Türkiye, Fırat’ın doğusuna yönelik olarak uzun süredir planladığı askeri harekât için Amerika’yı ikna mı yoksa icbar mı etti? Son beş yılda Türkiye-Amerika ilişkilerinin gerilim kaynağı olarak Fırat’ın doğusunda “garnizon devlet” şeklinde inşa edilen PKK-PYD devleti öne çıktı. Ancak Fırat’ın batısına yönelik Ağustos 2016’daki Fırat Kalkanı ve Ocak 2018’deki Zeytin Dalı harekâtlarının ardından Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna yöneleceği, yönelmek zorunda olacağı aşikârdı. Ne var ki; Amerika ısrar ve inatla Ekim 2014’ten itibaren hiç saklama ihtiyacı duymadan PKK’yı düzenli ordu konumuna getirmek üzere ilan ettiği seferberliğe hiç ara vermedi.
Ne NATO ittifakı ne BM şartları ne de diplomatik ilişkinin fayda vermediği bu süreçte Türkiye’nin bütün riskleri göze alıp kendi göbeğini kesmekten başkaca seçeneği kalmamıştı. Zaten aylarca süren sınır bölgelerine yönelik askeri yığınaklar ve bu yığınaklara eşlik eden gerek siyasi gerekse askeri yetkililerden sadır olan beyanlar yaklaşmakta olanı ilan ediyordu. Son olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Amerikan Başkanı Trump’la yaptığı görüşme Fırat’ın doğusunda güvenli bölge oluşturmak üzere ağır baskılar uygulayan Türkiye’nin önünün daha fazla alınamayacağına dair bir takım somut sonuçlar verdi. İlk etapta Amerikan askeri birlikleri Tel Abyad ve Resulayn’daki gözlem noktalarını boşalttı. Bu esnada ajanslara yansıyan bir habere göre Amerikalı yetkililer PKK-PYD tarafına “yakın zamanda yapılması beklenen Türkiye saldırısından onları koruyamayacaklarını bildirdi”. Eğer medyaya yansıyanlar doğruysa harekâtın boyutları hakkında Amerika tarafının (en azından şimdilik) hiçbir fikri bulunmuyor.
Türkiye ile Amerika arasında başından beri güvenli bölgenin derinliği, kontrolün kim tarafından sağlanacağı ve PKK-PYD unsurlarının silahsızlandırılıp hangi bölgeye kadar çekileceğine dair üç temel anlaşmazlık alanı bulunuyordu. Ağustos ayında ilan edilen ortak güvenlik karargâhı ve ortak devriye mutabakatının ne kadar çürük ve işlevsiz olduğu kısa sürede anlaşıldı zaten. Amerikan devlet kurumları içerisinde iyiden iyiye tırmanan gerilim ve çatışmaları lehine çevirme hususunda Türkiye belki de önemli bir fırsat oluşturmuş durumda. Trump’ın Suriye’den çekilme, Türkiye’nin askeri harekât ve güvenli bölge planına barikat kurmaktan vazgeçme, doyum noktasına ulaşmış PKK-PYD’ye verilen desteği kesme noktalarındaki beyanı sadece Türkiye-Amerika ilişkileri bakımından değil geniş manada Orta Doğu bölgesi açısından epeyce dengenin sarsılmasına sebep olabilir. Çünkü özellikle Avrupa Birliği’nin ticaretten NATO’nun işleyişine, İŞİD’le mücadeleden PKK-PYD’ye verilen çok boyutlu desteğe kadar hemen her alanda “enayi gibi kullanıp kazıkladığı”na ilişkin sitemleri Orta Doğu’daki Amerikan varlığının farklı stratejiler geliştireceğinin işaretidir.
“Saçma ve sonsuz bir savaştan çıkmanın” hesabını yapan Trump yönetimi Türkiye’nin askeri varlığıyla harekete geçişine engel olmayacağını beyan ederken PKK-PYD’yi koruyup kollamak namına hiçbir teşebbüste bulunmayacağını da ilan ediyor. Ancak bütün bu beyanlara rağmen şimdiye kadar muazzam miktarda para ve askeri ekipman aktarmış olmaktan öteye PKK-PYD’ye karşı bir sorumluluğu kalmadığına dair ilanların önümüzdeki dönemde şartların değişmesiyle geçersiz kalabileceğini akıldan hiç çıkarmamak lazım. Türkiye askeri, istihbari ve siyasi açıdan kapsamlı hazırlıklar yapıyor, kamuoyunu uzunca bir zamandır psikolojik açıdan ayakta tutuyor. Fakat kolay ve kısa süreli bir “Barış Pınarı” harekâtı söylemi, mutlak ve hızlı zafer beklentisi oluşturacak propaganda ikliminden uzak durmak lazım. PKK-PYD’yi Amerikan nüfuzundan arındırıp Rusya-İran nüfuzuna kaptırmamak için kuşatıcı bir siyasal ve askeri konsept inşa etmenin yolları sabırla aranmalıdır.
Suriye’deki silahlı muhalif grupları tek çatı altında toplayıp seferber etmek kadar İdlib’e yönelik Rusya-İran saldırılarını engellemek de bu süreçte Türkiye’nin önceliği olmak durumundadır. Suriyeli muhacirlerin yerleşimi için oluşturulacak güvenli bölgede Arap, Türkmen ve Kürt hiçbir etnik veya mezhebi unsur için tehcir politikası uygulanmayacağına dair Türkiye bölge halkını, siyasi örgütleri, aşiret liderleri ikna edici, teminat verici bir kamu diplomasisi yürütmeyi öncelemek durumundadır. Riskli, zorlu, stresli bir sürece girerken hem Türkiye içinde hem de Suriye bölgesinde toplumu kazanacak, hukuk ve merhamet, adalet ve dayanışma duygularını güçlendirecek adımlar atmaya önem verilmeli. Unutmayalım ki; askeri operasyonu, terörle mücadeleyi, güvenlik siyasetini icra ederken temel hak ve özgürlükleri bir nebze olsun gölgede bırakmayan kararlılık kazanabilir ancak.
Yeni Akit