Genelkurmay Başkanı Başbuğ, Başbakan Erdoğan...

Oral Çalışlar

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'na göre Genelkurmay Başkanı, hükümetin önerisiyle cumhurbaşkanı tarafından atanır.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na göre Genelkurmay Başkanı, hükümetin önerisiyle cumhurbaşkanı tarafından atanır. Yani ordunun komutanı siyasi iradeye bağlıdır ve onun emrindedir. Zaten demokratik bir rejimde başka türlüsü düşünülemez.

Yasal gerçek budur, ama fiili durum böyle değildir.

Üç askeri darbeyi, sayısız askeri müdahaleyi arkasına alan Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki egemen anlayış, kendisini siyasetçilerin ve seçilmişlerin üzerinde görür. Askerler, ülke yönetimi konusunda en yetkin ve en uygun olan gücün kendileri olduğunu temel alan bir mantıkla eğitilirler.

Askeri darbelerden yılmış ve pısmış olan siyasi elit, medya, iş dünyası da askerlerin bu şekilde düşünmesini ve hareket etmesini kabullenirler, normal karşılarlar. Asker siyasete müdahale edebilir, darbe yapabilir, aklına estikçe siyasetçileri tehdit eden bildiriler yayımlayabilir... Kimse de askerlere bir şey diyemez, askerlerin sözünün üzerine söz söyleyemez.

***

22 Temmuz 2007 seçimlerinde Genelkurmay Başkanlığı’nın tehdit dolu bildirisinin hedefi olan parti halkın oylarının yüzde 47’sini alınca yeni bir durum ortaya çıktı. Toplum, askerin siyasete müdahalesini onaylamamış, oylarıyla tepki göstermişti. Ama müdahale burada durmadı, AK Parti bir kapatma davasıyla iyice köşeye sıkıştırılarak, militarizme karşı çıkamayacak şekilde siyaset dışına itilmek istendi. Bu girişim de Anayasa Mahkemesi’nden dönünce, yeni bir dönem başladı.

Artık, askerin, yargının siyasete müdahaleden uzak durması gerekiyordu. Dünyada ve Türkiye’de devir değişiyordu. Türkiye AB ile üyelik müzakereleri yürüten bir ülke haline gelmişti.  Ne var ki orduya egemen olan anlayış bunu kabullenmedi, siyasete müdahil olmaya devam etti. Bu müdahil olmak çok değişik biçimlerde varlığını sürdürdü.

Demokrasiyi en çok zedeleyen ise, darbe isteğinin ve iştahının bir türlü durmak bilmemesi. ‘AKP’yi ve Gülen’i bitirme’ belgesinin tarihi 2009’dur. Darbe peşinde koşan anlayışın, ordunun en üst kademelerine bile etkili olmayı sürdürdüğünü görüyoruz.

***

Şimdi yeni bir durumla yüz yüzeyiz. Ortaya çıkan belgeler ve yargının harekete geçmesi durumu değiştirdi. Bu noktada şu soru öne çıkıyor: Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’a, kendi atadığı diğer devlet görevlilerine karşı uyguladığı kriterleri mi uygulayacak? Bu sorunun cevabı, demokrasinin durumu konusundaki en temel gösterge olacak.

Örneğin Devlet Meteoroloji Genel Müdürlüğü’ne bağlı bir birimde hükümeti devirmeyi amaçlayan bir belge ortaya çıksa ne olurdu? Başbakan genel müdüre nasıl davranırdı?

Ortada çok üst düzeyde bir kanunsuzluk var. Bizzat iktidar partisini düşürmeyi hedef alan, çok tehlikeli bir plan artık gerçekliğe dönüşmüş durumda. Failler ortada. Genelkurmay Başkanlığı’nın hâlâ ortaya çıkan bunca gerçeğe rağmen, anlamsız suçlamalarını sürdürmesi, durumu iyice abes hale getiriyor.

Türkiye’nin sivilleşme yolculuğunun bundan sonra nasıl bir seyir izleyeceğini, siyasi irade tayin edecek.

Burada iki seçenek söz konusu.

Birinci seçenek: Genelkurmay Başkanı ortaya çıkan vahim durumu kabullenir ve bu belgenin hazırlanmasına katılan bütün sorumluları görevlerinden alır. Sonra onları yargıya sevk eder. Tabii burada hemen gelecek soru şudur: 4.5 ay önce bu işin örtbas edilmeye çalışılmasında Başbuğ’un taşıdığı sorumluluk konusunda ne yapılacaktır?

İkinci seçenek: Başbakan, -seçmenin kendisine bu tür sorumluluklarını yerine getirmesi için oy vermiş olduğunu göz önünde bulundurarak- kendisine bağlı olan Genelkurmay Başkanı’ndan bütün bunların hesabını sorar.

***

Türkiye’de sivil iradenin egemenliğinin sağlanması için tarihi bir dönemeçten geçiyoruz. Türkiye, demokrasisi bir üst sınıfa atlama şansıyla karşı karşıyadır.

Bu kez, Genelkurmay Başkanı’nın sorumluluğu kadar, Başbakan’ın sorumluluğu da belirleyici önem taşıyor. Ordunun siyasete müdahalelerinin büyük ölçüde imkânsızlaşacağı yeni bir dönemin kapısı aralanıyor.

Ordunun fiili müdahalesini önleyecek bir siyasi iklimin yaratılması, kesinlikle zorunlu olarak atılması gereken adımlardan ilki. Ancak bu ortam içinde, kapsamlı yasal değişikliklerin gündeme getirilerek, ülkemiz demokrasinin evrensel ölçülere çıkarılması görevi de siyasetin önünde duruyor.

Heyecan dolu, ancak umut dolu bir dönemin içindeyiz.

RADİKAL