Genelkurmay ve son iki yılda biriken sorular...

Alper Görmüş

Genelkurmay’ın sessizce geçiştirdiği ya da cevap verse bile bizatihi cevapların yeni sorular doğurduğu haberlerin bir dökümünü çıkarmaya çalıştığımı yazmıştım... Geçen salı için söz verdiğim, güncel iki habere ilişkin yazılar nedeniyle ertelediğim döküme nihayet bugün sıra geldi... Fakat ondan önce, ne zaman “ordu içinden sızan haberler” bahsi açılsa, işin aslıyla uğraşmak yerine “Ne oldu da bu tür haberler son birkaç yılda sökün etmeye başladı” sorusuyla arz-ı endam eyleyen zevata kendi cevabımı vereyim...

Bu “furya”nın Nokta dergisine sızdırılan haberlerle, kabaca 2007’nin bahar aylarında başladığını teslim edeyim (bakın ne polemik pasları veriyorum). Ben, o günlerde, vesayet rejiminin o tarihî momentteki sıkışmışlığına; devlet ve ordu içindeki, darbeci-müdahaleci gruplara karşı durmak isteyen kesimlerin muhtemel varlığına; ülkedeki ve dünyadaki siyasi gidişata ve konjonktürel gelişmelere bakarak, bu “furya”nın devam edeceğini öngörüyordum. Bunu, Darbe Günlükleri’ni Nokta’da yayımladıktan bir hafta sonra, Neşe Düzel’in benimle yaptığı söyleşide açıkça dile getirmiştim de (Radikal, 9 Nisan 2007):

“Devlet denilen yapı yekpare bir blok değil. Biz gazeteciler de bilgilere böyle ulaşıyoruz. Çünkü devlette sadece kurumlar arasında rekabet yaşanmıyor, her kurumun kendi içinde de çıkar ve güç çatışmaları, düşünce farklılıkları, yarılmalar var. Türkiye değişiyor, dönüşüyor ve devlet içindeki bu çatışma çok güçlü yaşanıyor. Daha çoook haber sızacak gazetecilere...”

Nitekim öyle oldu... “Furya” bir başladı pir başladı, hâlâ da devam ediyor. Kanaatimce “ordudan sızan haberler” mevzuunun altında yatan nedenler bunlardır. Eşeğin altında buzağı aramanın âlemi yok ama isteyen aramaya devam edebilir...


Nokta
’nın haberleri...


Sözünü ettiğim haberler silsilesi, Türkiye’deki gazetecileri “TSK karşıtı” ve “TSK yandaşı” diye tasnif eden bir “Genelkurmay andıcı”nın Nokta’nın 8 Mart 2007 sayısının kapak haberinin konusunu oluşturmasıyla başladı: “28 Şubat’tan 10 yıl sonra Genelkurmay’dan yeni andıç... İki tür gazeteci vardır: TSK karşıtları, TSK yandaşları!”

Haber, gazeteciler arasında büyük bir tepkiye yol açtı. Orduyla ilgili her haberi “orduyu yıpratıyor” diye lanse ederek meslektaşlarını yıpratma aracı yapan gazeteciler bile rahatsız oldular bu tasniften. Bir hafta kadar sonra, böyle bir andıcın Genelkurmay’da hazırlandığı, fakat bir taslaktan ibaret olduğu açıklaması yapıldı. Dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt ise 12 nisandaki, “sözde değil özde laik cumhurbaşkanı” istediği ünlü basın toplantısında taslağın kendi onayına sunulmadığını ve dolayısıyla görmediğini söyledi. Her iki açıklamada da özür yoktu. Belli ki Genelkurmay bu türden “meşru” çalışmalarını sürdürecekti ve galiba çıkartılan yegâne ders, bu çalışmaların dışarıya sızmaması için azami gayreti göstermek gerektiği kararından ibaret kalmıştı.

29 Mart 2007’de Nokta “Darbe Günlükleri” kapağıyla çıktı... Büyükanıt, 12 nisandaki konuşmasında, “Genelkurmay arşivlerini tarattım, böyle bir belgeye rastlamadım” diyerek konuyu kapattı. Sonraki günlerde, aynı gerekçeyle soruşturmaya izin vermedi.

Nokta
, sadece bir hafta sonra, 5 Nisan 2007’de Genelkurmay İstihbarat Başkanı, Korgeneral Aslan Güner’in imzasını taşıyan bir raporu yayımladı. Rapor, “Toplumsal gelişime destek faaliyetleri” kapsamında müşterek hareket edilebilecek sivil toplum örgütleriyle ilgiliydi. TSK’nın siyasete açıkça müdahale ettiğini gösteren bu belgeyle ilgili olarak Genelkurmay’dan hiçbir açıklama yapılmadı.

Nokta
, bu haberden iki hafta sonra kapandı. Fakat Pandora’nın kutusu açılmıştı bir kere... Bu kategoriden haberler, nereye gitmeleri gerektiğini kısa süre içinde anladılar: Yeni adres Taraf’tı. (İşte bir polemik pası daha... Fakat bu topa girmeden önce 1 eylül tarihli ‘Hakikati duymak istemeyenler ve Taraf” başlıklı yazıma bir göz atılmasını rica ediyorum.)


