‘Gerekirse Esed’le de Anlaşalım’ Diyenler Ümmü Ala’nın Hikayesini Okusun!

Yazısında Suriye gözlemlerini aktaran Merve Şebnem Oruç, “Gerekirse Esed’le de Anlaşalım” korosuna Ümmü Ala isimli bir Suriyeli kadın özelinde katil Esed rejiminin insanlara reva gördüğü insanlık dışı muamele ile cevap veriyor.

HAKSÖZ-HABER

Suriyeli Ümmü Ala iki çocuğuyla Reyhanlı’da yaşıyor. Kocası, babası şehit; dört kardeşinden ikisi şehit... 9 yaşındaki kardeşi Humus’ta sokakta oynarken rejimin keskin nişancıları tarafından vurulmuş. Bir kardeşiyse hapiste...

Ümmü Ala ağabeyi 2012’de Özgür Suriye Ordusu’na katıldığı için rejim tarafından tutuklanmış ve üç ay on gün hapiste kalmış… Muhaberat rejimi ağabeye olan hıncından tüm aileye ceza kesmiş. Ümmü Ala da Muhaberat rejiminin intikam politikalarına maruz kalanlardan…

Merve Şebnem Oruç’la mülakatında 45-50 kadınla tek bir odada tutulduğunu söylüyor. Dişlerini gösteriyor, demir sopalarla yüzüne vura vura dişlerinin hepsini kırdıklarını anlatıyor. Türkiye’ye geldiğinde dişlerini İHH yaptırmış, binlerce kez teşekkür ediyor. “Bize sırayla işkence ederlerdi. Benim sıram Cuma günleri gelirdi,” diyor. Ayak parmaklarını göstererek tırnaklarının teker teker çekildiğini, kemikleri kırılıncaya kadar dayak yediğini söylüyor ve utanarak tecavüze uğradığını anlatıyor. İçerideki kadınların hepsinin benzeri işkencelerden geçtiğini, kiminin sonunda işkenceden, kiminin Muhaberatçıların verdiği zehirli sudan içmek suretiyle öldüğünü dile getiriyor.

Merve Şebnem Oruç’un aktardığına göre abisi bir Muhaberatçıya 1300 dolar rüşvet vererek çıkarmayı başarmış Ümmü Ala’yı hapishaneden.

Ümmü Ala kaçıp Türkiye’ye gelene kadar en ağır kuşatmanın yaşandığı şehirlerden Humus’taymış. “Nasıldı o günler?” diye soruyor Merve Şebnem Oruç; erkek kardeşinin kedi, köpek vurduğunu, eve getirip derisini yüzdüğünü ve onu yediklerini anlatıyor; ağaç kabuğu, yaprak, ot... bunları uzun süre gıda niyetine tükettiklerini söylüyor.

Merve Şebnem Oruç, Ümmü Ala’nın öyküsü üzerinden ‘Gerekirse Esed’le de Anlaşalım’ korosuna şu mesajı veriyor:

“İşte sabah akşam güzide medyamızda ‘Suriye’de barışın yolu ondan geçiyor’ diye anlatılan Esad’ın insanlarına yaptıkları bunlar. Gerçek resmi tahayyül edebilmeniz için Ümmü Ala’nın hayat hikayesini yüz binlerle çarpmanız lazım. Olanlar savaş döneminde yaşandı, öncesinde yoktu zannediyorsanız, bu savaşın neden çıktığını her zaman olduğu gibi bugün de ıskalıyorsunuz demek oluyor.”

*

Merve Şebnem Oruç’un bugünkü Yeni Şafak gazetesinde (10 Eylül 2017) yayınlanan “Suriye: Yarın Yok” başlıklı yazısının Ümmü Ala ile ilgili kısmı şöyle:

Suriyeli Ümmü Ala iki çocuğuyla Reyhanlı’da yaşıyor. Kocası, babası şehit; dört kardeşinden ikisi şehit... 9 yaşındaki kardeşi Humus’ta sokakta oynarken rejimin keskin nişancıları tarafından vurulmuş. Bir kardeşiyse hapiste...

Ümmü Ala ağabeyi 2012’de Özgür Suriye Ordusu’na katıldığı için rejim tarafından tutuklanmış ve üç ay on gün hapiste kalmış. “Nasıl yani?” diyorum, “Abinden intikam almak için mi seni tutukladılar? Protestolara katılmamış mıydın?” “Evet,” diyor, “İntikam için... Humus’ta temizlikçilik yapardım. Bir kere bile sokağa inip protestolara katılmadım.”

