çıktı ve kültürelleşti. Dolayısıyla Beyaz Türklere bir tür sınıf diyebiliriz."

Bunların kökleri tarihsel olarak büyük ölçüde orta sınıflardır. Türkiye’de kent soyluların değil, kentlilerin tarihi içerisinde bir zümrenin bir kültürel sevk-i tabiisi (içgüdü) ve şuuru. Bir de tabii kendilerine göre bir farkındalıkları var. 'Biz farklıyız' demekle başlıyorlar. Bunların kökleri büyük ölçüde bürokratik oluşumlarda ve orta sınıf profesyonel 'network’te. Bunlar köken olarak büyük ölçüde bürokrat ve orta sınıf meslek ehli. Mesela bir zamanların doktor, avukat, öğretmen veya mühendis ailelerinin yeni kuşakları.

Beyaz Türklerin sınıfsal bir tarihi yok mu?

Tabii ki bunların özerk bir sınıfsal tarihleri yok. Büyük ölçüde devlet içinde konumlanmış bir kültürel dünyaları var. Malum, bizde her mesleğin bir şekilde devlete çıkan bir yolu var. Bunların şöyle ya da böyle, çağdaşlık olarak tanımladıkları Batı ile bağları var. Bir kısmının Batı görgüsü ve eğitimi var. Mesela çocuklarını Galatasaray’da Robert Kolje'de ya da özel mekteplerde okutmaya özen gösteriyorlar.

Bir bakıma da Cumhuriyetin de kurucu orta sınıf ya da burjuva zihniyetli kadroları bunlar.

Peki bugünün Türkiyesinde yaşayan Beyaz Türkler?

Tabii bunların sabiteleri yok, dönüşüyorlar. Orta sınıfların dönüşüm tarihi içerisinde bir nesilden diğerine geçerken de farklılıklar oluşuyor. Bugün Beyaz Türk dediklerimiz o günlerin, dünyanın tortuları.

Bunlar belli mahallelerde buluşuyorlar. Yani yerleşik bir Beyaz Türk dünya var ve bunlar mesela Kadıköy’de, Moda’da, Beşiktaş’ta oturuyorlar. Belli bir mekansal dünyaları ve onun içinde dolaşan bir yaşam tarzları var. Beyaz Türklerin kültürel atalarından farkı, profesyonel 'network’ün çözülmesi ve bürokratik tarafın ağırlık kazanmasıyla yaşadıkları dönüşüm.  Daha çok da entelektüel vasıflarıyla mesleki özellikleriyle değil, yaşam tarzlarıyla tezahür ediyorlar.

Türkiye’deki aristokrat eksikliği Beyaz Türkler ile mi kotarılıyor? Beyaz Türkler, Kürtler veya Müslümanlar bu boşluğu doldurmaya aday olabilir mi?

Tabii. Bizim kent soylumuz yok. Biz burjuvanın karşılığı olarak kent soyluyu görüyoruz, yanlış. Kent soylu 'gentry'dir (İngilizce'de soylu). Aristokrat geçmişi olan ama şehirli de olan bir aristokrat dünyaya aittir. Bu Avrupa tarihinde çok önemlidir. Mesela İngiltere’de soylular toprak soylusu, kılıç soylusu ve şehir soylusu olarak ayrıştılar. Bu 13. yüzyılda çok berrak bir ayrımdır.

Türkiye’de de bu çatışma mı yaşanıyor?

Türkiye’de böyle sıkıntı yaşanmadı. Çünkü Türkiye’nin 'gentry'si yok. Türkiye’de şehirli seçkinler yok mu? Var. Ama hepsi devletle iş tutan insanlar, yani  memurin bir dünya. En son örneği Tanzimat adamlarıydı. Cumhuryet ile birlikte bunlar tasfiye gördü. Cumhuriyet ise, yine devlete bağımlı, lakin  tam olarak kentli bir ideoloji kurdu. Bunun da tek dayanğı meslekî bir dünya ve bürokrasiydi. Bunların 1980’lere kadar derin ve ağır bir kültürel iddiaları, misyonları vardı. Dolayısıyla ontolojilerini entelektüel iddialar oluşturuyor ve kuruyordu.

Ama 1980’lerden başlayarak bu burjuva network delindi. Mesela yeni meslekler türedi. Doktor, mühendis, öğretmen gibi kadim burjuva meslekleri önemini kaybetti. Bunların çocukları bu entelektüel iddialardan uzaklaştılar. Diğerkamcı, toplumsal iddialarını, devrimci ideallerini kaybettiler. Daha benmerkezci, hatta narsisist ve  hedonist bir kültürel dönüşüm geçirdiler. Yeni kültür endüstrileri, yeni kültür teknolojileri de bunu destekledi. Entelektüel iddialar, yaşam tarzına dönüştü. Oturduğu semt, bindiği araba, nerede tatil yaptığı önem kazanmaya başladı.

