Gerilim ticareti

Deniz Baykal bugünlerde küçük bir rötuş yaptı, politikasında; ya da bana öyle geliyor. Birçok yazar, siyasî yorumcu, Baykal’ın bu dönemde tutturduğu politika ile seçim meçim kazanamayacağını yazdı. Bu, oldukça yaygın bir yargı. Tekrarlanması, CHP içinde gidişattan tedirgin olanları telaşlandırmaya yarayabilir, ama Baykal’ı etkilemesi bana çok zor görünüyor.

Çünkü bu zaten Baykal açısından bir “haber değeri” taşımıyor. “CHP seçim kazanamaz”mış! Bir de kazana mıydı? Bunu söyleyenler, “Böyle yapmazsa kazanır”ı ima ediyorlar. Muhtemelen Ecevit’in CHP ile seçim kazandığını düşünüyor, onun için böyle bir ihtimale prim veriyorlar.

Bu doğru tabii. Üstelik Ecevit de sosyal-demokrat, yani sosyalist bir kişi değildi; devletçilik ya da milliyetçilik bakımından memlekette hiçbir CHP’liden geri kalmazdı. Buna rağmen ve CHP’nin başında, seçim kazanabildi.

Bence o özel bir konjonktürdü. “Solculuk” adına, oldukça kaotik bir kıpırtı vardı, bunun kaotik olması da kaçınılmazdı o günlerin entelektüel atmosferinde. Bu kıpırtı askerî darbeyle durdurulmuşken, Ecevit darbeyle işbirliğine girmeyi reddetmiş, bu nedenle de istifa etmiş, yani elindeki mevkii bırakıp gitmişti (çok alışılmış bir eylem biçimi sayılmaz buralarda). Bunları yapan adama, bu toplum, ilk seçimde en yüksek oy oranını armağan etti –hem de herkesin onu “solcu” sandığı bir ortamda.

Ama Halk Partisi bununla da fazla değişmedi, çünkü onu “Halk Partisi” yapan toplumsal tabaka değişmemişti ve değişmemekte direnecekti.

Daha sonra neler neler oldu: 12 Eylül, SHP, SODEP vb. Bütün bu dalgalar gelip geçtikten sonra, Halk Partisi, 1990’larda olması beklenenden çok 1930’larda varolana yaklaşmış olarak, yapısını korumuş durumda, siyasî yelpazemizde yerini koruyor.

Sanırım Baykal da bunları çok iyi anlıyor ve değerlendiriyor. Buradan başka bir şey çıkmayacağının farkında. Kendi elinde olanları da, kendisi kadar, biz de biliyoruz. Tarık Buğra’nın Edebali’sinden “Anadolu sosyalizmi”nin “temel ilkeleri”ni süzüşünü birlikte seyretmiştik. Bunlarla gelebildiği yer, şu olamayan darbeye ortam hazırlamak için koparılan kıyametin partiyi getirdiği yerin yanında, hiçbir şey değil. Ama bütün bu gerilim de, CHP’yi oyla iktidar yapacak oranlara ulaştırmıyor.

Onun için aklının bir yerinde hâlâ “halk”, “oy” falan gibi nosyonlar taşıdığı kuşkusunu uyandıran Kılıçdaroğlu’nu azarlayıp (şu önderlik karşısında ondan dahi medet umanlar da çıkabilir üstelik) bu gibi “demokrasi” etiketli öteberiye kapıları kapatıyor. Ama Dursun Çiçek’in imzasının sahihliğinin iyi incelenmesini istiyor. Başbuğ hakkında ağzını açıyor, şimdiye kadar açmadığı gibi. “Boru”dan ve “kâğıt parçası”ndan dem vuran Başbuğ karşısında Baykal’ın bir şikâyeti, rahatsızlığı olmamıştı. Ama şimdi var, çünkü sanırım Başbuğ ile hükümet arasında bir “anlaşma”, bir “detant”, bir “modus vivendi ” olduğundan şüpheleniyor. Bu olursa, maazallah, gerginlik azalır. O zaman Baykal ve CHP ne yapabilir?

Hiçbir şey yapamaz. Onun için ya darbe olmalı, AKP böylece iktidardan uzaklaşmalı. Bu, CHP’ye kapı açar, kendiliğinden. Ya da, hiç değilse, TSK’nın başında “Bu adam alimallah darbeyi de yapar” diyeceğimiz bir adam bulunmalı. Sonunda darbeyi o da yapamasa bile, bir darbe-öncesi durum süreklilik kazanır, Baykal da böylece kendini ve partisini besleyecek ortama kavuşur.

Yakınlarda seçim yapılacak. 2007’deki gerilim AKP’yi neredeyse yüzde 50’ye getirdi ama CHP de gerilemedi. CHP’nin toplumda bir “varlık” olması, böyle bir gerginlik atmosferinin varlığına bağlı.

Yani Deniz Baykal tarihî partisinin tarihî kısıtlamalarının yeterince farkında. Bundan kendisini sorumlu tutmasına da gerek yok, kaç yıllık parti bu. Baykal, varolan koşullar ve imkânlar çerçevesinde, sanırım kendisini eleştirenlerden daha gerçekçi düşünüyor.

TARAF