Doğu ve Güneydoğu’da etkili olan iki büyük parti var. Son yıllardaki seçimlerde oylar sadece BDP ve AK Parti arasında paylaşıldı. Başka hiçbir parti bu siyasi kadraja giremedi. Bu seçimlerde yeni bir siyasi aktör daha seçim sahasına çıktı. Hizbullah örgütü çizgisinden gelen Hüda-Par bu kadraja girmek için muazzam bir çaba sarf ediyor. Geçmişte Refah Partisi’nin seçmene birebir ulaşma yöntemini kullanan ve bölgede neredeyse il, ilçe, köy, mezra demeden her eve ulaşmayı hedefleyen bu yeni aktör, PKK’nin tepkisini çekiyor.
Hüda-Par, oy potansiyeli itibariyle BDP’ye ve AKP’ye rakip olacak gibi görünmüyor. Belli bir potansiyeli var ancak bu kutuplaşmada kendine sağlam bir yer bulabileceğini sanmıyorum. Ancak Hüda-Par, örgütlü ve çok disiplinli çalışmasıyla seçimde dengeleri BDP aleyhine sarsabilir. AK Parti, bugüne kadar sandıklara sahip çıkamadığından, BDP hanesine ciddi oranda hileli oy giriyordu. Hüda-Par ise sandıklara sahip çıkma konusunda oldukça kararlı. Bunun için her şeyi göze almış durumda. Bu durumda yüzde 15 olduğu iddia edilen bu hileli oyların BDP’nin oylarından düşeceği konuşuluyor. Oran doğru mudur bilemeyiz ama hileli oyun varlığı konusunda şüphe yok!
PKK’nin bütün engelleme çabalarına rağmen Hüda-Par köy köy, mahalle mahalle, ev ev dolaşıp seçim propagandası yapıyor. Ve bu propagandanın merkezine, PKK’nın dindışı/din karşıtı söylemini koyuyor. Bölgedeki ahlaki yozlaşmanın vardığı boyutlardan PKK çizgisini sorumlu tutan söylemi sosyalleştiriyor. Buna BDP belediyeciliğinden duyulan rahatsızlıkları da ekliyor. Bunlar toplamda sandığa elbette yansıyacaktır ama en çok AKP lehine ve BDP aleyhine. Çünkü PKK’den duyulan rahatsızlığın ve ahlaki ve dini kaygıların Hüda-Par’a oy olarak yöneleceğinin bir garantisi yok, bilakis BDP’den belediyeleri alma ihtimali en yüksek parti olan muhafazakâr AK Parti’ye yönelme ihtimali oldukça fazla. Hüda-Par, buna karşın AKP’nin sistem partisi olduğunu söyleyerek oyları daha İslami olduğunu iddia ettiği kendilerine verilmesini istiyor. Ancak bu söylemin, reel siyaset içinde geniş bir müşteri kitlesi bulacağı sanılmıyor.
Gerilimin esas nedenleri
Seçimler yaklaştıkça, Kürt seçmenin yoğun olduğu yerlerde ve hassaten de Kürt şehirlerinde gerilim yükseliyor, sular ısınıyor. Partiler çalışmalarını hızlandırdıkça sahada sıcak “karşılaşmalar” artıyor. Bu karşılaşmalar, bölge sosyolojisi içinde gerilime dönüşüyor. Bölgede yaşanan gerilimin seçimle konjonktürel bir ilgisi var ancak, gerilim seçim dönemine has bir durum değil. Örgüt yıllardır gerilim siyaseti izliyor. Örgüt yıllardır motivasyon ve tabanını, çatışma veya çatışma söylemi üzerinden konsolide ediyor. Bu yolla kitleleri mobilize ediyor ve canlı tutuyor. Bu nedenle örgüt için gerilim, bir siyaset biçimi. Ve normalleşme süreçleri örgütü tedirgin ediyor
Öte yandan, PKK için esas hedef bölgedeki iktidarını genişletmek ve kalıcılaştırmak. Bunun aleyhine gelişecek her şeyi önlemeye çalışıyor. Terminolojisinde en fazla yer tutan barış ve demokrasi söyleminin aksine, savaş ve otoriter bir tarz ve söylem benimsiyor. PKK, bölgede İslamcılığın yükselmesinin AK Parti’ye yarayacağını düşünüyor. Bu nedenle son on yıldır hedef tahtasına sadece İslamcı ve muhafazakâr kesimi koyuyor. Bunu yaparken de bilinçli olarak sapla samanı birbirine karıştırıyor. Bazen bütün İslamcıları “Hizbullahçılık” kesesine koyuyor, bazen “AKP’cilik”, bazen “Fethullahçılık”, bazen de -ve özellikle de son zamanlarda daha sık olarak- “El-Kaidecilik” kesesine koyarak eşitliyor. Anılan bu kesimlere yönelik çok ciddi bir kara propaganda mekanizması işleterek itibarsızlaştırma yoluna gidiyor.
