Gerilimi düşürmek

Ali Bulaç

Zor bir süreçten geçiyoruz. Sürecin zorluğu büyük ölçüde "devlet"in reflekslerinden kaynaklanıyor. Devlet demokratikleşme çabalarında toplum kadar uyum kabiliyetini gösteremiyor.

Yönetim aygıtının ana omurgası asker üzerinde kurulduğundan, askerin yeni duruma uyum sağlaması, demokratikleşme süreçlerini doğal karşılaması, toplumsal gelişmeye uygun esnek pozisyonlar alması güç oluyor; ama sonuçta oluyor. Asker kategorik olarak sürece karşı olsaydı, bu kadarı da olmazdı. Bu süreci başarıyla geçmek zorundayız. Süreçte rol oynayan birinci faktör bu.

İkinci faktör, toplumun ana gövdesi, dindar kütlesi demokratikleşme talep ediyor. Esasında toplumun ana gövdesinin katılıp da destek vermediği hiçbir toplumsal proje gerçekleşemez. Bizim 200 yıllık modernleşme tarihimiz bunun örneğidir. Aktüel durumda dindar çevreleri sürece destek vermeye sevk eden ilave sebepler var: Geniş toplumsal kesimler bir yandan kendi gelişmelerini devam ettirmek ve geleceklerinden emin olmak; diğer yandan bir daha 12 Eylül ve 28 Şubat türü ölümcül veya ağır hasarlı rejim kazalarına uğramak istemiyorlar. Dahası, toplum, 27 Mayıs'tan 28 Şubat'a dört müdahaleden sonra Türkiye'nin sorunlarının ağırlaştığını, normal prosedürler kullanılarak çözülmesi mümkün sorunların kangrenleştiğini, bütün iddia ve propagandalara rağmen askerin siyaset ve toplumsal yönetimde hiçbir başarı sağlamadığını görüyor. Ortada "toplumsal çatışma potansiyelleri" var, ama neredeyse herkes, bunların belli merkezlerden yönetildiğinden, bir tür "darbe hazırlığı" amaçlı kaos çıkarma teşebbüsleri olduklarından şüphe duyuyor, mevcut durumda "askerin kurtarıcılık görevi" olmadığını düşünüyor.

Üçüncü faktör ilk ikisi kadar önemli. 27 Mayıs'tan 28 Şubat'a kanlı veya kansız her darbe ve müdahalede "dış yönlendirme ve destek" önemli rol oynamıştır. Bugün demokratik rejimi kesintiye uğratmak isteyenlere dışarıdan yeşil ışık yakan yok. Tamamen kendi çıkar hesapları çerçevesinde Türkiye'yle yakından ilgilenen uluslararası güçler, "demokratikleşme süreci"ni daha fonksiyonel görüyorlar.

Bu süreci atlatmaya çalışırken, ülkeyle ilgili projeleri ve siyasi programları farklı olan aktörlerin, hiç kimsenin kazançlı çıkamayacağı bir çatışma ortamından kaçınmaları gerekir. Tabii ki Ergenekon davası, suikast iddiaları ve darbe teşebbüsleri ya da şu partiyi ve bu cemaati "bitirme planları"nı ciddiye almak, yargı sürecinin düzgün işlemesini sağlamak, hiçbir şeyi atlamadan her soruşturma ve kovuşturmayı yapma zarureti var. Burada siyasi iradenin, yani hükümetin kararlı tutumu, artık Türkiye'nin tam bir hukuk devleti olmasını isteyen geniş çevrelerin toplumsal desteği ile artarak devam etmelidir.

Bütün bunlar olurken, bazı yanlış, hatalı ve hak ihlal edici tutum ve davranışlardan kaçınmak gerekir:

a) Masumiyet karinesi korunmalı, yargı son kararını verinceye kadar hiç kimse suçlu ilan edilmemelidir;

b) Bir kısım delillerin nasıl toplandığına, hangi yöntemlerin kullanıldığına dikkat edilmelidir;

c) "Herkes dinleniyor, hiç kimsenin kendine ait mahrem hayatı ve özeli kalmamıştır" duygusunun insanları derin bir endişe ve kaygıya sürüklemesinden kaçınılmalıdır;

d) Darbe teşebbüsleri veya yasa dışı oluşumlara karıştıkları suçlamasıyla sanıklar yargılanırken, onlarla aynı siyasi görüşü paylaşanların tümüne aynı sanık -hatta suçlu- muamelesi yapılmamalıdır;

e) Suça karışanlar ile mensup oldukları kurumların arası ayrılmalıdır;

f) Kurumlar arası çatışmalara sebebiyet verilmemelidir;

g) Siyasi ve idari bir ihtilaf konusu toplumsal kutuplaşma ve çatışma boyutuna dönüştürülmemelidir;

h) Benim tarafımın suçlusu iyi, seninki kötü çifte standardına düşmeden, hiçbir suçlu korunmamalıdır;

ı) Gazete sahifelerini, köşe yazılarını ve televizyon ekranlarını birer karalama ve infaz aracı olarak kullanmaktan kaçınılmalıdır;

i) Nihayet bir gemide yaşadığımız unutulmamalıdır.

ZAMAN