Taraf
’ın haberleri...


Haziran 2008’de Taraf gazetesinde bir jandarma istihbarat raporu, bir de “Toplumsal gelişime destek faaliyetleri” çerçevesinde hazırlanan Genelkurmay istihbarat raporu yayımlandı.

Jandarma raporundan, 13 askerin şehit olduğu Dağlıca’ya baskın düzenleneceğinin baskından dokuz gün önce Genelkurmay’a ve diğer tüm ilgili birimlere gizli bir raporla bildirildiği anlaşılıyordu. Buna rağmen ciddi hiçbir tedbir alınmamıştı. (Taraf, benzer bir haberi, 17 askerin ölümüyle sonuçlanan Aktütün baskınıyla ilgili olarak ekim 2008’de verdi. İddia burada da aynıydı: Saldırı önceden belirlenmiş fakat ciddi hiçbir tedbir alınmamıştı.)

“Lahika” diye adlandırılan ikinci rapor ise, Genelkurmay Başkanlığı tarafından hazırlıkları tamamlanan ve Eylül 2007’de yürürlüğe konan “Bilgi Destek Faaliyeti Eylem Planı” uyarınca, kamuoyunu, “irticacı hareketlerin sorumlusu” olarak görülen hükümete, “milli devlete karşı” olarak nitelenen yeni anayasa paketine, “terörist” olarak adlandırılan DTP’ye karşı TSK’nın görüşleri doğrultusunda yönlendirmek ve “topluma öncü olma” rolünü sürdürmek için bir dizi karar alındığını ortaya koyuyordu.

Dağlıca ve Aktütün’le ilgili olarak Genelkurmay’dan bazı açıklamalar yapıldıysa da bunlar ikna edici olmadı. Bunu, iki baskınla ilgili bugün oluşmuş kamuoyuna bakarak da anlayabiliriz. O kanaat, maalesef, şöyledir: Olmuş bir şeyler ama TSK meselenin fazla kurcalanmasını istemiyor.

Fakat bunlardan çok daha kötü “yönetilen” gelişmeler de oldu... Hemen aklıma gelenlerden:

Birincisi: Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, Poyrazköy kazılarında bulunan LAW silahlarıyla ilgili olarak “Araştırdık, bizden çıkmamış” açıklaması yapmıştı. Daha sonra açıklanan MKE raporunda, bunların büyük bölümünün orduya teslim edildiğinin belgeli olduğu açıklandı. Başbuğ, bu gelişme üzerine hiçbir şey söylemedi.

İkincisi: “AKP’yi ve Fethullah Gülen’i bitirme planı”nın Taraf’ta yayımlanmasından bir gün sonra, yine Taraf’ta yayımlanan söyleşiyle ilgili olarak Başbuğ, hiçbir açıklama yapmadı. Orada emekli bir orgeneral, Genelkurmay’daki “bir ekip”le ilgili olarak İlker Başbuğ’u uyardığını, fakat onun kendisine “ben kontrol ederim, sorun çıkmaz” yollu bir cevap verdiğini anlatmıştı. Orgeneral Başbuğ, bu manşetle ilgili olarak hiçbir şey söylemedi, haberi tekzip etmedi.

Üçüncüsü: “El bombasını çekip erin eline veren teğmen” olayında TSK en kötü sınavlarından birini verdi. Dört erin hayatını kaybettiği olayla ilgili olarak “kazaydı” açıklaması yapıldı. Gerçeğin Taraf’ta yayımlanmasından sonra, ki aradan 10 gün geçmişti, “teğmen ilk günden tutuklanmıştı” açıklaması geldi. Aradaki gecikme, “daha seri hareket edebilirdik”le izah edilmeye çalışıldı. Kabahatten bile büyük bir özürdü bu. Zihinlerde ister istemez, “Ordu, yapılması gerekeni yapıp teğmeni adalete sevk ettiği halde hakikati gizlemeye çalıştığına göre, kimbilir başka neler gizleniyordur” kuşkusu uyandı.

Dördüncüsü: Çukurca’da PKK mayınlarına basıp hayatını yitirdiği söylenen dört erin, aslında “bizim” mayınlar nedeniyle öldükleri konusunda çok ciddi kuşkular yaratan ses bandı kayıtları... Genelkurmay, bu kayıtlarla ilgili olarak hiçbir açıklamada bulunmadı. (Yasadışı yollarla yapılan kayıtların hukuki değeri olmayabilir, fakat kamuoyunu etkileme konusunda gayet “değerli” olduğunu hepimiz biliyoruz.)

Bu listeyi neden yaptığımı, salı günkü yazımdan bir alıntıyla anlatıp bitireyim: “Peşinen söyleyeyim: Amacım ‘orduyu yıpratmak’ değil, tam tersine, ‘bir çubuğu hemen kırarsınız, ama biraraya gelmiş on çubuğu kıramazsınız’ türünden kadim mesellerin anlattığı şeyin tersinin de geçerli olduğunu göstererek orduya bir nevi yardımcı olmak: Bir kötü örnek zihinlerde iz bırakmadan uçup gidebilir, fakat on kötü örnek biraraya geldiğinde bıraktığı izi bir daha silemezsiniz...”

TARAF