PKK’nın dindarlarla ilişkisi
Örgütün dindarla ilişkisi bidayetinden beri sorunlu. Bunun çeşitli nedenleri var. Bu nedenlerin başında ideolojik genlerinde yer alan aydınlanmacılık geliyor. Rahminden doğduğu Kemalist Türk solu ile göbek bağını tam olarak koparabilmiş değil. Örgütün HDP projesini (trajedisi mi demeliydik?) de buradan okumak gerekiyor. Türkiye partisi olmaksızın hayatiyetini lokal bir etnik parti olarak sürdüremeyeceğinin farkında olduğundan ittifak arayışlarına giriyor. Her seçimde deneye deneye aynı sonucu almasına karşın yine aynı yolu bu kez yeni bir parti kurarak deniyor. Örgüt stratejik olarak AK Parti karşısındaki tüm toplumsal kesimlerle ittifaka arayışında. Bu arayış o kadar geniş bir yelpazede seyrediyor ki, laiklik vurgusuyla ordu dahil laiklik hassasiyeti yüksek kesimlere ve hassaten de Alevilere; “Gezi”ci söylemle Kemalist ve ulusalcı sola, yeminli AK Parti düşmanlarına, çevrecilere, anarşistlere ve biraz da liberallere; Mahir Çayan söylemiyle de marjinal sosyalist gruplara mavi boncuk dağıtıyor. İdeolojik akrabalığı olan tüm bu kesimlere açık davranıyor ve ısrarla kendini solda tutmaya çalışıyor. Üstelik milliyetçilik gibi popülist bir ideolojiyi, katı bir sol söyleme sıkıştırıp hedef kitlesini daraltma pahasına.
Örgütün bu aydınlanmacı yaklaşımı, onu (özellikle kendi bölgesindeki) rakip olarak da gördüğü örgütlü dindar kesimlerle çatışmaya itiyor. Geçmişte sahada en fazla karşılaştığı grupların başında gelen Hizbullah grubuyla çatışması, bazı dindar şahsiyetleri katletmesi bu kabilden hadiseler. Bu durum 2000 sonrası süreçte de öldürme hadiseleri azalmakla birlikte devam ediyor.
Dindarlarla sorunlu ilişkisinin diğer bir nedeni de şu: PKK kendisi için en büyük tehlike olarak AK Parti’yi görüyor. Tabanı genel anlamda dindar olan örgüt, tabanının Kürtlerin sorunlarını çözme konusunda gayret sarfeden, aynı zamanda da dindar olan AK Parti’ye kuruluşundan beri sempatiyle baktığını biliyor. 2007 seçimlerinde tabanından AK Parti’ye kaymalar nedeniyle oyları oldukça düşük çıkınca, bu tarihten sonra dindarlar ve dinle ilişkilerini gözden geçirerek, özellikle bir yandan dindar seçmenleri kazanmaya bir yandan da bu kesimleri AK Parti’den uzak tutmaya çalıştı. O günden beri hedef tahtasına AK Parti ve ona yakın olduğunu düşündüğü çevreleri koydu. İtibarsızlaştırma, taşlama, molotoflama, kaçırma ve yer yer katletme eylemleriyle bir yandan göz dağı verirken bir yandan da iki parti tabanı arasındaki uçurumu artırdı. Oy kaçışını asgariye indirmek için AK Parti ve BDP’li olmayan dindar Kürtler karşıtı söylemi en sert düzeyde tuttu sürekli.
