Alper Görmüş’ün Serbestiyet.com’daki yorumunu ilginize sunuyoruz:
Gezi İddianamesi: İktidarın Gezi Anlatısını Zora Sokan Bir Belge
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın (ya da aynı manaya gelmek üzere iktidarın) şapka çıkartılacak, sihir gibi bir ustalığı var: Kendisinin inanmadığına dahi destekçilerini inandırabilmek...
Bir insanın başkalarını bir şeye inandırabilmesi için, haklı olarak o şeye öncelikle kendisinin samimiyetle inanması gerektiği söylenir. Fakat Erdoğan, zikrettiğim bu becerisiyle, “inandırabilme”nin bu temel koşulunu paramparça eden bir siyasetçi olarak temayüz ediyor.
Erdoğan’ın, Türkiye’nin bir varlık-yokluk sorunuyla (“beka” meselesi) yüz yüze olduğuna dair geliştirdiği söylem ve taraftarlarını bu tez doğrultusunda ikna edebilmiş olması, bu ustalığın aktüel bir örneği. (Erdoğan’ın, Türkiye’nin bir beka sorununun olduğuna gerçekte inanmadığı halde, bunu toplumun bir kesimine inandırabilmiş olması önümüzdeki günlerde kaleme alacağım bir başka yazının konusunu oluşturacak.)
Bugün ise bu fasıldan bir başka örnek olan Gezi eylemleri (Mayıs-Haziran 2013) üzerinde duracağız. Evet, tıpkı “beka meselesi” gibi Gezi de Erdoğan’ın gerçekte inanmadığı bir tezi, yüksek ikna becerisi sayesinde inandırıcı kılabildiği bir örnek...
İktidarın Gezi tezi...
Bu tezi şöyle özetleyebiliriz: Gezi eylemleri, kendiliğinden gelişen tepkisel bir toplumsal olay değil Türkiye düşmanı küresel güçlerin, yerli işbirlikçilerini kullanarak kotardığı gayri milli bir terör kalkışmasıdır.
Daha önce de yazdığım gibi, iktidar, Gezi’nin “küresel güçlerin bir komplosu” ve “gayri milli” bir hareket olduğuna dair anlatıyı sonradan geliştirdi. Bu bir kurguydu ve ısrarla dile getirilmesindeki amaç, toplumda zaten var olan kutuplaşmayı misliyle büyütmekti. Çünkü Erdoğan o tarihsel anda iktidarını devam ettirmenin en sağlam ve kestirme yolunun oradan geçtiğine inanmaya başlamıştı.
Gezi olaylarını ele alan iddianame geçtiğimiz günlerde mahkeme tarafından kabul edildi ve olaya ilişkin yeni bir kovuşturma süreci böylece başlamış oldu. Daha önce soruşturma ve kovuşturma konusu olduktan sonra kapatılmış bir dosyanın yıllar sonra yeniden açılması, hukukçuların tahammülfersâ buldukları bir gelişme... Fakat bu hukuki cüret bir yanıyla da iktidarın kutuplaşma ve düşman yaratma stratejisi üzerinden seçim kazanma çabası bağlamında önemli başka bir noktaya da bağlanıyor: Gezi olaylarının yeniden gündemleştirilmesi ve nihayet iddianamesinin kabul edilip kovuşturma konusu haline gelmesi, onun kriminalize edilmiş haliyle bir kutuplaşma-kutuplaştırma yükselticisi olarak iktidar nezdindeki değerini bir kez daha gözler önüne seriyor.
İktidar, umduğunun tam tersiyle karşılaşacak
Ne var ki iktidar, kendi medyasının da yardımıyla toplumun bir kesiminde inandırıcı kıldığı “cinayi bir faaliyet olarak Gezi” söyleminin bir hukuki metin haline gelmesinden umduğu faydayı bulamayacak. Aslında öyle olması, umduğu sonucun gerçekleşmesi beklenir. Öyle ya, iktidarın geliştirdiği bir siyasi tez “bağımsız yargı”nın iddia makamı tarafından sahiplenilip tekrarlanıyorsa, bunun, iktidarın tezini güçlendirmekten başka bir sonuç vermesi ihtimali yoktur.
Yoktur, fakat bunun için yargının gerçekten bağımsız olması ve yazdığı iddianamenin gerçek delillere dayanan güçlü bir iddianame olması gerekir.
Tabii güçlü bir iddianame için de yargının sahiplendiği iktidar söylemi haklı bir temele oturmalıdır.
Bütün bu koşullar gerçekleştiği takdirde, ancak o zaman, iktidarın yönelttiği bir suçlamanın yargı konusu haline gelmesi iktidarın tezini güçlendirebilir.
Fakat bu koşullar gerçekleşmemişse, umulanın, beklenenin tam tersi olur. Yani sürekli tekrarla, duygulara hitapla, hamasetle, medya bombardımanıyla ve tabii baştan beri zikrettiğim ustalıkla ikna edilen kamuoyu, benzer iddiaların mesnetsiz bir hukuki belgesiyle karşı karşıya kalınca, o âna kadar besleyip büyüttüğü inancı hakkında kuşkuya düşmeye başlar. Çünkü artık elde ciddi bir hukuki belge vardır, bu belgenin iktidarın ve iktidar medyasının propaganda dilinin dışında somut delillerle konuşması beklenir. Hukuki belge bu beklentiyi karşılamazsa, işte o zaman iktidarın belgeden beklediği değil, tam tersi gerçekleşir, iktidarın söylemine duyulan inanç törpülenir.
Bu iddianame, iktidarın Gezi tezini nasıl etkiler?
Osman Kavala ve Gezi iddianamesi, iktidarın Gezi hakkındaki tezini güçlendirmek bir yana, o söyleme kazanılan kamuoyunda ciddi kuşkulara yol açacak kadar zayıf bir iddianame...
Yıldıray Oğur, her zamanki çalışkanlığı ve takipçiliğiyle tek bir uzun yazıda bu iddianamenin ipliğini pazara çıkarıverdi. Yazı, Karar gazetesinden sonra Serbestiyet’te de yayımlandı, o nedenle bunları burada tekrar etmeyeceğim. Zaten bu yazının konusu, iktidarın Gezi söyleminin bu iddianameden nasıl etkileneceği...
Bu davanın fikrini iktidar yıllar önce bizzat iktidarın kendisi oluşturdu, dönemin iktidar medyası bu fikri, çoğu uydurma olmak üzere abartılı bir takiple ayrıntılandırıp işledi ve “fikir” yıllar sonra bir iddianame haline geldi.
İktidar, iktidar medyası ve Gezi’yi bir terör organizasyonu olarak sunanların tamamı, başarılarıyla ne kadar öğünseler azdır; bu iddianame esasen onların eseri.
Fakat yaşayıp göreceğiz: İddianame o kadar zayıf ki, Erdoğan’ın benzersiz ustalığı sayesinde toplumun yarısına benimsetilen tez, dava sürecinde ağır yaralar alacak. (Bunun küçük bir emaresi olarak Osman Kavala’nın cep telefonundan çıkan ve iddianamede Türkiye’yi bölünmüş olarak gösteren “Sevr haritası”nın “Büyükada Casusları” davasındaki “bölünmüş Türkiye” haritasıyla aynı süflî akıbeti paylaştığını hatırlatabilirim.)