Gerçek ne?

Abdurrahman Dilipak

“Gerçeklerin araştırılamadığı ve ortaya çıkarılamadığı yerde her şey sanaldır, hukuk ve insan hakları da” diyor Av. Hasan Molla. Şüpheli biçimde hayatını kaybeden Eşref Bitlis’in ekibindeki isimler de birer birer öldü. Ama kimse bu işin peşine düşmedi.

Çünkü korku dağları tutmuştu.. Özal suikastı soruşturulabildi mi? Sivas tam olarak soruşturulabildi mi?
Bunlar Atatürkçü filan da değil. Her şeyi kullandılar. Atatürkçülüğün kitabını yazanlar da bunlar. Nutuk’u sansürleyenler de.. Unutmamak gerekir ki, “Bir insana yapılan haksızlık, bütün bir topluma yöneltilmiş bir tehdittir.”
Ergenekon davası bunun için önemlidir ve mutlaka sonuna kadar gidilmelidir. Geçen gün bunu yazdım, birileri hemen konuyu başka yöne çekmeye çalıştı.
Evet, binlerce insan var daha hesap vermesi gereken. 27 Mayıs’ın sorumlularından kimse kalmamış olsa da, 12 Mart’ın önemli isimlerinden yaşayanlar vardır hâlâ.. 12 Eylül ne güne duruyor..
Darbeciler on binleri işkenceden geçirecek. Bu işleri yapan binlerce kişi hesab vermeye çağırılınca olay olacak..
İtalyan savcının anlattıklarına bakın. İtalya’da yaşananlara bakın, ne demek istediğimi anlayacaksınız.. Orada siyaset, yargı, ordu, mediada neler yaşandı ise, burada da benzer şeyler yaşanacak.. Yine aynı şeyi söylüyorum: Direndikçe bu dava derinleşecek.. Ne kadar erken sonuca ulaşılır ve bu iş biterse, o kadar kısa sürede bir af çıkar ve özgürlüklerine kavuşabilirler. Yoksa tepedeki birkaç kişi dışarıda kalsın diye direnilecek olursa, bu işe bulaşmış herkes bu süreçte daha çok acı çekecek. Bugün içeride bulunanlar, dışarıdan daha fazla güven altındalar sanki. Çünkü dışarı çıktıklarında kendi mesai arkadaşlarının açık hedefi haline gelebilirler..
Kimi konuştuğunuzdan, kimi konuşmanız ihtimalinden şüphe duyacaktır.. Bu işin geri döndürülmesi mümkün değil.. Gelin şimdi hep birlikte, sadece olacakların değil, aynı zamanda olanların da peşine düşelim.. 1993 yılı bu konuda önemli bir milat. Özal öldü mü, öldürüldü mü tartışması o gün başladı. Mumcu’nun suikastı da aynı yıl gerçekleşti. Eşref Bitlis’in şüpheli ölümü; Sivas’ta 37 kişinin öldürülmesinin ardından Başbağlar’da gerçekleştirilen katliam. Ardından Cem Ersever de öldürüldü, o ekipten başkaları da.. Adnan Kahveci, 5 Şubat’ta Bolu-Gerede’de şüpheli bir kaza sonucu hayatını kaybetti.
Başka olaylar da oldu. Jak Kamhi suikastı da mesela aynı yıl içinde oldu! Ordu bu konuya tepki verdi. Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden ölüm tehdidi aldı. 24 Ocak 1993’te Uğur Mumcu’nun ölümünden hemen sonra Baki Tuğ’a dayandırılan bir iddia var: “Mumcu, MİT’le PKK ilişkisini araştırıyordu.” Dahası Mumcu derin yapı ile PKK arasındaki derin ilişkide Bulgaristan’daki kilit ilişkiye ulaşmıştı.. Özal ve Eşref Bitlis, Kürt sorununun çözümü için düğmeye basmışlardı. Ertesi gün, 25 Mayıs’ta “Bingöl’de 33 şehid er” haberi düştü manşetlere. Bütün plan altüst oldu. Eylemi yaptığı iddia edilen dönemin PKK şefi Şemdin Sakık, ‘Ben bu işte yoktum’ diyor ısrarla. 33 erin silahsız şekilde nasıl PKK’nın kucağına itildiği ise bir sır. Ya da örgüt değilse kim, niçin bu komployu hazırladı..
Oysa Türkiye’de demokratikleşmeden söz ediliyordu..
Askerlerin Sivas’ta bu kanlı olaylar yaşanırken niye sessiz kaldıkları, hiçbir zaman anlaşılmadı..
Gerçeğe ulaşmak için, bana kalırsa bu olaylardan çıkıp gelmek gerek..
Şimdilerde Leonard Ramsden Hartill’in İnsanlar Böyledir isimli kitabını okuyorum da, Ermeni-Azeri-Tatar çatışmasını anlatan.. Hartill Ohannes Apresyanın 1922-24 dönemine ilişkin anlattıklarını aktardığı bir kitab bu.. Devletlerin bu tür işleri, daha önce de dünyanın başka yerlerinde de yapageldiklerini biliyoruz.. İnkâr, yalan ve hiçbir şey olmamış gibi davranmak, sorunu çözmüyor aslında.. Bu işe bulaşanlar, bu yollardan kaçıp kurtulmak isterken, aslında yüreklerini nereye bırakıyorlar, bilmiyorum.. Vicdanları onların en büyük yargıçları olacak ve kaçtıkları bataklıklar bir gün onları yutacak.. Kaçarak gizlendikleri sürece, akan kandan sorumlu olacaklar. Haksızlıklar karşısında susan birer dilsiz şeytana dönecek kimileri ve kendi cehennemlerine odun taşımaya devam edecekler..