Batman olayı ve KCK
Diğer bir neden ise örgütün bölgede tam bir saha hakimiyeti kurmaya çalışması. Örgüt kendisi dışındaki her türlü örgütlü çalışmayı engellemeye çalışıyor. Bölgede zaten neredeyse sadece PKK ve geniş dindar kesimlerin örgütlü çalışmaları var ve bu kesimlerin çalışmalarına hiç de iyi bir gözle bakmıyor. “İçimizdeki AKP’liler” olarak gördükleri bu kesimlerin çalışmalarını sahada fiilen engelliyorlar. Dicle Üniversitesi’nde geçen dönem yaşanan hadiselerin nedeni de buydu. Bu durum PKK dışındaki liberal sol örgütlenmeler için de geçerli, ancak bu kesimler göze batmayacak kadar zayıf olduklarından gerilim neredeyse tamamen örgütlü dindar kesimlerle PKK arasında yaşanıyor görünüyor.
Örgütün dindarlarla sorunlu ilişkisi, sahada gerilime de neden oluyor. Son zamanlarda özellikle, örgütün motivasyon unsuru olarak bayraklaştırdığı Rojava Devrimi söylemi üzerinden, bu yaklaşımı dışlayan kesimler hain olarak niteleniyor. Ancak en büyük gerilim yıllardır Hizbullah/Hüda-Par çevresiyle yaşanıyor. Bunun son zamanlarda artması, yukarıda bahsettiğimiz seçim atmosferiyle ilgili. Ancak gerilim iki kesim arasında 90’lardan beri sürüyor. Çatışmalar o yıllarda fiilen bitti fakat taraflar arasında bir uzlaşıyla veya anlaşmayla sonuçlanmış değil. Propaganda boyutunda hala sürüyor. Son zamanlarda iki kesim arasında artan gerilim, 90’larda yaşanmış kirli ve kanlı bir öykünün gölgesinde yaşanıyor. PKK, AK Parti dâhil tüm rakip gruplar hakkında doksanların dilini kullanıyor.
Batman’da Özcan Temel’in öldürülmesi hadisesi hala karanlık. Hadise olur olmaz olay PKK kanadı tarafından Hüda-Par ile ilişkilendirildi. 90’ların kirli arşivinden çıkarılan Hizbul-Kontra, Kemalist soldan devşirilen Yeşil Ergenekon gibi kavramlar ile mevzu derinleştirildi. Örgütün kendinden olmayan örgütlü yapılara bakışını gösteren KCK açıklaması ise yangına benzin döken ve adeta “iç savaş”a davetiye çıkaran bir açıklamaydı. Açıklamaya tam bir militarist bakış hâkim ve bu bakışla bölgeye huzurun ve barışın hakim olması mümkün değil.
Ortamı geren ve yer yer sopalı, bıçaklı kavgalara, yer yer cinayetlere varan gerilimde, gözden kaçırılmaması gereken bir diğer neden de, kendisini PKK-Asayiş şeklinde tanımlayan YDG-H (Yurtsever Demokrat Gençlik Hareketi) adlı yapının bölgedeki sivil kurumlara ve hassaten de Hüda-Par ve çevresine yönelen saldırılarıdır. Maalesef ki bu saldırılar karşısında BDP cenahı sessiz, PKK medyası destekleyici, KCK kışkırtıcı bir tavır sergiliyor. KCK’nın Özcan Temel hadisesiyle ilgili açıklamasında “özsavunma”nın geliştirilip kurumsallaştırılmasına yapılan vurgu saldırıları teşvik ediyor.
İşte provokasyondan önce konuşulması gereken tam da provokasyona zemin hazırlayan bu saldırılardır. Bununla beraber 2005’ten beri düzenli saldırılara uğrayan ama bugüne kadar cevap vermemiş bir yapı var. Fakat örgütün söylemsel üstünlüğü bu gerçeği ters yüz ediyor
PKK, 90’larda yaşananları canlı tutarak, 90’ların dilini ve tarzını sürdürmeyi meşrulaştırıyor. O yılların muhasebesini, özeleştirisini hiçbir şekilde yapmadan, mutlak haklı olduğu ön kabulüyle hareket etmek tüm taraflar için yanlıştır. O yıllarda dökülen kirli kanın muhasebesini yapmak ve onunla yüzleşmek şöyle dursun, aksine kendi resmi tarihi üzerinden o günleri canlı tutmak süreci geren önemli etkenlerden birisidir. Unutulmamalı ki bölgeye yapılacak en büyük haksızlık, 90’ları canlı tutmaktır. Sözün özü; bir yandan eski baskıcı tarzı sürdürüp, diğer yandan da barış, demokrasi, özgürlük ve insan hakları söylemini bayraklaştırmak ancak gerçek niyeti örtmeye matuftur.
(Bu yazı aynı zamanda Star Açık Görüş'te de yayınlanmıştır)