Tutulduğu yerin nasıl bir yer olduğunu, neler yaşadığını soruyorum. 45-50 kadınla tek bir odada tutulduğunu söylüyor. Dişlerini gösteriyor, demir sopalarla yüzüne vura vura dişlerinin hepsini kırdıklarını anlatıyor. Türkiye’ye geldiğinde dişlerini İHH yaptırmış, binlerce kez teşekkür ediyor. “Bize sırayla işkence ederlerdi. Benim sıram Cuma günleri gelirdi,” diyor. Ayak parmaklarını göstererek tırnaklarının teker teker çekildiğini, kemikleri kırılıncaya kadar dayak yediğini söylüyor ve utanarak tecavüze uğradığını anlatıyor. İçerideki kadınların hepsinin benzeri işkencelerden geçtiğini, kiminin sonunda işkenceden, kiminin muhaberatçıların verdiği zehirli sudan içmek suretiyle öldüğünü dile getiriyor.

Abisi bir muhaberatçıya 1300 dolar rüşvet vererek çıkarmayı başarmış Ümmü Ala’yı hapishaneden. İşkenceleriyle ünlü muhaberat rejiminin bir diğer şanı ise rüşvet. 1000 dolarlardan başlayıp milyonlara uzanan rüşvet çarkı içinde yüzen rejim adamlarının iyi gününe denk gelirseniz hapishanelerdeki yakınlarınızı bir ihtimal kurtarabilirsiniz.

Ümmü Ala kaçıp Türkiye’ye gelene kadar en ağır kuşatmanın yaşandığı şehirlerden Humus’taymış. “Nasıldı o günler?” diye soruyorum. Erkek kardeşinin kedi, köpek vurduğunu, eve getirip derisini yüzdüğünü ve onu yediklerini anlatıyor; ağaç kabuğu, yaprak, ot... bunları uzun süre gıda niyetine tükettiklerini söylüyor.

İşte sabah akşam güzide medyamızda “Suriye’de barışın yolu ondan geçiyor,” diye anlatılan Esad’ın insanlarına yaptıkları bunlar. Gerçek resmi tahayyül edebilmeniz için Ümmü Ala’nın hayat hikayesini yüz binlerle çarpmanız lazım. Olanlar savaş döneminde yaşandı, öncesinde yoktu zannediyorsanız, bu savaşın neden çıktığını her zaman olduğu gibi bugün de ıskalıyorsunuz demek oluyor.

Ümmü Ala şimdi çoğumuzun ev bile diyemeyeceği bir yerde 400 lira kira karşılığı oturuyor. Kirasını İHH yardımıyla ödüyor. Nasıl geçindiğini sorduğumuzda bazen durumu iyi Suriyeli ailelere temizliğe gittiğini söylüyor. Sokaklarda insanlardan para istediğini, bazen bir liraya muhtaç kaldığını anlatıyor. Mültecilerin dramını anlamak istiyorsanız bunu da milyonlarla çarpmanız gerekiyor.

Biliyorum, Suriye’den, Suriyelilerden bahsetmek artık popüler değil. Hatta öyle ki, medyada biraz fazla “Suriye” diyen itibar kaybediyor. Bunca yaşanandan sonra bir kesimin tüyleri “Suriyeli” kelimesi duyunca tüyleri diken diken oluyor. Ama Arakan gibi uzak bir coğrafyadan bahsetmiyorum, Türkiye sınırları içinde bir yerden, Reyhanlı’dan, evimize sığınan insanların dramından söz ediyorum. Onların duaları sayesinde türlü saldırılardan, darbe girişiminden kurtulduğumuzu söylüyorduk; “ya bize beddua ederlerse halimiz nice olur” diye düşünüyorum…

Bugün ABD’ye, Rusya’ya, muhaliflere, mültecilere, şuna buna kızıyoruz da, kendi davamız gibi sahip çıkıyoruz sandığımız Suriye meselesine acaba dört elle sarıldık mı? İnanın artık emin olamıyorum.”

Yorum Analiz Haberleri

Sosyal medyanın aptallaştırdığı insan modeli
Dünyevileşme ve yalnızlık
Cuma hutbelerindeki prangalar kırılsın
Batı destekli spor projeleri neye hizmet ediyor?
Kemalizm’e has bu Laiklik Fransa’da bile yok!