Bu ülkede bu kadar darbe oldu. Bunca yolsuzluk, zulüm yaşandı.. Bunlar değilse, kim bunlar?.. Bugün sanık sandalyesinde oturan kişiler, herkesi fişlerlerken, herhalde bu gerçeğin farkına varmamış olamazlar. Kurdukları düzen herkesi birbiri ile, herkes devletle, devleti herkesle davalık yaptı..
Binlerce kişinin sanık sandalyesine oturmasını çok görenler, yüzbinlerin kanları, gözyaşları, çalınan alınterleri üzerinde zar attıkları günleri ne de çabuk unutuyorlar..
Birileri bir plan yapıyor ve yapılan bir stratejik plan gereği Cumhurbaşkanı’nın ölmesi gerekiyor ve ölüyor. Mahir Kaynak öyle diyor. Madımak katliamından üç gün sonra 5 Temmuz’da Başbağlar’da 33 kişi öldü, Madımak’ın binde biri kadar yankısı olmadı.. HEP kurucularından Mardin Milletvekili Mehmet Sincar, 22 Ekim 1993’te Jandarma Tugay Komutanı Bahtiyar Aydın ve Ekim 1993’te JİTEM’in kurucusu Cem Ersever öldürüldü, korkudan kimse olayın üzerine gidemedi. 22.10.1993’te Diyarbakır Lice’de çözülemeyen bir suikasta kurban gitti. Cinayet silahı Kanas ortadan kayboldu. Faili meçhullerin üzerine gidilemedi. Çiller, Başbakan iken bir ara Bask modelinden söz edecek oldu, Mesut Yılmaz, “Kırmızı Kitap’ı önüne koyduklarında düzelir” dedi. Özal’ın ipini çekenler, daha o hayatta iken partisini “emin eller”e emanet etmişlerdi. Yılmaz “sahibinin sesi” olmaya aday biri idi zaten. Öte yandan Çiller’i Erbakan’la koalisyon yapmaya ikna eden güç de, bugün olanları o gün yapmaya karar veren güç değil mi idi!.. Zavallı İnönü, derin gerçekle burun buruna gelince, dilini yuttu ve ardından da siyasete veda etti..
Demirel başından beri bu işleri biliyordu.. Ve siyasette bugüne kadar hep bir “ip cambazı” ya da “hacıyatmaz” gibi denge siyaseti uyguladı..
H. F. Güneş’in dediği gibi, “bütün bunlar büyük bir planın parçası” idi.. Hep diyorum ya, Media, Mafia, Sermaye, Siyaset ve bürokrasi, STK arasındaki karanlık ve kanlı yapı tasfiye edilmeden bir şey çözülmez. Eroin, petrol, silah kaçakçılığı, arazi yağması ve kamu kaynaklarındaki kaçak durdurulmadan, hiçbir şeyin garantisi yok.. Her an, her şey olabilir..
Aslında 93 olaylarının arkasında 1991’de yaşanan bazı olaylar var.. Devletin Kürt politikasını eleştiren Jandarma Korgeneral Hulusi Sayın 30.01.1991’de taranarak şehit edildi. Jandarma Korgeneral İsmail Selen, PKK ile mücadele konusunda dönemin yöneticileriyle ters düştü. Görevinden alınmak istendi. Emekli olduktan sonra 23.05.1991’de taranarak şehit edildi. Bu işler daha sonra devam etti: 03.02.1994’te Tunceli Jandarma Alay Komutanı Albay Kazım Çillioğlu evinde ölü bulundu. Bitlis Paşa’nın ekibinden Albay Rıdvan Özden, Mardin’de görev yaptığı sırada JİTEM’in PKK ile koordineli yürüttüğü kaçakçılık ve uyuşturucu ticaretini ortaya çıkardı. İki koruması ile 12.08.1995’te öldürüldü..
Bunların kadrosunda, şeyh de var, fahişe de.. Sağı-solu yok bunların, Radikal İslâmcı, Tarikatçı, Ateist fark etmiyor.. Herkesle temaslar olan bir yapı bu.. Tarikatlarda da varlar, Ateistlerin arasında da.. Buradan bakınca Ergenekon’da gelinen nokta daha devede kulak. Ne yukarıya gidebiliyorlar, ne aşağı inebiliyorlar..
Bu süreçte en önemli olay ne biliyor musunuz; gerçeğin, toplumun büyük kesimince farkına varılmış olması. Alevi’si, Sünni’si, Kürt’ü, Türk’ü ile, sağı-solu ile. Bazı gerçekleri anlamamakta direnenlere gelince, bir kısım MHP ve Kemalist sol ile fanatik PKK’lılar. Bu konu tartışıldıkça onlar da görecek, öğrenecek ve anlayacaklar.. Bu iş ne kadar uzarsa, bu işe bulaşanlar o kadar daha fazla zarar görürler. Sorumlulukları ve bedelleri ağırlaşır.
Selam ve dua ile...

VAKİT