Bunların ebeveynleri  ya da büyükleri için tüketim, yaşam tarzının tüketimle mutlaklaştırması yoktu. Yalın ve basit yaşıyorlardı. Onların çocukları, bugünkü Beyaz Türkler ise farklı. Hasılı, kendi içinde bir kırılma yaşandı.

Beyaz Türkler muhafazakarlaşıyor

"Bir zamanlar ilerlemeci misyonlara sahip olan Beyaz Türklük hızla muhafazakarlaşıyor” diyorsunuz. Bunu açabilir misiniz?

Muhafazakarlaşmak bir takım hayat örüntülerini bir ayrıcalık olarak elde tutmayı ifade eder. Muhafazakarlık böyle birşeydir. Mesela Kadıköylü, Modalı veya Karşıyakalı Beyaz Türkler kıskanç bir şekilde hayat tarzlarını korumak istiyorlar. Buna da muhafazakarlık diyoruz zaten.

Bir makalenizde “Beyaz Türklük öldü mü?” diye bir sorgulama içerisine giriyorsunuz. Öldü mü? Ölecek mi?

Bu gidişle bir süre daha yaşayacak. Bu bir orta sınıf meselesidir. Türkiye’de orta sınıf dediğimiz dünya, küresel gelişmelere de bağlı olarak şişiyor. Bu İkinci Dünya savaşından bu yana yaşanan bir süreç. Mavi yakalılardan beyaz yakalılara evrilen yeni toplumsal ilişkilerle başladı bu dönüşüm. Hatta  işçi sınıfı bile orta sınıf dünyaya eklemlendi. Bu önce üretimde böyleydi. Şimdi ise tüketimde bir orta sınıflaşma yaşanıyor. Bunu dönüştüren  maddi etkenler yeni kapitalizm ile bağlantılı.

Biliyorsunuz kapitalizmin daima bir pazar sorunu vardır. Çünkü üretim fetişizmi olarak doğar; üretim fetişizmini, kârın kendi asimptotunda kendisini maksimize etmesi ilkesiyle birleştirir. Kar maksimize, maliyet ise minimize edilecektir. Bu kaçınılmaz olarak pazar sorununu doğuruyor. Bunu önce savaşla, 20. yüzyılda ise, ki benim için 1945’te başlar, Keynes’in  sözünü ettiği 'yeniden bölüştürme' ile çözdüler.

Bugün ise kredi kapitalizmi belirleyici. 1970’lerden başlayarak dünyadaki finansal stoklar öylesine şişti ki bunları alıp, insanlara aktarıyorlar. Borçlandırarak insanları tüketime koşuyorlar. Orta sınıflaşmayı şişiren de bu. Bunun da kültürel fantazmagorik standartlarını ve endüstrilerini kurmuşlar. Ayrıcalıklı yaşamak; mesela akıllı evlerde oturmak, iyi arabalara binmek, güzel kadınlarla gezmek, tatil yapmak ve saire. Bunlar da zaten bir tür tüketim doktrini olarak pompalanıyor.  Herkes kendi segmentinde bir orta sınıf mensubu gibi hissettiriliyor. Bu standartlardan düşerseniz eksik tüketici olarak lanetleniyorsunuz, aşağıda kalıyorsunuz. Ona ulaşanlar ayrıcalıklarını ilan ediyor.

Orta sınıfları paranın bolluğu şişiriyor. Bunun üretimle bir alakası falan da yok. Tüm dünya biraraya geliyor, 70 trilyon dolar üretim yapıyor, ama piyasada 700 trilyon dolar dolaşıyor. Bu suburbanization denilen bir olgu. Aktörleri de yeni kentliler, yani burjuvalar.

Türkiye’de son on yılda on yedi milyon insan yeni orta sınıfa eklemlendi. Bunlar aşağıdan geldiler. Problem burada çıkıyor zaten. Bunlar dindar bir dünyadan, taşradan geliyorlar. Karşılarında  yerleşik kentlileri buldular. Bu kültürel-ideolojik bir kavgaya dönüştü. Göbeğini kaşıyan adamlar, yere tükürenler, görgüsüzce tüketenler, teneke kafalılar gibi  dışlamak üzere tanımlamalar patladı. Oysa onların da eli para tuttu. Hatta onlar diğerlerine göre, memur köklerden gelmedikleri için daha çalışkan ve üretken sayılabilir.

Bu ne kadar gider? Bunun daha fazla gitmeyeceği son mortgage krizleri ile anlaşıldı. Mesela bu Amerika’da hiç beklenmeyen birşeydi. İnsanlar orada borçlarını ödeyemediler. Amerikan orta sınıfı ağır bir yenilgi aldı. Orta sınıf kaybetti. Avrupa’da da aynı şey var. Avrupa Birliği’ni çözen bu. İspanya bugün tarihinin en büyük krizlerinden birisini yaşıyor. Bu bir orta sınıf krizidir. Orta sınıf tepkiler tüm dünyada kendisini gösteriyor. Dünyada orta sınıf kaynıyor.

Türkiye’de geçerli mi bu durum?

