28 Şubat cuntasının Hürriyet gazetesinin manşetinden “Topyekûn Savaş” ilanını izleyen manşetlerden biri de “Gerekirse Silah Bile Kullanırız” tehdidiyle çıkmıştı karşımıza.
Hem hakka-hukuka hem de toplumsal meşruiyete sahip olmayan, olamayan resmi ideoloji ve iktidar sınıflarının tepeden tırnağa askeri bir örgütlenme, propaganda ve mücadele yöntemini benimsemeleri çok da beklenmedik bir siyasi pozisyon alış sayılmamalı.
Bekasını en temelde askeri darbe ve silahlı bürokrasiye dayandıran bu siyasi pozisyon alış sadece Türkiye’deki laik-ulusalcı kesimlerle ilgili ve sınırlı olmadığını uzun uzun anlatmaya gerek var mı? Bakın Suriye ve Mısır’a. Tıpkı Türkiye’de olduğu gibi laik-ulusalcısı da liberal demokratı da sol-sosyalisti de iktidar yolunun ancak askeri cuntanın kanatları altında mümkün olduğunu hiç utanıp sıkılmadan nasıl da bütün bir dünyaya şevkle, neşeyle ilan ediyorlar.
Darbe; Katliam, Tecavüz ve Yolsuzluktur!
Görünen köy kılavuz istemez ama durum şudur: İslam coğrafyası ve toplumlarında Batıcı ideoloji ve sınıfların iktidar olabilmelerinin/iktidarda kalabilmelerinin yolu “gerekirse” değil her daim ancak ve sadece silahla mümkündür. Bu sebeple Batıcılar prosfesyonel bir meslek anlamında askeri darbe örgütlenmeleriyle muktedir olmanın, Batılılar da askeri darbeleri meşrulaştırmanın uzmanıdırlar.
AB ve ABD sadece askeri darbeyi değil darbeciler eliyle işlenen katliam ve tecavüzleri de görmezden gelmekte. Özellikle de halkın iradesiyle işbaşına gelen İslami siyasi hareketleri itibarsızlaştırma noktasında geniş çaplı bir seferberlik başlatarak tecavüzcülerin masumiyetini hatta mecburiyetini ihsas etmeye girişmektedir. General Sisi ve Nobel ödüllü liberal Baradey’in darbe ve katliam politikaları Batıya rağmen değil ancak Batıyla birlikte icra edilebilmekteyken şu husus vurgulanmasa eksik kalır: Başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez monarşileri de İran’da bu süreçte el birliği edip “Siyasal İslam’ın İflası” için dayanışmaktadırlar.
Mısır’daki darbe ve katliamlar karşısında sessiz kalan AB ve ABD’nin, yaklaşık otuz aydır Suriye’deki katliamlar karşısında nasıl bir ahlaksızlık ve iğrenç bir tavır takındığı bilenleri hiç de şaşırtmıyor. Afganistan ve Irak’ın işgalinden bu yana sergiledikleri kanlı siyasetleri neyse bu dönemde Suriye ve Mısır’da sergiledikleri kanlı siyasette odur. Bu kanlı siyasetin temelinde hiç şüphe yok ki sömürgecilik ve İslam düşmanlığı yatmaktadır.
Bu düşmanlığın temelindeki İslam karşıtlığını görmek için CNN, BBC, AFP, Reuters’e olduğu kadar Cumhuriyet, Aydınlık, Sözcü, BirGün, Sol, Yurt, Yeni Mesaj, Yeni Çağ gibi Kemalist-sol siyasi çizgiye bakmak yeterlidir. Esed ve Sisi gibi katillerin sadece Amerikalı, Suudlu işbirlikçileri yok. İran’ı ve Kemalist-solun düşmanlığı diğerlerinden hiç de geri kalır gibi değil.
Suriye ve Mısır halkının iradesine tecavüzü haklı görenler, Suriye ve Mısır’daki İslami hareketlerin ve Müslüman halkın tecavüzcüsüne âşık olmasını bekliyor ve istiyorlar. Müslüman toplumların kimliklerinden ve bütün haklarından vazgeçip Suriye ve Mısır’ı Batı’nın kullanımına teslim etmeye zorluyorlar.
Katliam Güç Değil Güçsüzlük Gösterisidir
Suriye vampiri Beşşar Esed, Sisi’nin askeri darbesini ilk kutlayanlardan biri olarak durumu “Mısır’da yaşananlar Siyasal İslam'ın çöküşüdür" şeklinde özetlemişti ya! İşte Esed vampirinin buradaki kadrolu aydınlarından biri olan (bunlara Şebbiha ya da Muhaberat denmesi daha yaygındır) Hüsnü Mahalli’de yeni mekânı CHP’nin Yurt gazetesinden dev bir yazı dizisini güle oynaya ilan edivermiş: “Siyasal İslam’ın Sonu, Mısır’da neler oldu?”
Hâlbuki “Siyasal İslam’ın Sonu/İflası” söylemi “yüzünü Batıya, sırtını halka dönmüş” kimi liberal demokrat kimi ulusalcı-laik kimi de sol-sosyalist siyasi aktörlerin askeri darbeleri, işgal ve katliamları meşrulaştırmak için sarıldığı bir acziyet itirafıdır.
Türkiye’de Kemalizmi, Suriye’de Baasçılığı, Mısır’da Mübarek rejimini veya İslam coğrafyasının başka diğer noktalarında İslam karşıtı herhangi bir ideoloji ve iktidar sınıfını silah zoru olmaksızın ayakta tutmak mümkün mü? Hayır, silah zoru ve askeri vesayet mantığı olmaksızın ne Türkiye’de ne de Suriye ve Mısır’da mevcut rejimlerin bekasını sağlamak mümkündür. Bu eşyanın tabiatına aykırıdır.
Cumhurbaşkanı Mursi’yi “Hamas’ın Ajanı” olmakla suçlayan mahkeme adındaki çadır tiyatrosunun halkın en büyük siyasal temsilcisi Müslüman Kardeşler’iyse “terörizmle” itham etmesine kim, niçin itibar etsin ki? Zaten Müslüman Kardeşler’in “bu saçmalıkları ciddiye almıyoruz” tarzındaki açıklamalarına eşlik eden sabırla, sebatla bütün şehirlerde büyük kitleler halindeki direniş eylemleri esasen kimin iflas ettiğini ayan beyan ortaya koyuyor.
İflas eden bir ideoloji ve siyasi proje/kadro arayanlar hiç uzaklara bakmasınlar.
Sisi’nin ve Esed’in sembolize ettiği iflas öncelikle Batının da Batıcıların da iflasıdır. Gerisi laf-ı güzaftır. Neyin laf-ı güzaf olup olmadığı test etmek isteyenler dönüp bir de “28 Şubat bin yıl sürecek!” efelenmelerini bir hatırlasınlar.
Esed gibi Sisi’nin de bir zaman daha katletmesi mümkündür. Ancak Müslüman bir halkı silahla mağlup etmesi mümkün değildir.