Zamanın hızla aktığı çoğu zaman fark edilemiyor. İnsanların önemli bir kesimi gelişmelerin, gidişatın gerisinde kalıyor. Geride kalmamak, adaptasyon sorunu yaşamamak için gelişmeleri yakından takip etmek zaruri bir ihtiyaç. Bugünü ve geleceği anlamak için sık sık geriye dönüp bakmak gerekiyor. Dün karşı karşıya olduğumuz, muhatap olduğumuz gündem ile bugünküler arasında kıyaslar yapmaksızın sağlıklı bir durum tespiti yapmak mümkün olmuyor.
Konumumuzu anlamak için tartışırken verilebilecek örnekler hiç de az değil. Başörtüsü, Kürtçe, ordu-bürokrasi, eğitim-öğretim, Alevilik, dış politika, vs diye devam ettirebileceğimiz “kriz” listesine devletin temel niteliklerini, anayasanın değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen maddelerini de ekleyebiliriz.
Doğal olarak başta İslami camia olmak üzere geniş toplum kesimlerinde tartışmaya, tepkiye yol açan Hayrunnisa Gül’ün “ilköğretimde başörtüsü taleplerini mücadele edilmesi gereken bir cehalet” olarak niteleyen sözlerini ele alabiliriz mesela. Her ne kadar Cumhurbaşkanı Gül de bu görüşün arkasında dursa bile darbe ve yasak özlemcisi zorba güruh dışında kimseyi ikna edemedi bu beyan.
Ne hukuken ne ahlaken bu beyanın izahı olamayacağını yazılıyor, konuşuluyor haklı olarak. Ancak atlanmaması gereken bir mesele var. Daha iki-üç ay öncesine kadar başörtüsü yasağının üniversitelerde dahi kaldırılabileceğine dair ümitler ne kadar azdı? Her ne kadar statüko adına hareket eden siyaset ve bürokrasi şimdilerde sadece üniversite ile ilgili yasağın kaldırılacağını lütfetme büyüklüğünü pozlarına bürünse bile artık saldırı pozisyonunu kaybetmiş ve savunmaya geçmiştir. Lise ve ilköğretimin yanı sıra kamusal alanda tesettürlü olarak çalışma hakları daha yüksek, daha güçlü ve daha yaygın bir biçimde talep edilmektedir.
Üzerinden henüz 10 yıl bile geçmeden 28 Şubat Darbe siyasetinin çürüdüğünü, önemli aktörlerinin rezil olduğunu unutmayalım. Bütün okullarda, hastanelerde, kamu kurumlarında başörtülüler için tırmandırılan sürek avı nasıl büyük bir psikolojik yıpranma oluşturmuştu. Ehliyet kurslarından kovulan, çocuğunu almak için gittiği okulun bahçesinde tahkir edilen, nüfus ve pasaport dairelerinde başını açmaya zorlanan başörtülü kadınlara şimdi aynı zorbalıkları yapabilecek kaç laiklik-Kemalizm fedaisi var acaba?
Sıradan fedaileri, tetikçileri, emir erlerini geçelim. Ergenekon’un 1 Numara’sı olarak adı geçenlerden dönemin Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu nerelerde saklanıyor acaba? Küstah küstah “28 Şubat 1000 yıl sürecek!” tehditleri savuran bol apoletli adam değil rejimi kendini koruyacak cesaret ve güçte mi bugünlerde? Ardına düşenlerin çıkıp sormak gerekir: “1000 yıl sürecek dediniz, 10 yıl bile kullanımda kalmadı. Ne olacak kullanım hakkı olarak va’d ettiğiniz 990 yıl?”
Askere en iyi tekmil veren YÖK Başkanı Kemal Gürüz’ün paçasını kurtarmaya çalıştığı Ergenekon davasından çıkar çıkmaz “ben ulusalcı değilim, Amerikancıyım” sözlerini duyduktan sonra nerede olduğunu, ne iş yaptığını bilen var mı? İslam’a ve Müslümanlara meydan okuyan dünün kibir abidesinin cesareti, celadeti demek ki basit ve geçici bir cilaymış, çirkin olduğu kadar dayanıksız bir makyajmış. İrabda mahalli yok şimdi, Gürüz’ün. O yüzden gözlerden uzak durup kendini unutturmak istiyor.
Doğru düzgün hiçbir olumlu vasfa sahip olmamasına rağmen akademik kariyer verilip İstanbul Üniversite’nin Rektör yardımcısı yapılan Nur Serter hem medyadan hem de haciz memurlarından kaçıyor bugünlerde. Dokunulmazlık zırhı şimdilik yargılanıp hesap sorulmasına engel teşkil ediyorsa da dazla zaman sürmez bu iş de. İkna Odaları isimli psikolojik işkence düzeneğini hiç yaşanmamış saymanın peşinde. Yüzüne bir maske gibi yapıştırdığı sinsi ve yapmacık gülüşün yerini çoktan asık bir surat almış durumda.
28 Şubat darbe süreci ve başörtüsü yasağı deyince, yolsuzluk ve hukuksuzluk deyince adı anılmadan geçilemeyecek bir kötü adam daha var elbet. Mahrecinde her ne kadar Çoban Sülü’ yazıyorsa da ‘Morrison Süleyman’ sıfatı tam olarak ifade eder onu. Daha dün yüz binlerce-milyonlarca başı örtülü kızı-kadını Suudi Arabistan’a sürmek için hevesle, iştahla öne atılan Süleyman Demirel bugün “son karakol” Güniz Sokağa hapsolmuş halde. Ne gücü, ne sözü, ne de itibarı var. Nazmiye Hanım’dan başkaca kendisine kulak vereni kalmamış. Yeni bir iktidar hevesi kursağında kalmış olarak bu dünyada hesap vermeden ölebilirse ne ala!
Askeri cunta kurarak, darbe ve muhtıra yoluyla tek tip bir toplum inşa etmek isteyenlerin kirli-karanlık ve zorba planlarını önemli bir kısmı deşifre oldu. Toplum nezdinde plan sahipleri de planları da mahkum oluyor, olacak.
Not: Bu Makale Yeni Akit Gazetesinde 16 Kasım Salı Günlü Nüshasında Yayınlamıştır.