Türkiye’de bu da var, ama bir de kültürel kaynama var. Bir beyaz-siyah ayrımı var.

Avrupa’da siyah ile beyaz arasında bir ayrım yok mu?

Avrupa’da da bir siyah ve beyaz ayrımı var. Ama orada siyah olan göçmen işçi. Orada ırkçılık olarak tezahür ediyor. Bizde adı böyle değil. Bizi daha içeriden vuruyor. Bizde beyaz ayrıcalıklıyla, siyah yoksun arasındaki şey dönüşüyor ve Siyah Türkler ile Beyaz Türkler arasında bir mücadeleye dönüşüyor.

Peki bu mücadeleyi kim kazanır?

O dünyadaki finansal kapitalizmin ne kadar yaşayacağına bağlı bir şey. Eğer insanlar borçlarını ödeyemezse bir anda her şey çözülür. Mesela seçimlerden önce yolsuzluk propagandası yapıldı. Bu söylentilerin en az yarısı doğru olsa gerekir. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz herhalde. Ama bu dosyalar, tapeler vs. kimseyi etkilemedi. Etkilemeyeceğini o günlerde de söyledik zaten. Bu şekilde iktidar dönüşmez, değiştirilemez. Çünkü herkes borçlu, herkes faize oynuyor ve herkes yerine göre ufak tefek yolsuzluk yapıyor zaten. Bu iddialar niye etkilesin ki onu? O istikrara bakar. İstikrar dediğiniz şey borçların ödenebilmesidir. Bunun için piyasada para dönmelidir. Piyasada para dönüyor mu, dönüyor. O zaman tamam. Daha iyi bir yaşam umutları var mı, var. Bitti.

Türkiye'de işçi sınıfı bitti

Türkiye’de insanlar politikaya “etik” çerçevesinden bakmıyorlar mı?

Hayır. Hiç etik falan bakış açısı yok. Bunlar palavradır. Kapitalist ekonomi dünyada 'moral politik'in, 'real politik” karşısında şansı yoktur. Machiavelli’den bu yana siyasetin diline kanmayacağımızı biliyoruz. Siyaset real politiktir. Real politik dediğimiz şey hesap işidir. İnsanların günlük hayatta beklentileri vardır. Onları karşılama umutları vardır. Bunun ikisini birleştirdiğiniz an; bir siyasi lider veya parti bunu götürebildiği kadar gider. Orada birşeyler aksarsa biter.

Orta sınıfların hikayelerine bakmak lazım. İşçi sınıfı davası bitti zaten.

İşçi sınıfı bitti diyorsunuz ama 1 Mayıs’ta birçok meydan doldu. Meydandakiler işçi değil miydi?

 

Bunu söyleyince kızıyorlar ama küçük burjuva onlar. 1 Mayıs’ın işçi sınıfıyla bir alakası kalmadığını, bunun küçük burjuva hoşnutsuzluklarını ifade eden bir mecraya kaydığını ve Gezi Parkı’nın da bu olduğunu söylüyorum. TÜSİAD’la DİSK elele vermiş, 1 Mayıs kutlaması olur mu yani? Olmaz. Nerede görülmüş böyle bir şey? Bunlar işte Beyaz Türk tepkisi.

Tekrar edeyim; Türkiye’de yerleşik bir orta sınıf var; bir de onlara kültürel olarak yabancı, ama bir şekilde eklemlenmiş, eklemlenmek isteyen yeni bir orta sınıf var. Bunlar kavga ediyor. Bu kavga kültürel bir kavga. Bu kültürel kavgadan 1 Mayıs da payını alıyor, herkes payını alıyor. Ama artık bir işçi sınıfı davası çöktü. Sebepleri ayrıca konuşulabilir. Ama çok hazin ve dramatik bir hikaye olduğu muhakkak.

Beyaz Türk her zaman “aşağıdakiler” olarak bakar diyor ve bunun kronik bir vesayetçiliği imgelediğini kaydediyorsunuz. Türkiye’de vesayetçi olanlar sadece Beyaz Türkler mi?

Hayır. Vesayet modüler bir şeydir. Vesayet sadece Beyaz Türklerin meselesi değildir. Kim kendisini özne, kim neyi nesne olarak görüyor. Buna bakmak lazım. Özne-nesne ayrımının tohumlandırdığı birşeydir vesayetçilik. Bu çok kültürel birşeydir. Her kültürel örüntüde birileri birşeylerin vasiliğine soyunuyordur. Dolayısıyla bu tek dereceli, tek aktörlü bir olgu değildi.

Aljazeera

 

Röportaj Haberleri

“Suriye’ye geri dönüş tartışması, empati yoksunu ve yersiz”
Türkiyeli bir mücahid ile Suriye devrimi üzerine…
"Solun bir kısmı mezhepçilikten bir kısmı da İslam düşmanlığından Esed'i destekliyor"
Suriye'nin korku hapishaneleri: Sednaya, Tedmur ve Suriye’nin yeni hafızası
"Suriye devrimi Türkiye'nin de zaferidir!"